İslâm Kardeşliğine Zarar Veren Davranışlar
Yüce Allah, Hucurât Sûresi 11-12. âyetlerde şöyle buyurmaktadır:
"Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da, kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz, diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir."
İslâm, adından da anlaşılacağı üzere, barış ve huzur dinidir. Toplumda barış ve huzuru gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Bu hedefini gerçekleştirmek için de çeşitli prensipler getirmiştir. İnsanlar arasında barış ve huzuru sağlayacak en temel prensiplerden biri kardeşlik ilkesidir. Zira Yüce Allah, Hucurât Sûresi 10. âyet-i kerîmesinde “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” buyurmaktadır.
İnsanlar, aslında birbiriyle nesep dolayısıyla kardeş olurlar. Yani aynı anne ve babadan dünyaya gelen insanlar kardeştirler. Bu âyette bahsedilen kardeşlik, nesep kardeşliği değil, iman/inanç kardeşliğidir. İman/inanç kardeşliği, nesep kardeşliğinden daha kuvvetlidir. Mü’minleri kardeş kılan sebep, iman/inanç bağıdır.
Zira mü’minlerin inandıkları ilâh birdir. Peygamberleri birdir. Kitapları birdir. Kıbleleri birdir. İşte bu bir birler, inanan insanları birbirleriyle kardeş kılmaktadır. İslâm kardeşliğinin hakkıyla yaşandığı toplumlarda insanlar arasında sevgi, saygı, hoşgörü, birlik beraberlik, barış ve huzur vardır. Mü’minlerin aralarındaki bu kardeşliği hakkıyla canlı tutup yaşayabilmeleri için birlik ve beraberlik içinde olmaları ve aralarında yardımlaşma ve dayanışmaya önem vermeleri gerekir.
İslâm, mü’minler arasındaki kardeşliği kuvvetlendirip devam ettirmek için selâm, sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma ve dayanışma gibi ilkeleri getirmiştir. Aynı zamanda kardeşliğe zarar verecek alay etme, kötü lâkapla çağırma, sû-i zanda bulunma, ayıp araştırma ve gıybet etme gibi davranışları da haram kılmış ve yasaklamıştır.
Nitekim Yüce Allah, bu hususta tefsirini yaptığımız Hucurât Sûresi 11 ve 12. âyet-i kerimelerde şöyle buyurmaktadır: “Ey mü’minler! Bir topluluk, diğer bir topluluğu alaya almasın… Birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın… Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”
Yüce Allah, yukarıda zikrettiğimiz âyetlerde, mü’minlerin aralarındaki İslâm kardeşliğine zarar verecek beş davranışı haram kılmış ve yasaklamıştır. Bunları kısaca şöyle açıklayabiliriz:
- Alay Etmek: Âyette yasaklanan ilk davranış alay etmektir. “İnsanların söz ve davranışlarını kusurlu görmek veya göstermek amacıyla onu hafife alıp dalga geçmek” olarak tarif edilen bu davranış, âyette şiddetle kınanmış ve yasaklanmıştır. Alay etmek, yazıyla, sözle yapılabileceği gibi kaş-göz, el-kol işaretleriyle de yapılabilir.
Alay etmek, insan onurunu/şerefini zedelediği gibi insanın toplum içerisinde küçük düşmesine sebep olan bir davranıştır. Bundan dolayı yasaklanmış ve haram kılınmıştır. İnsan, kendi şeref ve haysiyetine saygı duyulmasını ve önem verilmesini istediği gibi başkalarına da saygı duymalı ve onları incitecek, küçük düşürecek söz ve davranışlardan sakınmalıdır.
Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber (s.a.v.); “Sizden biriniz, kendisi için sevip arzuladığı şeyi mü’min kardeşi için de sevip arzulamadığı sürece tam iman etmiş olamaz.”[1] buyurmuştur. Hakîkî mü’min, başkalarının ayıp ve kusurlarını dile getirip alay etmek şöyle dursun onlarda gördüğü eksik ve kusurları örtmeye, hatta tatlı dille, güler yüzle ve yumuşak bir üslûpla onu düzeltmeye çalışır.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.); “Kişiye mü’min kardeşini küçümsemesi günah olarak yeter.”[2] buyurmak sûretiyle böyle bir davranıştan uzak durmayı tavsiye etmektedir. Alay etme, insanlar arasında nefret ve düşmanlık duygularının ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Böylece toplumda birtakım huzursuzluklara yol açmaktadır. O hâlde Allah’a ve âhiret gününe inanan insanlar, bu davranıştan sakınmalıdırlar.
