AHMED-İ SARBÂN ve SÛFÎ KİMLİĞİ
-Divân’ı Bağlamında Bir Bakış- Ahmed-i Sarbân, Bayrâmiyye Melâmîlerinin Hayrabolu’da faaliyet gösteren önemli bir ismidir.[1] Hayatı ve ailesi hakkında detaylı bilgi bulunmayan Ahmed-i Sarbân’ın Hayrabolu’da doğduğu ve aynı şehirde vefat ettiği bilinmektedir.[2] Küçük yaşta ilim öğrenmeye başlamış, sonra Yeniçeri Ocağı’nda yirmi altıncı ortayı meydana getiren Deveci Ortası’na kaydolmuştur. Çalışkanlığı ve zekâsı sayesinde Devecibaşılığı’na kadar yükselmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman Han’ın 940/1533 yılındaki Irakeyn Seferine Sarbanbaşı, (Devecibaşı) olarak katıldığından bu lakapla tanınmıştır.[3] Ahmed-i Sârbân, bu sefer sırasında Pîr Alâeddin Ali (ö.944/1537) ile Karaman’da görüşerek ona intisap etmiştir.[4] Şeyhinden hilâfet aldıktan sonra Hayrabolu’ya giderek uzlete çekilmiş, ancak kendi arkadaşlarıyla ülfet ederek, on yedi sene tarikat faaliyetlerini yürütmüştür.[5] Ahmed-i Sarbân’ın yetiştirdiği iki önemli halifesinden Vizeli Alâeddin Efendi (ö.970/1562-63)[6] memleketi Vize’de faaliyet gösterip Melâmîliği Rûmeli’de yayarken,[7] diğeri Hüsâmeddin Ankaravî (ö.964/1557) de zâviyesini Ankara’ya kurarak, bu yolu Anadolu’da yaymaya çalışmıştır.[8] Sakin yapısı ile dikkat çeken Ahmed-i Sarbân, halk arasında, “Kaygusuz Sultan” diye meşhur olmuştur. “Mektûbât”ı ve mürettep “Dîvân”ı olup, ilâhîlerinde bazen “Kaygusuz”, bazen de “Ahmed” ve “Ahmedî” mahlaslarını kullanmıştır.[9] Vefat tarihi “Şütürbân” kelimesinin delâlet ettiği 952/1545 senesidir. Adına yaptırılan türbede yatmaktadır.[10] Ahmed-i Sarbân’ın Divan’ında Sûfî Kimliğini Yansıtan Anekdotlar Ahmed-i Sarbân, Bayrâmiyye Melâmîlerinin öncülerinden birisi olarak Divan’ında Melâmet neşvesiyle ilgili detaylı olarak bilgi vermiştir. Onun bu minvaldeki görüşleri çeşitli çalışmalara konu olmuştur.[11] Biz burada, Ahmed-i Sarbân’ın Divan’ın sıklıkla vurguladığı dünyanın geçici oluşu, gönlün ilâhî tecelliler için hazır hale getirilmesi, aşkın büyüleyici dünyasına yapılmasını arzuladığı yolculuk ve vahdet neşvesi çerçevesinde dile getirdiği görüşleri üzerinde durmak istiyoruz. Dünyaya Bakışı Sarbân, Divan’ında sıklıkla dünyanın geçici olduğuna dair yaptığı vurgular yapmıştır. O, Hakk’ın zatından başka her şeyin geçici olduğu inancından hareketle ve dilin, gönlün ve hayata bakışın dünyanın geçici olduğu gerçeği üzerine inşa edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bir şiirinde; İş bu cihânı terkin it cümle ânun fikrin it, Dilde revân zikrin it lâ ilâhe illallah[12] ifadeleriyle Sarbân, dünyanın terk edilmesini, dilin yaratılış gayesi olan zikrullah ile başlayıp dünyada her şeyin fâni oluşunun tefekkür süreciyle idrâk edilebileceğini dile getirmeye çalışmıştır. Ahmed-i Sarbân, gönül âleminin dünya ve içindekilerden sıyrılıp Hakk’ın rızasına ve tecellilerine ulaşabilmesini dervişin ana hedefi olarak benimsemiş ve bu hedefe ulaşabilmek için samimi bir niyetle kalpten dünyayı çıkarıp orayı ilahî tecellilerin membaı haline getirmeyi ön şart olarak takdim etmiştir. O, bu konuda şunları söylemiştir: Tecelli-i cemâl istersen Ahmed, Derûnun mâsivâdan eyle halvet.