Şiir, Şair, Şuur ve Şiâr
Şiir, “mesajı duygu ve heyecan yüklü ölçülü dizelerle ifade etme biçimi”; şair de, “bu işi en güzel şekilde yapan duygu ve heyecan insanı”dır. Aynı kökten gelen şiâr ise, “ayırıcı özellik, gösterge, parola” gibi anlamlara gelir. Bu kökten türeyen bir başka kelime şuur ise, “bilinç, bir kimsenin kendi varlığına ve davranışlarına ilişkin şeylerin farkına varma duyusu” olarak tanımlanmıştır.
Buna göre Allah’ın dinine hizmet vesilesi olan şiir, gücünü Allah ve Rasûl’ünden alan, şair de ilhamını Kitap ve Sünnet’ten alan, bu coşku ve heyecanla Allah’ın dinine hizmeti şiâr edinen şuurlu kimsedir.
Kur’ân’ın bir sûresinin adı da Şuarâ Sûresi’dir. Şuarâ, “şairler” demektir. Sûrenin sonunda şairlerden bahsedildiği için sûreye bu ad verilmiştir. Sûre 227 âyetiyle, 286 âyetlik Bakara Sûresi’nden sonra en fazla âyet sayılı ikinci sûre olarak Mushaf’ta 26. sırada yer almıştır. Pek çok peygamberin kıssasını bir araya getirdiği için sûreye Câmia adı da verilmiştir.
Sûrede peygamberlerin ortak mesajı şöyle özetlenmiştir:
“Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’tan korkun ve bana itâat edin. Ben sizden, buna karşı bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız âlemlerin Rabb’ine aittir. Öyle ise Allah’tan korkun ve bana itâat edin.”[1]
Peygamberlerin değişmeyen bu sloganı Hz. Nuh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Lût, Hz. Şuayb Peygamberlerin diliyle tam beş kere tekrarlanır. Bu ortak söylemde şu hususlar dikkatimizi çeker:
Peygamberler ve onların yolunu izleyen davetçiler Allah adına konuşurlar. Onlar öncelikle Yüce Allah’tan sakınmaya ve O’nun ölçülerine uymaya çağırırlar. Onlar bütün bu koşturmalarını yalnızca Allah rızâsı için yaparlar ve inanlardan herhangi bir karşılık/ücret beklemezler. Zira onlar gerçek anlamda mükâfatlarının ancak Yüce Allah tarafından hakkıyla verileceğine inanırlar. Yani onlar dünyalıkların peşinde koşmayan âhiret adamıdırlar.
İki Farklı Ses ve Onlara Kulak Verenler!
Sûrenin son âyetlerinde ise söz sûreye isim olan şairlere getirilir ve şöyle buyurulur:
“Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar, her günahkâr yalancıya inerler. O yalancılar, (şeytanlara) kulak verirler, çokları da yalan söylerler.
“Şairlere gelince onlara da azgınlar uyar. Baksana onlar, her vâdîde şaşkın şaşkın dolaşırlar? Ve onlar yapmayacakları şeyleri söylerler.
“Ancak inananlar, iyi işler yapanlar, Allah’ı çok ananlar ve kendilerine zulmedildikten sonra (rakiplerine) üstün gelmeğe çalışanlar böyle değildir. Zulmedenler, yakında nasıl bir yıkıma uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir!”[2]
Âyetler özetle bizlere şu gerçekleri hatırlatır:
Cin şeytanları, insan şeytanlarının işbirlikçileridir. Onlar sürekli yalan ve düzmece şeyler üreterek günah işlerler.
Şu sınav dünyasında insan sürekli olarak şu iki sese muhâtaptır: Biri Yüce Yaratıcı’nın özüne yerleştirdiği fıtratın sesi ki bu sesi, peygamberler ve onların yolunu izleyen davetçiler sürekli tekrarlamışlardır. Ötekisi ise Yüce Rabb’e başkaldıran, O’na ve O’nun seçtiği insana/insanlığa düşman olan şeytan ve avenelerinin sesleri.
