Yahudilere Karşı Zafer: Hayber'in Fethi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile olan anlaşmalarını bozup ihânet eden Yahudiler, Medine'den sürgün edilmiş ve çoğu Hayber’e yerleşmiştir. Burada Peygamberimiz (s.a.v.) ve İslâmiyet aleyhinde çeşidi iftira ve propagandalarına devam etmişlerdi. En büyük ticaret yolu olan Şam ticaret yolu buradan geçmekteydi. Yahudiler ise bu yol üzerinde güç elde ediyor ve ticareti kontrol altına almaya çalışıyorlardı. İşte bütün bu sebepler Hayber meselesinin bir an evvel hâllini gerektiriyordu.
Hayber Gazası
628 yılında Muharrem ayının sonlarında Hayber Gazâsına çıkmaya karar veren Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ashabına hazırlanmalarını emretti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in emri üzerine Müslümanlar derhal toplandılar. Sayıları 200'ü atlı olmak üzere 1.600 kişiyi buldu.
Daha sonra, Peygamber Efendimiz Hayber'de bulunduğu sırada Devs Kabilesinden 400 kişi ve Habeşistan'dan gelen Muhacir Müslümanlar da İslâm ordusuna katılmışlardır. Ayrıca Medine'den hareket eden İslâm ordusunda Rasûl-i Ekrem'in zevcesi Hz. Ümmü Seleme ile birlikte yirmi kadar Müslüman kadın da vardı. Harp esnasında yaralanan mücâhidleri tedavi etmek, onlara yemek pişirmek ve ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olacaklardı.
Peygamber Efendimiz, ordusu ile Reci' denilen yere vardı ve orada konakladılar. Burası Hayber'le Gatafanlıların yurdu arasında bir yerdi. Buraya gelip konmalarının bir sebebi vardı. Şöyle ki; Hayber Yahudileri Gatafanlılardan yardım istemişler, onlar da bunu kabul edip gerektiğinde gelip kalelerinde İslâm ordusuna karşı müştereken savaşabileceklerini bildirmişlerdi.
Rasûl-i Ekrem, bu durumu haber almıştı. Bu yardıma mâni olmak için de, Gatafanlılara, “Şayet Yahudilere yardım etmezlerse, fethedilecek Hayber'in bir yıllık hurma mahsûlünün kendilerine verileceği.” teklifinde bulunmuştu. Ancak, onlar kabul etmemişlerdi. İşte buraya gelip konmakla, Gatafanlılardan Yahudilere gelebilecek herhangi bir yardımın önünü kesmiş oluyordu. Nitekim, bu durum karşısında Gatafanlılar, Hayber Yahudilerine hiçbir yardımda bulunamayıp yurtlarında oturmak zorunda kaldılar.
Hayber Önlerinde
Bir gece vakti Hayber önlerine vardı. Gece baskında bulunmak âdeti olmadığından sabahı bekledi. Sabah olunca, Hayberliler, ellerinde ziraat âletleriyle tarlalarına gitmek üzere kalelerinden çıkınca karşılarında İslâm ordusunu buldular. Birden şaşırıp kaldılar ve bağrıştılar. Sonra da telâş ve heyecan içinde gerisin geri kaçıp kalelerine sığındılar.
Onların bu şaşkınlığını ve gerisin geri pürtelâş kaçıp kalelerine sığındığını gören Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.), bu durumu hayra yorarak şöyle buyurdu: “Allahü Ekber! Allahü Ekber! Haribet Hayber! (Hayber harap oldu). Biz düşman bir kavmin yurduna baskın yapıp girdik mi, korkutulmuş olan o kavmin hâli ne kötü olur!”
Hayber Yahudileri aralarında görüştüler, konuştular ve sonunda kalelerinde kalıp müdafaa harbi yapmaya karar verdiler. Savaşacak olan Yahudilerin hepsi en kuvvetli kale olan Natat Kalesi’nde toplandılar. Eşyalarını, aile ve çocuklarını da başka kalelere yerleştirdiler.
Çarpışma, Yahudilerin toplandıkları Natat Kalesi’nden mücâhidlerin üzerine ok atılmasıyla başladı. İslâm ordusu da Natat önünde karargâhını kurmuştu. Peygamber Efendimiz ve mücâhidler her sabah silahlanarak Natat Kalesi’nin üst taraflarına geliyor, akşama kadar Yahudilerle çarpışıyor, akşamleyin ise tekrar Reci'e dönüyorlardı.