[13] Sarbân’ın dünyaya bakışıyla ilgili genel bir değerlendirme yapacak olursak şunu söyleyebiliriz ki Sarbân, “El kârda, gönül yarda.” mantığınca, dünyayı imar etmeyi, bunu yaparken dünya sevgisinden uzak durmayı, dünyayı Hakk’ın rızası için gayret gösterilecek bir saha olarak görmeyi, Hakk sevgisinin yerleşmesine engel olacağı için gönlü meşgul eden dünya sevgisinden kaçınmayı ve dil ile başlayan bu sürecin gönülden dünya sevgisini çıkarıncaya kadar devam etmesi gerektiğini savunan bir sûfîdir. Gönül Sarbân’ın Melâmet düşüncesi ve dünyanın geçici olduğuna dair vurgularının ardından üzerinde en çok durduğu konu gönüldür. O; Hey müselmân kasd-ı din eyler koma kâfir hattun, Ol sebebden gönlümün âyinesinün pası var[14] beytinde ifade ettiği gibi, dünya kastını gönülden çıkarmanın gönül paslarını silip ilâhî tecellilere burayı hazır hale getireceğini söylemiştir. Ona göre, dünya putu kalpte bulunduğu sürece kişiyi ateşe sürükleyen bir süreç takip etmektedir. O; bu tehlikeli gidişe şu beytinde değinmiştir: Devr-i ruhunda ol sanem gönlümi asdı zülfine, Komadı asmagıle gör yakmağa kasdı nâredür.[15] Sarbân, gönlün sürekli mükemmeli araması gereken ve bağlarından kurtulup Hakk’a vuslatı düşlemesi hedeflenen bir yapıya sahip olması istenen yapısından da bahsetmiştir. O; Kurtulup emmâreden levvâmeye meyl eyleme, Nefsin idrâk itmeyen sultânı bilmez kandedür.[16] dizesinde, nefsin hile ve tuzaklarını tanımayan kimsenin bir aşamadan bir başka aşamaya geçtiğinde nefsinin aldatmasına kanıp gönlü irşattan geri durmaması noktasında uyarıda bulunmuştur. Aşk Sarbân’ın Divan’ında çokça yer verdiği bir diğer konu aşktır. O; Şarâb-ı aşk içen câm-ı cem içre, Bula dâra elin Hüsrevle sıhbet.[17] beytinde ifade ettiği gibi aşkı, Hak ile yakınlık elde edebilmek için bir aracı görmüştür. Hakk’a vâsıl olabilmek için gayret gösteren kimselerin Hakk’ın kapısında Hakk’tan başka her şeyden yüz çevirip çeviremediği kavgasını sürekli yaşadığına değinen Sarbân, bu kavgadan galip çıkabilmek için başların Hak yoluna feda edilmesi gerektiğini söylemiştir. O, bu benimsediği yolu şu şiirinde dile getirmiştir: Yârun eşiğinde agyâr uşşakla cenk eyler, Gavgadur urur durmaz hoş derd-i seri vardur.[18] Sarbân, zühd, dünya ve aşk ehli arasında karşılaştırma yaparak da aşk ehlinin Hak katındaki değerini izaha çalışmıştır. O; Ehl-i âşkun her zaman didardur eğlencesi, Zâhidün halvet bucagınun olur rüyası var. Ehl-i dünyânıın saray u kasrı vardur, âşıkun Dest-i kudretle yapılmış kubbe-i minası vardır.[19] Vahdet Düşüncesi Ahmed-i Sarbân, vahdet neşvesine bürünmüş bir sûfîdir. O, Hakk’ın varlığından başka gerçek varlık kabul etmeyen ve Hakk’ın tecellilerini müşâhede ile gönlünün sükûna ereceğini ifade eden bir mürşid-i kâmildir. O; Suretün âyinesinden gayri yerde gözlemez, Nûr-ı Hakk’ı dâimâ eyler nazar ehl-i safâ.[20] beytinde ve Cihanda gözlüye hiç gizlü yokdur, Görür maksûdını fî-külli zerrât. Açarsan can gözin ârif görürsin, Olupdur cümle âlem Hakk’a mir’ât.[21] beyitlerinde vahdet düşüncesini daha net bir şekilde ifade imkânı bulmuştur. O, ayna metaforu üzerinden Hakk’ın tecellilerinin her tarafta kişiyi kuşattığını, her zerrede Hakk’ın kendisini izhar ettiğini, gönül gözünü açıp bu seyre dalan âriflerin âlemin Hakk’a ayna olduğu hakikatine vâkıf olduklarını veciz bir şekilde ifade etmiştir. Sarbân; Her şeyden işit nutkını kim söyler ene’l-Hakk, Aç kulağını dinle bu güftâr tolıdur.