- Kötü Lâkapla Çağırmak: Âyette yasaklanan ikinci davranış kötü lâkapla çağırmaktır. Lâkap; bir kişiye herhangi bir münâsebetle asıl ismi dışında takılan addır. Lâkap, iyi lâkap, kötü lâkap olmak üzere iki türlüdür. İyi lâkap, kişiyi övgü için verilen lâkaptır ki bu câizdir. Hz. Ebu Bekir’e, “doğrulayan, tasdik eden” anlamında “sıddık” lâkabı, Hz. Ömer’e, “hakla bâtılı birbirinden ayırt eden” anlamında “fâruk” lâkabı, Hz. Ali’ye, “Allah’ın arslanı” anlamında “esedullah” lâkabı verilmesi bu türdendir.
İnsanın yerilmesine, toplum önünde küçük düşürülmesine sebep olan lâkaplar ise kötü lâkap sayılmış ve yasaklanmıştır. “Kör, topal, cüce, şapşal, geri zekâlı, inek Şaban” gibi lâkaplar kötü lâkap olup yasaklanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.), insanları toplum önünde küçük düşürecek türden kötü lâkapları yasaklamış, ancak insan onuruna yakışan, insanı onara eden güzel isim ve lâkaplarla çağırmayı ise mubah saymıştır.
Allah Rasûlü, bazı sahâbîlere câhiliye döneminde verilmiş olan kötü isim ve lâkapları bizzat kendisi değiştirmiştir. Meselâ Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebû Hureyre ile ilk karşılaştığı zaman ona ismini sormuş; o da, “Benim ismim Abduşşems” demiştir. Allah Rasûlü; “Biz, Allah’ın kullarıyız, güneşin kulu değiliz, senin ismin bundan sonra Abdurrahman olsun.” diyerek onun ismini değiştirmiştir.
İnsanları kötü lâkapla çağırmak, insanlar arasında sevgi, saygı, hoşgörü ve kardeşliği ortadan kaldırır. İnsanların birbirine kin, nefret ve düşmanlık beslemesine sebep olur. Böylece fert ve toplum huzuru bozulur. O hâlde Allah’a ve âhiret gününe inanan insanların bu davranıştan sakınmaları gerekir.
- Sû-i Zanda Bulunmak: Âyette yasaklanan üçüncü davranış sû-i zanda bulunmaktır. Zan kelimesi sözlükte; “şek, şüphe, tereddüt, tahmin etme ve ihtimale göre hareket etme” gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise zan, “ihtimâl ve tahmine dayanan, doğruluğu kuşkulu olan bilgi” demektir.[3]
Zan, hüsn-ü zan ve sû-i zan olmak üzere iki türlüdür. Kişi ve olaylar hakkındaki tahmini ve tereddütü, iyiye hamletmeye hüsn-ü zan, kötüye hamletmeye de sû-i zan denilmektedir. Yüce Allah, “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”[4] buyurmak sûretiyle mü’minler hakkında hüsn-ü zan beslemeyi emretmiş, sû-i zanda bulunmayı ise yasaklamış ve haram kılmıştır.
Zanla hareket etmek, başkalarına haksızlık yapmaya ve bir takım kötülüklere sebep olabilir. İnanan insanlar, kesin olmayan, bir takım zannî bilgilerle hareket etmemelidirler. Çünkü sû-i zan birçok kötülüğün kaynağıdır. Sû-i zan, insanların birbirine kin ve düşmanlık beslemesine sebep olur.
Kötü zan, insanların birbirlerine şüpheyle bakmalarına sebep olur. Böylece insanların birbirine güven duygusu sarsılır. Yardımlaşma ve dayanışma rûhu kaybolur. Toplumda huzursuzlukların artmasına sebep olur. Toplumda meydana gelen kötülüklerin sebebi araştırıldığı zaman çoğunun sû-i zandan kaynaklandığı görülmektedir.
Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber (s.a.v.); “Zandan sakınınız, çünkü zan, sözlerin en yalanıdır.”[5] buyurmuş ve kötü zanda bulunmaktan kaçınmamızı istemiştir. O hâlde Allah’a ve âhiret gününe inanan insanlar, sû-i zandan sakınmalı ve zanna göre hareket etmemelidirler.
