Yâre Yâdigâr
1880 yılında Sivas’ta dünyaya gelen İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Çifte Minareli Medrese’de eğitim aldıktan sonra askerî rüşdiyeyi bitirmiştir. Şifâiyye Medresesi’nde tahsilini tamamlamış, çeşitli kurumlarda memur olarak çalışmıştır.
Tokatlı Nakşbendî-Hâlidî şeyhi Mustafa Hâkî Efendi’ye intisap eden İsmail Hakkı Efendi, şeyhinin vefâtının ardından Mustafa Takî Efendi’nin riyâsetinde seyr u sülûkunu tamamladıktan sonra 1925 yılında postnişin olmuştur. Sivas’ta eğitim kurumları, mescid ve tekkelerin yapımı ve îmârında aktif rol alan İsmail Hakkı Efendi, 2 Ağustos 1969 tarihinde vefât etmiş, na’şı Ulu Cami hazîresine defnedilmiştir.[1]
Şairliği ile pek bilinmeyen İsmail Hakkı Efendi rüyasında gördüğü güzel yüzlü bir zatın işaretiyle bir mevlid kaleme almış ve adını Yâre Yâdigar olarak belirlemiştir.[2] 175 beyitten oluşan ve İsmail Hakkı Efendi’nin tek eseri olan mevlidin bahir sonlarında Arapça manzum salâvat ifadeleri ve bahir aralarında Arapça na’t-ı şerifler yer almaktadır.
Her bahirde 11’li hece ölçüsü kullanılmakla beraber kâfiye ve redifler farklıdır. Mevlidin sonunda duâ içerikli beyitler ve bir kasîde bulunmaktadır. Bu mevlid-i şeriften seçilen bazı beyitler kısa açıklamalarla yazımıza konu edilecektir.
Hem o Nebî-i âhir zamâne
Ümmetlik ile verdin nişâne
(Ey Allah’ım! Bize alâmet olarak, âhir zaman Peygamberine ümmet olmayı verdin.)
Elhamdülillah elhamdülillah / Sen ekrem ettin bizleri eh Şâh beyitinin ardından gelen bu dizede İsmail Hakkı Efendi, gizli bir nidâ ile Cenâb-ı Allah’a seslenmekte ve insanoğlunun diğer yaratılmışlardan üstünlüğüne işaret eden ayetteki tekrîmden[3] ilham alarak daha özel bir üstünlüğe atıf yapmaktadır. Buna göre nasıl ki yaratılmışlar içerisinde insanoğlu Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarına muhâtap olmakla diğerlerinden ayrılıyorsa insanlar arasında da âhir zaman Peygamberine tâbî olanlar diğerlerinden şan, şeref ve fazîlet bakımından üstündürler.
Mevlûd-i pâk-i Rasûlullâhı
Görsem n’olurdu ol yüzü mâhı
(Ne olurdu, Allah Rasûlü’nün temiz doğumunu ve onun ay gibi yüzünü görseydim?)
Hemen her na‘t şairi gibi İsmail Hakkı Efendi de rüyada Peygamber Efendimiz’i görmenin hasretini çekmektedir. Zira “Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü şeytan hiçbir şekilde benim suretime giremez.”[4] hadis-i şerifinde beyan edildiği üzere rüyada Rasûlullah’ı görmek, gerçekliğinden şüphe edilmeyecek bir hakîkattir.
Yağmur duâsı gibi bir âfet için
Andan istişfâ‘ ederler bütün
(Bir âfet için yağmur duâsı edildiği gibi insanların tamamı ondan şefâat diler.)
Bu beyitte İsmail Hakkı Efendi, sıkıntıya düşen insanların, arasındaki ihtilâfları unutarak bir araya gelmelerine atıf yapmakta, yağmur duâsına çıkan insanlarla kıyâmet günü hesabın görülmesini bekleyenleri birbirine benzetmektedir. Zira kıtlık âfetinin üzerlerinden kalkmasını ümit eden insanların hep birlikte duâ etmesi gibi mahşer gününde de hesabın hemen başlaması için insanların tamamı Peygamber Efendimiz’den şefâat isteyeceklerdir.
Şefâat-i uzmâ adı verilen bu şefâat[5], tıpkı yağan yağmurun Müslüman-kâfir, sâlih-fâcir ayırt etmeksizin herkesi ıslatması gibi herkese fayda sağlayacaktır. Bu teşbih ve şefâat, aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in âlemlere rahmet[6] oluşunun bir tezâhürüdür.
Ol vakte kadar ism-i Muhammed
Arab’da tesmiye edilmemişti ebed
(O vakte kadar Araplar arasında Muhammed ismi kesinlikle verilmemişti.)
İslâm tarihi kaynaklarında geçtiğine göre Peygamber Efendimiz dünyaya geldiğinde dedesi Abdulmuttalip onun için bir koç kurban etmiş ve insanlara ziyâfet vermiştir. Doğan torununa ne ad verdiği sorulduğunda ise, “Muhammed adını verdim.” demiştir. “Bu çocuğa neden babalarından birinin ismini değil de Muhammed adını verdin?” diye sorulduğunda ise, Abdulmuttalip, şu hikmetli cevabı vermiştir: “İstedim ki onu Yüce Allah göklerde, insanlar da yeryüzünde övsün!”[7]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sadece ismi bakımından değil sıfatları, fiilleri, hâli ve kemâli bakımından görülmemiş bir güzellikte; sadece Araplar arasında değil bütün insanlar arasında görülmemiş bir özelliktedir.
