Niyazî-i Mısrî’de Bazı Tasavvufî Remizlere Dair
Tasavvuf edebiyatımızın en çok konuşulan, tartışılan şairlerinin başında gelen Mısrî’nin şiirindeki asıl hava tasavvufî aşk, neşve ve edâdır.” Mısrî’nin, Ahmet Yesevî, Yunus Emre çizgisini sürdüren önemli şairlerden biri olarak dikkat çektiği gibi Nesîmî, Elvân-ı Şirâzî, Fuzûlî, Kutupzâde İbrahim, Aziz Mahmûd Hüdâyî, Sinan Ümmî, Gaybî Sunullah, Şemseddin Sivasî gibi şairlerin şiirlerine nazire yazması bunlardan etkilenmiş olabileceğini gösterir.
Mısrî’nin mânevî olarak etkilendiği, feyz aldığı şahsiyetlerin başında Hz. Ali, Muyiddin İbn Arabî ve Mevlânâ’nın geldiği ifade dilmektedir.[1]
Âlim bir mutasavvıf olarak hem Arapça hem Türkçe eserler kaleme alan Mısrî’nin Türkçe eserleri daha çok kısa risâleler hâlindedir. Arapça eserleri: Mevâ'idü'l-'irfân, ed-Devretü'l-'arşiyye fî ahkâmi’l-ferşiyye (Devre-i 'Arşiyye), Tesbi'-i Kasîde-i Bürde, Tefsîru Fâtihati'l-Kitâb, Mecâlis.
Türkçe bazı eserleri: Dîvân, Tuhfetü'l-uşşâk, Mecmua, Risâle-i Es'ile ve Ecvibe-i Mutasavvıfâne (Risâle fi't-tasavvuf), Risâle-i Devriyye, Ta'birâtü'l-vakıât, Şerh-i Esmâü'l-hüsna (Esmâ-i Halvetiyye), Şerh-i Nutk-ı Yunus Emre...[2]
Niyazî Mısrî’nin şiirlerinde yer yer şeriatın sınırlarını zorlayan ifadeler bulunmakla birlikte özellikle Risâle-i Es'ile ve Ecvibe-i Mutasavvıfâne’de şeriatın zâhirine sıkı bir bağlılık sergilediği dikkat çeker. Tasavvuf nedir, sorusuna verdiği şu cevap onun şeriat konusundaki titizliğini göstermektedir[3]:
“Eger bize iderlerse tasavvufun ibtidâsı nedür? Cevâp virürüz ki îmânun altı erkânı vardur ki ol erkân Allah’un varlığına ve birliğine ve meleklerine ve kitâblarına ve rasûllerine ve kıyâmet gününe ve hayır ve şerr Allah’un takdîriyle oldugına dil ile ikrâr ve gönül ile taṣdîkdür. Taṣavvufun ibtidâsı budur. Eger suʼâl iderlerseki taṣavvufun intihâsı nedür? Cevâb virürüz ki taṣavvufun intihâsı da bu altı erkân-ı îmâniyeyi dil ile ikrâr ve gönül ile taṣdîkdür.”
Yine aynı risâlede, “Şerî’ati nâkıṣ olanun hakîkati de nâkıṣ olur.”[4] diyen Mısrî’nin, sûfîlerin itikâdına dair sorulan bir soruya verdiği cevap onun şeriata olan samîmî bağlılığının ifadesidir; “Bu ṣûfîler i’tikâdda ve ‘ameliyâtda ne meẕhedendür? Cevab: Ṣufîlerün ekŝeriyâ ‘akâʼid-i İslâmiyetde meẕhebleri ehl-i sünnet ve’l-cemâ’atden Şeyhü’l-islâm vel-müslimîn e’ş-şeyh Ebû Manṣûr Maturîdîdirler”[5]
Mıṣrî sufîlerin mezhebi konusundaki sözlerini dört mezhep imamının itikâtlarının aslında aynı olduğunu, birtakım fürûat konularında ihtilâf ettiklerini ve hiçbir sûfînin onların makamına ulaşamayacağını ifade ettikten sonra şöyle tamamlar: “İşte ṣûfîlerün mübtedîlerinün ve müntehîlerinün meẕhebleri bu ehl-i sünnet ve’l-cemâ’at meẕhebidür, gayrı degül.”[6] Mısrî, sûfîler arasındaki, bir şeyh ne kadar kerâmet sahibi olsa da şeriatın zâhirine uymuyorsa yanlış yoldadır anlayışını da aynı risâlede vurgulamıştır.
Bu kısa girişten sonra asıl konumuza gelelim. Klâsik şiirimizde kullanılan bazı kelime ve remizler bazı yanlış anlamlara gelebilecek şekilde kullanılabilmektedir. Kelimelerin sözlük anlamlarıyla yetinen, klâsik şiirin dünyasına pek de vâkıf olmayan bazıları özellikle tasavvufî bazı şairlerin şeriata aykırı olduğunu iddia edebilmektedir.
Oysa klâsik şiirimizde kelimelerin lügat anlamlarından ziyâde taşıdıkları mecâzî ve tasavvufî anlamlar üzerinde durulmak icap eder. Şair gönlüne emânet dilen ilhamı açıklarken bu remizlere başvurmak durumundadır. Zira tasavvufun dili remizlerle örülüdür.