- Kusur Araştırmak: Âyette yasaklanan dördüncü davranış ise kusur araştırmaktır. Âyet-i kerimede “tecessüs” kelimesiyle ifade edilen ve sözlükte “gözetlemek, araştırmak, dikkatlice incelemek, haber edinmek” gibi anlamlara gelen bu davranış dinî ıstılâhta ise; “bir kimsenin öğrenilmesini istemediği özel durumunu merak etmek, gizliden gizliye araştırmak” anlamına gelen kötü bir davranıştır.[6]
Özel hayatın dokunulmazlığı kâidesine göre, insanlar evlerinin içinde yapmış oldukları işlerden dolayı sorumlu tutulamazlar. İnsanların dışa yansıyan söz ve davranışları kanunlara göre suç teşkil ediyorsa, onlardan dolayı sorumlu tutulurlar ve cezalandırılırlar.
İslâm dininde kişilerin gizli hâllerinin araştırılıp açığa vurulması yasaklanmıştır. Çünkü insanların gizli hâllerinin araştırılıp açığa vurulması, insanlar arasında öfke, kin ve düşmanlığa sebep olmaktadır. Böylece toplumda kötülükler yaygınlaşır ve huzursuzluk artar.
Mü’min, mü’min kardeşinin bir hata ve kusurunu görünce onun kusurunu örtmesi gerekir. Daha sonra güzel bir üslûpla, gönül kırmadan, tatlı dille onu uyarıp hatasını düzeltmeye çalışması gerekir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadislerinde; “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu, düşmanının eline teslim etmez. Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse Allah da kıyâmet gününde onun sıkıntısını giderir. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse Allah da kıyâmet gününde onun ayıbını örter.”[7] buyurmuştur.
- Gıybet Etmek: Âyette yasaklanan beşinci davranış ise gıybet etmektir. Gıybet, “bir kişinin arkasından onun hakkında duyduğu zaman hoşuna gitmeyecek sözler söylemektir.” Bu davranış, Türkçe’de dedikodu veya çekiştirme olarak isimlendirilmektedir.[8] Gıybet, sözle olabileceği gibi yazı, îmâ-işaret ve taklit gibi davranışlarla da yapılabilir.
Gıybet, Allah’ın haram kıldığı, kul hakkıyla ilgili günahlardan biridir. Maalesef günümüzde insanlar arasında çok yaygın hâle gelmiş olan mânevî bir hastalıktır. Gıybet etmek günah olduğu gibi gıybeti dinlemek de günahtır.
Gıybetin ne kadar çirkin bir davranış olduğunu ifade etmek için Yüce Allah, gıybeti, insanın ölmüş bir kardeşinin etini yemeye benzetmiştir. Aslında gıybet eden kişi, gıybet ettiği kişiye zarar vermemekte, bilakis kendisine zarar vermektedir. Çünkü insan, gıybet etmek sûretiyle kul hakkına girmektedir. Dolayısıyla gıybet ettiği kişiyle helâlleşmeden ölürse kıyâmette (hesap gününde) sevaplarını gıybet ettiği kişiye vermek sûretiyle hesaplaşacaktır. Belki de gıybet ettiği kişinin günahlarını yüklenecektir.
Netice olarak diyebiliriz ki, Yüce Allah, inanan insanları kardeş ilân etmiştir. Bu kardeşliğin devam ettirilebilmesi için mü’minler birbirlerine sevgi, saygı ve hoşgörüyle davranmalıdırlar. Kardeşliğe zarar verecek, alay etme, kötü lâkapla çağırma, sû-i zanda bulunma, ayıp araştırma ve gıybet etme gibi davranışlardan sakınmalıdırlar. Zira bu davranışlar, Allah ve Rasûlü tarafından yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Toplumda huzur ve barışın egemen olmasını istiyorsak, bu davranışlardan uzak durmalıyız.
[1] Buhârî, “İman”, 17.
[2] Müslim, “Birr”, 32.
[3] İbn Manzur, Lisanu’l-arab, “znn” mad.
[4] 49/Hucurat, 12.
[5] Buhârî, “Vesâyâ”, 8.
[6] Mustafa Çağrıcı, “Tecessüs” mad., İslam Ans., (Ankara: 2011), 40/246.
[7] Ebû Dâvud, “Edeb”, 38.
[8] Mehmet Soysaldı, Kalbin Manevi Hastalıkları, (Ankara: 2006), 55.