Dünyâ âhiretin izz ü şerefi
Anınla fahr eder umûm selefi
(Kendisinden önceki bütün peygamberler, dünya ve âhiretin izzet ve şerefi olan Peygamber Efendimiz’le övünürler.)
İsmail Hakkı Efendi, burada, zikretmediğimiz beyitlerde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in selefi olan peygamberlerin öne çıkan özelliklerini şahsında topladığından bahsetmektedir. Buna göre Hz. Âdem’in saflığı, Hz. Nûh’un yüceliği, Hz. İsmâil’in dili, Hz. İbrâhim’in dostluğu, Hz. Yûsuf’un güzelliği, Hz. Ya‘kûb’un müjdesi, Hz. Eyyûb’ün sabrı, Hz. Dâvûd’un sesi, Hz. Yahyâ’nın dünyaya değer vermeyişi ve Hz. Îsâ’nın cömertliği Peygamber Efendimiz’in şahsında toplanmıştır.
Bu özelliği bakımından Hz. Peygamber (s.a.v.), nübüvvet halkasının hâtemi ve nebîlerin övünç vesilesidir.
Ketf-i saâdette bir dürr-i meknûn
Görenler oldular bî-tâkat meftûn
(Mübârek omuzları arasında gizli inci vardı; onu görenler, tâkattan kesilip hayran olmuşlardır.)
İsmail Hakkı Efendi, bu beyitte Peygamber Efendimiz’in omuzları arasındaki nübüvvet alâmeti olan siyah beni, sadefinde gizlenmiş beyaz inciye benzetmiştir. Meknûn/gizlilik, söz konusu beni herkesin görme imkanına sahip olmadığını ifade ederken siyah ve beyaz arasında bir tezat söz konusudur.
Beytin ikinci mısraında ise âhir zaman peygamberinin geleceğini bekleyen ve onun zâhirî-bâtınî özelliklerini bilen ehl-i kitap âlimlerinin durumundan söz edilmektedir. Bilinen bir örnek olarak Rahip Bahîrâ, amcası Ebû Tâlip ile Şam’a ticaret için gelen Peygamber Efendimiz’in risâletinden emin olmak için sırtını açmış ve nübüvvet alâmeti olan mührü görmüştür.[8]
Mecûsî'den Nasarâ'dan Yehûd'dan
Birçokları geçti haç ile puttan
(Ateşperest, Hıristiyan ve Yahudilerden birçoğu haç ile puttan vazgeçmiştir.)
Peygamber Efendimiz’in dünyaya geldiği Arabistan Yarımadası dinler bakımından oldukça çeşitliliğe sahip bir coğrafyadır. Beyitte bunlardan birkaçına işaret edilmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in davetine tâbî olanların haç ve puttan vazgeçtiği belirtilmiştir. Leff ü neşr sanatına yer verilen bu beytin birinci dizesinde dinler, ikinci dizesinde ise bazı dinlerin kutsal sembolleri zikredilmiştir.
Selâm kabr-i hâkine riyâz-ı ıtır nâkine
Salât et rûh-i pâkine bu mevlûd-i Muhammed’dir
[1] Reşat Öngören, “İsmail Hakkı Toprak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Erişim 11 Temmuz 2025).
[2] İhramcızâde İsmail Hakkı Efendi, Yâre Yâdigâr (Sivas: Buruciye Yayınevi, 2009), 18-42.
[3] 17/İsrâ, 70: “Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.”
[4] Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc Müslim, Sahîhu Müslim (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 2022), Rüyâ, 11.
[5] Müslim, İman, 322.
[6] 21/Enbiyâ, 107: “Ve seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”
[7] Ebu’l-Kasım Alî b. el-Hasen b. Hibetillâh b. Abdillâh b. Hüseyn İbn Asâkir, Târîhu Dımaşk (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1995), 3/32.
[8] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye Sîret-i İbn Hişâm, çev. Mehmet Beşir Eryarsoy (İstanbul: Siyer Yayınları, 2023), 1/250-254.
Hamit DEMİR
YazarAsıl adı Mehmed olan Fuzûlî, hayatı hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz şairlerdendir. 1400’lü yılların sonunda Kerbelâ’da doğduğu ve Türk asıllı olduğu bilinmektedir. Fuzûlî mahlasını kelimenin b...
Yazar: Hamit DEMİR
Bugünlerde kızlarımı düşünerek, bize ait olan kavramları onlara yeniden tanıtmak ve öğretmek, onlarla dertleşmek, hâlleşmek ve tecrübelerimi paylaşmak sadedinde mektuplar yazıyorum. Tıpkı oğlumu düşün...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Gürün'üyle, Doğanşar'ıyla, Kangal'ıyla, Koyulhisar'ıyla, Yıldızeli'siyle, Hafik'iyle, Suşehri'yle, Şarkışla'sıyla, Divriği'siyle ve Zara'sıyla Sultan şehirdir Sivas. Şemseddin Sivasî'siyle, Pir Sultan...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Karabulutları tutunca ağrı,Başlar bir sağanak sel gider gelir.Sevdalı suların yarılır bağrı,Uzak kıyılara sal gider gelir.Üstünde toprağın altında göğün,Aldırma biriksin dert yığın yığın.Meseldir, aşı...
Şair: Satılmış ŞEN