PEYGAMBERİMİZ’İN İZİNDE EHL-İ SÜNNET
Prof. Dr. Mehmet SOYSALDI “Ehlu’s-sünnet” tabiri, dinde bid’atlerin ve Hariciyye, Mu’tezile, Mürcie ve Şîa gibi çeşitli fırkaların ortaya çıkmasından sonra, sünnetin savunulması ve ümmetin bütünlüğünün korunması hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Ehlu’s-sünnet, bid’at fırkalarına karşı bir tepki, onların dindeki yerini belirleme, onların ortaya attığı meselelerin dinî cevaplarını tespit etme ve bid’atlara karşı İslâm cemaâtinin tavır alma hareketidir diyebiliriz. Sahâbîlerin fitne çıkmadan önceki haline uyan, fitneler çıktıktan, Müslümanlar fırkalara ayrıldıktan sonra da, sahabîlerin çoğunluğunun tutumunu benimseyen topluluk, kendilerini diğer bid’at fırkalarından ayırmak için, zaman zaman ehl-i sünnet, ehlü’l-hakk, ehlu’s-sünneve’l-istikâme, ehlu’l-hadis, ehlu’l-cemaâ, ehlu’l-hadis ve’s-sünne ve ehlu’s-sünneve’l-cemaâ” isimlerini kullanmışlardır. Ehlü’s-sünnet terimini ilk kullanan, Muhammed b. Sîrîn (ö.110/728), “ehlu’l-hakkve’l-cemâ’a” terimini ise, ilk defa kullanan Ebu’l-Leys es-Semerkandi (ö.373/898)’dir. Bu terim, Hicrî II. asır başlarından itibaren “ehlu’l-hakk ve’l-istikâme”, “ehlu’s-sünne ve’n-nakl”, “ashabu’l-hadis” şekillerinde kullanılmıştır. Bu topluluk hakikatte bir fırka değil, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve ashabının yolunu takip eden çoğunluktur. Sonraki dönemlerde bu isimler içerisinde diğerlerindeki ortak noktaları da toplaması açısından “ehlu’s-sünne ve’l-cema’ât” ismi yaygınlaşmış ve kabul edilmiştir. Bu kullanışa yakın bir ifadeyi, Ahmed b. Hanbel (241/855), “ehlu’s-sünneve’l-cemâ’ave’l-âsâr” şeklinde kullanmıştır.[i] “Ehlu’s-sünneve’l-cemâ’â” şeklindeki ifade tarzına da Ebûl-Leys es-Semerkandî (373/898)’nin “Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber” isimli eserinde rastlan-maktadır.[ii] Ehl-i sünnet, Kur’an ve sünnete dayanmayan hiçbir inanç ve ibadeti kabul etmez. Kur’an ve sünnetten tasdik almayan bütün inanç, fikir ve felsefeler batıldır. Kur’an-ı Kerim, Allahu Teâlâ’nın kelamı olup ilâhî koruma altındadır. Onu açıklayan ve uygulayan sünnet de bu korumanın içindedir. Din işlerinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e tabi olmak farzdır. “Kur’an ve aklım bana yeter, peygamberin görevi sadece Allah’ın ayetlerini tebliğ etmektir, vefatıyla vazifesi bitmiştir, bundan sonrası bize aittir, onun sünnetine tabi olmak gibi bir görevimiz yoktur.” demek küfürdür. Çünkü bu anlayış, bizzat Kur’an ayetlerine aykırıdır. Kur’an ve sünneti anlamak için elbette aklı kullanmak gerekir. Bazen ayet ve hadisleri yorumlamak icap eder. Buna tevil etmek denir. Usul ve edebine göre tevil etmek, yeni yorum yapmak günah değildir; ihtiyaç anında gereklidir. Bütün mezhepler, işte bu yorum farkından dolayı ortaya çıkmışlardır. Bugün Müslümanların güçlenmesi, yeniden kendilerini idrak etmeleri, yabancı ideolojilere yem olmamaları, birlik ve beraberliklerini yeniden kurmaları ve gerçek anlamda hem Müslüman olmaları hem de çağdaş hayata ve teknolojik gelişmelere ayak uydurmaları için ehl-i sünnet akîdesine dört elle sarılmaları gerekir.
Mehmet SOYSALDI
YazarYüce Allah, Hucurât Sûresi 11-12. âyetlerde şöyle buyurmaktadır:"Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da, kadınları alay...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
Tasavvufun başlıca gayesi, şeytanın tuzaklarına düşmeden, bedenin ve maddî isteklerin odaklandığı “nefs”in terbiye edilerek kemâle ermesini, bir bakıma onun ruh seviyesine çıkmasını sağlamaktır. Bu da...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Yüce Allah Furkan Sûresi 77. âyette şöyle buyurmaktadır:"(Rasûl’üm!) De ki; ‘(Kulluk ve) duânız olmasa, Rabb’im size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Size Rasûl'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan...
Yazar: Mehmet SOYSALDI
İnsan, yaratılışından bu yana zaman zaman çeşitli hatalara düşen bir varlık. Yanılgılar, hatalar, bilinmezlikler hepsi bir araya geldiğinde bir süre sonra işlerimizin çıkmaza girdiğini acı bir şekilde...
Yazar: Erol AFŞİN