Akıllı insana düşen ise özüne ve yaratılışına uygun düşen, kendisine iki dünya saâdeti sağlayacak olan hakîkatin sesine kulak vermesi, onu can kulağıyla dinleyip o sesin gereklerini yerine getirmesidir.
Zira bu sese kulak vermeyip Allah’ın ve insanın düşmanı olan şeytânî seslere kulak veren kişi, istikâmet yolundan sapacak ve gayesiz vâdilerde şaşkın şakın dolaşmaya mahkûm olacaktır. Her meslek erbâbı gibi şairler de iki grupturlar. İlki, süflî ve geçici dünyalıklar elde etme adına şeytânî seslere kulak veren, o sesleri seslendiren kimselerdir.
Onlar hiçbir ölçü tanımadan, ahlâkî hiçbir kural gözetmeden, sadece şöhret için, karınlarını ve keselerini doldurmak için şehveti tahrik eden, insanları yersiz bir şekilde öven yahut hicveden abartılı sözler söylemekten çekinmezler. Ötekiler ise şiiri şuurlu bir biçimde Yüce Yaratıcı’nın hakîkatlerini terennüm etmede kullanmayı şiâr edinen kimselerdir.
İşte onlar Yüce Yaratıcı’nın yolunda cihad eden mücâhidler gibi, o yolda şiirleriyle cephelerden cephelere koşan erlerdir. Bunlar hakkında Peygamberimiz, “Bazı şiirlerde hikmet vardır, Doğrusu bazı sözler büyüleyicidir.”[3] “Hoş/güzel söz sadakadır.”[4] buyurmuştur, Peygamber şairi Hassân b. Sâbit’i şu sözleriyle şiir söylemeye teşvik etmiştir: “Onlarla atış, Cebrâil seninledir… Allah’ım, onu Rûhu’l-Kudüs’le destekle.”[5]
Kazâ Umresini yapacağı sene Mekke’ye girerken Abdullah b. Ravâha’nın okuduğu beyitler üzerine şöyle diyerek onu taltîf etmiştir: “Bu sözler onların üzerlerine yağdırılan oklardan daha etkilidir/çökerticidir.”[6] Mü’min, kılıçla olduğu kadar dille de savaşır…
Müfessir Elmalılı âyetin tefsirinde şunları söyler:
“Şiirde esas hüküm değil, yalnız nefsin duygularını, zevkini veya iğrenmesini gıcıklayacak duygu ve yaratılışına uygun düşenlerdir. Onun için şairler, eğri doğru, iyi kötü her konuya dalar, her vâdide otlar, ifadede ne kadar şaşkınlık ve şiddetli arzuya dalarsa o kadar etkili olacağından her telden çalmak için, iyi ve kötü her vâdide sarhoş bir şekilde dolaşırlar. Hem de onlar yapmayacakları şeyleri söylerler.
Sözleri işlerini tutmaz ve işte bu iki özelliklerinden dolayı da arkalarına çapkınlar ve sapkınlar düşerler. Bu sebepten böyle şairler şeytânî olup Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ve o Peygamber (s.a.v.)’e tabi olan Muhammed ümmetine benzemezler.
“Bir de iman edip sâlih amel işleyenler, sözleri özlerine uygun olanlar vardır. Onlar Allah’ı çokça ananlar, mü’minler için söyleyenler, hep hakkın ve haklının savunucusu olanlardır. Mü’min, iyi, Allah’ı zikreden ve mü’minlere yapılan zulüm ve haksızlığın öcünü alan, hakkın savunucusu Abdullah b. Revâha ve Hassân b. Sabit ve Ka’b b. Mâlik ve Ka’b b. Züheyr gibi Müslüman şairleri o kötü hâllerden müstesnâdırlar. Bunlar sâdıktırlar, bunlara tâbî olanlar sapkın değildirler.”[7]
O şairler de sanatı Allah için yaparlar: Tıpkı Üstad şair Necip Fazıl’ın dediği gibi:
Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum!
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Diyorlar Bana, kalsın şiir de söz de yer de!
Sen araştır, göklere çıkan merdiven nerde?