[22] beytinde ise Hakk’ın tecellisini sadece görmek değil, işitmek ve tecrübe etmekle de bağlantılı olduğunu izaha çalışmıştır. O, söyleyenin de işitenin de Hakk’ın kendisi olduğu hakikatine dikkat çekmeye çalışmıştır. Ahmed-i Sarbân, vahdet bahçesinde Hakk’ın kişiye yeniden hayat bulduran tecellilerini şu beytinde ifade etmiştir: Bâğ-ı vahdetde cemâlün bir gül-i nev-bâdedür, Hacletinden ol gülün gülşende olur gülâb.[23] Sarbân, vahdet şuurunun peşinde olan âşıkların Hakk’ın tecellileri karşısında manevî sarhoşluğa kapılıp şaşkınlık halini yaşadıklarını, Hakk’ın onları mazur görüp aşk şarabından onları kandırmasını niyaz ettiğini görürüz. O, şunları söylemiştir: Mest olup vuslat umar âşıklarun ayb eyleme, Sâki-i vahdet elinden içeler câmu şarâb.[24] Sarbân, vahdet deryasında kanmanın kesretin boğucu etkisinden kurtulmaya bağlı olduğunu savunduğunu görürüz. Mü’minin bu hakikati idrak edebilmek için son derece dikkatli ve bilinçli olması gerektiğini Sarbân şu şekilde dile getirmiştir: Bir hakikat bahri içre anla ey sâhib nazar, Bir sadefdür bu cihân insan ana dür-dânedür.[25] Sarbân’ın altını çizdiği bir başka husus da kesret sıkıntısından kişinin ancak Hakk’ın hicabını kaldırmasına bağlı olduğu yönündeki telkinidir. O, şunları söylemiştir: Hicâb-ı izzeti yüzden götürse âlem-i vahdet, Bakardı ateş-i aşkı komazdı zerrece kesret.[26] Ahmed-i Sarbân, Bayrâmî Melâmîlerinin önde gelen pîrlerindendir. O, Melâmet yolunun esaslarını, dünyanın geçiciliğini, aşkın kılavuzluğunu, gönül evinin imar edilmesini ve vahdet deryasına dalıp buradan inciler çıkarmanın önemini Divan’ında sıkça gündeme getirmiştir. O, şiirdeki mahareti, yetiştirdiği talebeleri, sakin yapısı ve ilimdeki derinliği ile birçok gönle hitap etmiş etkin bir sûfîdir. Dönemindeki siyasî irade ile yakın ilişkileri olan Sarbân, bu ilişkilerini hiçbir zaman dünya menfaati için kullanmamıştır. O, suretten sîrete, riyadan ihlâsa, kuru kavgadan samimiyete, düşmanlıktan dostluğa ve nefretten sevgiye doğru bir değişimin ayak izlerini takip etmeye çalışmış bir gönül eridir. Bu anlamda Sarbân, nefsin en büyük düşman olduğuna vurgu yapan ve aşk bahrinin donanımlı bir kumandanı olan kişiliği ile ön plana çıkan isimlerden biri olmuştur. [1] Abdülbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s.50-55; Osman Türer, “Melâmîliğe Dair”, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 39, Aralık 1985, s.25-51. [2] Mehmed Ali Ayni, Hacı Bayram-ı Veli, İstanbul 1343, s. 118-121. [3] Nihat Azamat, “Ahmed Sarbân”, Türkiye diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.XXXVI, s.132. [4] Müstakim-zâde de Ahmed Sârbân’ın, Pîr Alâeddin Ali Aksarayî’nin (ö. 944/1537) halifesi ve vârisi olduğunu vurgulamıştır. Müstakimzâde Süleyman Sadeddin, Risâle-i Melâmiyye-i Bayrâmiyye, İstanbul Üniversitesi. Ktp., İbnü’l-Emin, No: 3357, vr.14b-15a. [5] Nev’îzâde Ataullah (Ataî), Hadâiku’l-Hakâik fî Tekmileti’ş-Şekâik (Zeyl-i Şekâik), Neşreden: Abdülkadir Özcan, c.II, İstanbul 1989, s. 70; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtu’l-Fuâd fi’l-Mebde-i ve’l-Meâd, İstanbul 1288, s.246; La’lîzâde, Tarîkat-ı Aliye-i Bayrâmiyye’den Tâife-i Melâmiyye’nin An’ane-i İrâdetleri, Tarihsiz, s.30-31; Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, c.I, s.20; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar No: 2305-2309, c.II, s.282. [6] Abdülbaki