Bu arada Peygamber Efendimiz bir baş ağrısına yakalandı. İki gün mücâhidlerin yanına çıkamadı. Ordunun başına önce Hz. Ebû Bekir'i görevlendirip Yahudilerle çarpışmaya gönderdi. Şiddetli çarpışmalar olmasına rağmen fetih gerçekleşmedi. İkinci sefere ak sancağını Hz. Ömer'e verdi ve mücâhidlerle birlikte çarpışmaya gönderdi. Yine şiddetli çarpışmalar cereyan etti, ama fetih ona da nasib olmadı. Yedi gün böylece devam etti.
Allah ve Rasûlü Onu Sever, O da Allah ve Rasûl’ünü Sever
Muhasara devam ediyordu. Peygamber Efendimiz, bir gün şu müjdeyi verdi: “Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Rasûlü onu sever, o da Allah ve Rasûl’ünü sever. Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir.” Mücâhidleri bir merak sardı. Acaba bu büyük şerefe nâil olacak zât kimdi? Her mücâhidin gönlünde uyanan samîmî arzu ve duygu, Hz. Fahr-i Âlemin elinden mübârek ve şerefli sancağı alabilmekti.
Geceyi bu ümit ve arzuyla geçirdiler. Sabah olunca merak ve heyecanları daha da arttı. Bu heyecan ve samîmî arzusunu Hz. Ömer, “Kumandanlığı o günkü kadar arzu ettiğim zaman olmamıştır.” diyerek dile getirmiştir. Her bir mücâhid aynı arzu, aynı heyecan, aynı ulvî duygular içinde merakla bekleşirken, sabah namazından sonra Peygamber Efendimiz sancağın getirilmesini emretti.
Sancak derhal getirildi. Artık bütün dikkatli bakışlar Peygamber Efendimiz’in mübârek elinde bulunan sancağın üzerinde, kulaklar ise mübârek ağızlarından çıkacak ve fâtihi belirleyecek söze pür dikkat kesilmişti. Bu merak ve heyecan dolu manzara karşısında “Ali nerede?” diye sordu.
Gariptir ki Hz. Ali o sırada gözlerinden rahatsızdı, “Yâ Rasûlallah, onun gözleri ağrıyor.” dediler. Rasûl-i Ekrem buna rağmen, “Olsun! Çağırın gelsin!” buyurdu. Haberi alan Hz. Ali, derhal huzura çıkıp geldi. Ağrıyan gözleri mübârek duasıyla şifâ buldu. Peygamber Efendimiz ayrıca onun için, “Allah'ım! Soğuğun sıkıntısını bundan gider!” diyerek de duâ etti. Hz. Ali der ki; “O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan asla rahatsız olmadım.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ak sancağı artık Hz. Ali'nin elindeydi. Merak dolu bakışlar, birden imrenmeye dönüşmüştü. Demek Allah ve Rasûl’ünün sevdiği ve onun da onları sevdiği zât buydu. Demek Hayber, bu şerefli zâtın eliyle feth olunacaktı. Her bir sahabî aynı duygular içinde İslâm’ın bu bahadırına gıpta ile bakıyorlardı.
Sancağını Hz. Ali'ye teslim eden Rasûl-i Ekrem kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikâr'ı da beline kendi eliyle bağladı. Sonra da şu emri verdi: “Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme.” Hz. Ali, mübârek sancak elinde heyecanla ilerliyordu.
Bir müddet gittikten sonra, “Yâ Rasûlallah, ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışacağım?” diye sordu. Kâinatın Efendisinden şu cevap geldi: “Allah'tan başka ilah ve ibâdet edilecek bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şehâdette bulununcaya kadar onlarla çarpış. Onlar bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar. Kalblerindekilerin hesabı ise Yüce Allah'a aittir.”
Bu cevabı alan Hz. Ali, kararlılık ve sevinç dolu bir sesle, “Yâ Rasûlallah, onlar Müslüman oluncaya kadar kendileriyle savaşacağım.” dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurdu: “Onların kalelerinin yanına varıncaya kadar vakar içinde ilerle. Sonra onları İslâm’a dâvet et. Müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir.” “Vallahi, senin vasıtanla, Allah'ın onlardan bir tek kişiyi hidâyete erdirmesi, senin için birçok kızıl develere sahip olup, onları Allah yolunda sadaka vermenden daha da hayırlıdır.” Peygamber Efendimiz, tarih boyunca yapılacak İslâm fetihlerinin temel hedefini ilan ediyordu.