Mısrî, yanlış yorumların önüne geçmek için söz konusu risâlesinde tasavvufî şiirlerde geçen şarap, meyhane, kadeh, mahbup, zülüf, hâl ve yanak gibi tasavvufî kelimelerin ve remizlerin ne anlama geldiğini açıklama ihtiyacı duymuş, böylece yaptığı tasavvufî yorumlarla hem sûfî şairleri hem klâsik şairleri tezkiye etmiştir. Sûfîlerin eşyanın zahirinden batınına ve suretinden manasına nüfuz ettiklerini söyleyerek bu kelimelerin tasavvufî anlamlarını şöyle açıklamıştır:
Şarâbdan murâdları ma’rifetullâhdur; neticesi mahabbetu’llâhdur ve ‘aşkdur. ‘aşkla mahabbet bir mâ’nâyadur. Ve meyhâneden murâd mürşid-i kâmilün gönlidür ki mahabbetullâh hazînesidür. Ve kadehden murâd ṭâlibe telkîn itdügi ismu’llâhdur yâhud dehânından ma’ârif-i ilâhiyye ile ṣüdûr iden kelimâtdur.
Sâlik dinledükce ol kelimâtun ẕevkıyle mest ü lâ-ya’kıl olur. Ve mahabûbdan murâd mürşid-i kâmildür. Zira mahbûbı gördükde gönül bir mahabbet itdügi tenâsüb-i a’zâsı olup her bir nakşı yirlü yirin buldugıyçün gönül mahabbet ider. İmdi salike mürşid-i kâmilün derûnında ma’ârif-i ilâhiyye yüz gösterüp ol ma’rifetle eşyâyı kemâhî görmege başlayup mürşidün her sözini ve her işini ve her ṣıfât-ı bâṭınâsını ve ma’ârif-i ilâhiyesini bilüp anlamaga başladugı gibi göziyle ol mürşid ol mahbûb-ı ṣûrîden bin mertebe sevgilü görinür zira ol mahbûb tendür bu mahbûb cândur.
Ve zülüfden murâd mürşidün ṭâlibden yana tenezzül idüp kelimât-ı câẕibe söyledigidür. Ve hâlden (yüzdeki ben) murâd mürşidün istignâ’âleminde gâh müstagrak-ı bahr-i viṣâl-i ẕât oldıgı ki ol vakitde gönli irşâddan müstagnî olur. Ve yanagından murâd gâhî ṭâlibe zamân ṭâlibün gönlinden iki cihân fikrini selb idüp belki ṭâlibe kendü vücûdını dahı yavı kıldugı hâldur.
Ve yüzinde olan haṭları (ayva tüyleri, sakal) Kur’âna teşbîhden murâd oldur ki yüzden murâd mürşidün gönli yüzidür. Kur’ân’dan murâd ahlâk-ı ilâhiyyedür ki “Tahallaku bi-ahlâki’llâh” hâṣıl itmişdür dimek ister.”[7]
Niyâzî-i Mısrî, “insan âlemin ruhudur; insan, âlem ve Kur'ân birbirinin aynasıdır. İnsan kemâle erdikçe mükemmel bir ayna hâline gelir ve âlemdeki her şey o aynaya yansır. İnsan bir ayna olarak âlemdeki her şeyin bilinme ilkesi ve aracı hâline gelir. Mısrî bunu, "Büyük âlemde bulunan her şey küçük âlemde de bulunur. Çünkü âlem büyük olsa da insanın hakîkatine benzer yaratılmıştır." diyerek insana verdiği değeri ifade eder.[8]
Mısrî’nin son derece önemli olan bu küçük risâlesi tasavvuf şiirimizin anlaşılması yolunda yolumuzu aydınlatan önemli bir eserdir. Şiirleri okurken bu risâlede geçen kelimelerin mecâzî mânâlarına dikkat edilmesi bizi yanlış anlamalardan koruyacaktır.
[1] Kenan Erdoğan, Niyâzî-i Mısrî Dîvânı, (1989: Akçağ Yayınları,1998), s. CXXIII-CXXVIII
[2] M. Aşkar, (2007) Niyazî-i Mısrî, DİA. s.167-168.
[3] Niyazî-i Mısrî, Risâle-i Es'ile ve Ecvibe-i Mutasavvıfâne, Taksim İBB Atatürk Kitaplığı, Ty. Bel.Yz. K 0502, yk. 64a.
[4] Mısrî, agr, Yk. 65a
[5] Mısrî, agr., Yk.65a.
[6] Mısrî, agr., Yk. 65b.
[7] Mısrî, agr. Yk. 67b-68a.
[8] Ekrem Demirli Niyazî-i Mısrî, Tasavvufî Görüşleri”, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi C. 33, (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.), s.169
Mahmut KAPLAN
YazarDünya, sonsuzluk diyarına giden yolun bir yerinde dinlenmek, biraz nefes almak için kurulan bir konak, bir menzil, bir kervansaray. Yolcu konar, ihtiyaçlarını görür, dinlenir, sonra yoluna devam eder....
Yazar: Mahmut KAPLAN
Osmanlı edebiyatında; insanları iyiye, güzele ve doğruya, başka bir ifadeyle hayra yönlendirmek, topluma ve devlete yararlı, İslâmiyet’in erdemlerini şahsında yaşayan ve yaşatan iyi ahlâklı örnek ins...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Bȋ-nȃm-ı Hudȃ suhende te’sȋr olmazBȋ-reh-ber-i hamd söz cihȃn-gȋr olmazTeshȋr idemez kalem-rev-i tahsȋniDestinde anun ki böyle şemşȋr olmaz ...
Yazar: Mahmut KAPLAN
Atalarımız İslâm dâiresine girdikten sonra ortak mirasa elden geldiğince katkıda bulunmaya çalışmış; bu medeniyeti geliştiren üç büyük milletten biri olmuş; İslâm inancının neticesi olan insan merke...
Yazar: Mahmut KAPLAN