Gölpınarlı, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, İnkılap Yayınları, İstanbul 2004, s.117. [7] Hâşimî Emir Osman, Tarikatnâme, Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa No: 758, vr. 31b-32a. Mehmed Nazmî, Vizevî’nin halifelerini taltif ederek, şu şekilde sıralamıştır: “Sârbân Ahmed’in halifelerinden Alâeddin Vizevî’ye müntesip olanlar, âşikâr olarak tarikat ayinini icrâ edip, cümlenin makbûl ve mahbûbu, kimsenin dahl ve taarruzu yoktur. Kasımpaşa’da Kulaksız’da zâviyelerinde Seyyid Hâşimî Osman Efendi, Okmeydanı’nda eniştesi Hamdi Efendi ve İstanbul’da Helvâyî Baba demekle meşhûr olan Şeyh Yakub, Bayrâmî tarikatı üzere âyîn icrâ ederler. Kimsenin dahl ve taarruzu yoktur. Husûsan keşf ve kerâmetleri meşhûrdur”. Bkz., Osman Türer, Osmanlılarda Tasavvufî Hayat, Hediyyetü’l-İhvân (Halvetîlik Örneği), İnsan Yayınları, İstanbul 2005, s.455. [8] Selami Şimşek, “Anadolu İle Balkanlar Arasında Geçit Bölgesi Tekirdağ’da Tasavvuf ve Tarîkatlar”, Süleyman Uludağ Kitabı, Hazırlayan: Mustafa Kara, Dergâh Yayınları, İstanbul 2008, s.400-401. [9] Atâî, Zeyl-i Şekâik, s.70; Selami Şimşek, “Kırklareli’de Tarikatlar ve Tekkeler”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: 8 [2007], Sayı: 18, s.211-212. [10] Hayatı hakkında geniş bilgi için bkz., Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul 1982, c.I, s.53; aynı müellif, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, İstanbul 1977, c.I, s.75; Ahmet Necdet, Tekke Şiiri Antolojisi, İnkılap Yayınları, İstanbul 1997, s.264; Hasan Kaya, “Tekirdağlı Divan Şairleri”, Rodos’tan Süleyman Paşa’ya Tekirdağ, Uluslararası Tekirdağ Tarihi Sempozyumu Bildirileri (26-27 Mart 2015), Kitabevi Yayınları, İstanbul 2016, s.503. [11] Bekir Kayabaşı, “Sarban Ahmed Divan’ında Melâmîlik”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 5/1 Winter 2010, s.1123-1146. [12] Ahmed-i Sarbân, Divan, Selim Ağa Ktp., Haşim Baba, Nu: 74, vr.40b. [13] Sarbân, Divan, vr.3b. [14] Sarbân, Divan, vr.5b. [15] Sarbân, Divan, vr.8b. [16] Sarbân, Divan, vr.7b. [17] Sarbân, Divan, vr.3b. [18] Sarbân, Divan, vr.5b. [19] Sarbân, Divan, vr.5b. [20] Sarbân, Divan, vr.1b. [21] Sarbân, Divan, vr.4a. [22] Sarbân, Divan, vr.8b. [23] Sarbân, Divan, vr.47a. [24] Sarbân, Divan, vr.47b. [25] Sarbân, Divan, vr.7b. [26] Sarbân, Divan, vr.3a.
Fatih ÇINAR
YazarSon ilâhî vahyin ilk muhatabı olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), her mü’minin gönlünde eşsiz bir yere sahiptir. Mü’minlerin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e olan sevgi ve hürmetlerini gösteren önemli başlıkl...
Yazar: Fatih ÇINAR
Bilindiği üzere peygamberlerin mucizeleri, kendi devirlerinde revaçta bulunan ve gelişmiş olan bilim ve sanata göre farklılık arz etmektedir. Bu durum, onların gönderildikleri kavimde kabul edilmeleri...
Yazar: Hamit DEMİR
Cahiliye Dönemi müşrikleri mühim işlerine “Lat adına!”, “Uzza adına!” ve “Menat adına!” diyerek başlarlarken Hıristiyanlar “Baba-oğul ve kutsal ruh adına!” diyerek başlarlardı. Hanif dinine mensup ola...
Yazar: Aydın BAŞAR
“Anadolu İrfânı” tabiri Anadolu coğrafyasını yüzyıllardır rengine boyayan mânevî bir neşvenin en kısa ve özlü ifadesidir. Gönül dünyasını şekillendirdiği insanları, Hak ve halk nezdinde saygın bir kon...
Yazar: Fatih ÇINAR