Teke Tek Vuruşma
Hz. Ali, elinde Hz. Rasûlullah’ın beyaz sancağı ile mücâhidlerin önünde ilerleyip sancağı Natat Kalesi’nin dibine dikti. Onları İslâm'ın esaslarını anlatıp Müslüman olmaya dâvet etti. Fakat Yahudiler Müslüman olmayı kabul etmediler. Çarpışmalar oldu pek çok Yahudi öldürüldü.
Bu arada Hayber Yahudilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca, askerleriyle birlikte kaleden çıktı. “Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere aslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır.” diye haykırıp övünüyordu.
İslâm kahramanı Hz. Ali, duyduklarına aldırış etmeden şu mukabelede bulundu; “Ben de annemin bana Haydar (arslan) adını taktığı adamım. Cesarette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim.” Yapılan teke tek vuruşmada, Yahudilerin en kuvvetli adamı olan Merhab, “Esedullah” (Allah'ın arslanı) ünvanının sahibi olan Hz. Ali karşısında dayanamayıp, kafası Zülfikârla ikiye bölünerek yere düştü. Manzarayı gören Hz. Rasûlallah mücâhidleri müjdeledi; “Sevininiz! Hayber'in fethi artık kolaylaştı.” Adamlarının teker teker yere serildiklerini gören diğer Yahudiler gerisin geri kaçışmaya başladılar. Artık, düşman bozulmuştu. Ve Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz’in beyan buyurdukları gibi Allah, fethi Hz. Ali eliyle Müslümanlara ihsan etmişti. Kaçışan düşman askerleri arkasından Hz. Ali ile birlikte mücâhidler Natat Kalesi’ne girdiler.
Antlaşma ve Eman
On günü bulan bir muhâsara esnasında kalelerinin birer ikişer düştüğünü gören Yahudiler, çaresiz kalıp sulh istediler. Peygamber Efendimiz bu isteklerini kabul etti. Kendilerinden gelen heyetle Peygamber Efendimiz (s.a.v.) arasında şu maddeler tespit edildi:
Bu şartlar çerçevesinde anlaşmaya varılıp sulh yapıldıktan sonra, Yahudiler Hayber'den çıkmak üzere hazırlandılar. Bu sırada Peygamber Efendimiz’e şöyle bir teklif getirdiler: “Biz mal mülk sahipleriyiz. Mülk bakımı ve işletmesini iyi bilir ve başarırız, bırak bizi Hayber topraklarında kalalım! “ Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve sahabîler burada duracak durumda değillerdi.
Bakıp gözetmeye de müsâit bulunmuyorlardı. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tekliflerini müsbet karşıladı ve Hayber mahsûllerinin yarı yarıya bölüştürülmesi şartı ile onların tekrar yurtlarında kalmasına müsaade etti. Ancak bu anlaşma, istendiği zaman Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından ortadan kaldırılabilecekti.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, her sene mahsûl zamanı Abdullah bin Ravâha Hazretleri’ni Hayber'e gönderirdi. Hz. Abdullah, mahsûlâtı yarı yarıya ayırır, sonra da onları istediğini almada serbest bırakırdı. Bu âdilane muâmele karşısında Yahudiler, “Yer ve gök bu adâlet sayesinde ayakta duruyor!” demekten kendilerini alamazlardı.
Resul KESENCELİ
YazarEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bu gazelini şu olay üzerine yazdığını anlatmıştır: Bir gün Aşağıulupınar’da sohbet olduğunu duyduk. Ahmet Nuri Ağabeyimle birlikte gittik. Gittiğimizde bize kapıyı açmayı...
Yazar: Resul KESENCELİ
BeyitGönül nefsine hâkim oluben eyle zafer peydâZiyâsı kalbi rûşen kılmağa et bir kamer peydâ(Ey gönül sen nefsine hâkim olursan, onun dediğini yapmazsan, nefsine boyun eğmezsen zafere ulaşırsın, baş...
Yazar: Resul KESENCELİ
Babadan oğula yağız atlarla,Eyerden eyere aşmak ne güzel,Teheccüd vaktinde per kanatlarla,Seherden sehere taşmak ne güzel!Şimşek gibi çakıp, su gibi akıp,Şu nazlı bayrağı burçlara takp,Nimetleri bir t...
Şair: Halil GÖKKAYA
17.Yüzyıl Osmanlı Devletinde Bursevî’nin Mürşidi Osman Fazlı Efendiİsmail Hakkı Bursevî, Celvetiye mürşidi Osman Fazlı Efendi’ye intisap etmiştir. Onun terbiyesinde yetişmiş tasavvufî eğitimini tamaml...
Yazar: Resul KESENCELİ