Anladım işi; San’at Allah’ı aramakmış,
Mârifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
Seni aramam için beni uzağa attın.
Âlemi benim, beni Kendin için yarattın.
Kur’ân birçok âyetinde Peygamberimiz’in şair olmadığını, onun okuduğu âyetlerin de şiir olmadığını ısrarla söyler; “Biz ona şiir öğretmedik, zaten ona gerekmezdi. Bu bir öğüt ve apaçık Kur’ân’dır.”[8]
İşte vefâtının sene-i devriyesinde rahmetle andığımız Osman Hulûsî Efendi (k.s.) (d: 12 Agustos 1914-v: 14 Haziran 1990) de kelâmını ve kalemini Allah’ın dinine hizmette kullanan, söylediği hikmetli sözleriyle insanları irşad eden bir hakîkat eridir. O yirminci yüzyıla dîvân, tekke ve halk edebiyat geleneğini sürdürerek yazdığı Dîvân’ında Hakk’ın rızâsını gözeterek şiirler kaleme almış bir şairdir.
O, âyet ve hadislerden aldığı ilhamla gerçek mü’mini, hakîkî imanı, gerçek aşkı en güzel şekilde şiirleriyle anlatmaya çalışmıştır. Diğer yetiştirdiği mürîdânı/insan eseri; yapımına ve tamirine vesile olduğu cami, mektep gibi eserleri yanında yazdığı hikmetli şiirleri de pek çok kişi tarafından ezberlenerek, bestelenerek, okunarak insanları aydınlatmaya, gönülleri dinlendirirken dine davet etmeye ve dinî coşkunun artmasına vesile olmaya devam etmektedir.
O, gerçek sevgili Hakk’a kavuşmanın Hak yolunda candan geçmekte olduğu gerçeğini şöyle terennüm eder:
Müftî-i aşkın ezelden beri fetvâsı budur:
Can verene vasl-ı yâr u vasl-ı yâra cân bahâ.
Allah yoluna adanmanın, Allah için koşturmanın gereğini de şöyle seslendirir:
Elinde var iken fırsatı ganîmet bil
Hebâ olmadan ömr tarîk-i Mustafâ’yı tut.
Var ehl-i Hakk’a hizmet et bî-taleb ü bî garaz
“Seyyidü’l-kavm hâdimühüm” emr-i Habîb-i Kibriyâ’yı tut.
Elest hitâbındaki “belâ”yı “lâ”ya sa’yetme
Ol hükmü unutma olan ahd-ü vefâyı tut.
Sahabenin yolunda olmak için onlar gibi hakîkat ehli ile arkadaşlık ve sohbet etmenin gereğini de şöyle dillendirir:
Her bir edebin mektebidir gir taleb eyle
Ger âkıl isen âdem eder âdemî sohbet
Ashâb-ı Nebî işlediler bu işi akdem
Bilsen ne şereftir şeref-i akdem-i sohbet.
Hikmet ve hakîkat ehline selâm olsun!
[1] 26/Şuarâ, 107-110, 125-127, 142-145, 161-163, 177-180.
[2] 26/Şuarâ, 221-227.
[3] Buhârî,Nikâh, 48.
[4] Buhârî, Cihâd, 128; Müslim, Zekât, 56.
[5] Buhârî, Salât, 28.
[6] Tirmizî, Edeb, 70.
[7] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3650.
[8] 36/Yâsîn, 69.
Ali AKPINAR
YazarBir Osmanlı âlimi, Celvetî şeyhi, müfessir ve şair olan İsmâil Hakkı Bursevî, 1653’de bugün Bulgaristan sınırları içinde bulunan Aydos’ta doğdu. Ömrünün büyük bir kısmını, hizmetlerinden çoğunu Bursa’...
Yazar: Ali AKPINAR
Fetih, “açma, başlama, başlatma” anlamlarına gelir. Bizim Hayat Kitabımızın bir bütün olarak ilk inen ve Mushaf’ın en başında olan sûresi Fâtiha Sûresi’dir. “Açan” anlamına gelir ve Kitabımız o kutlu ...
Yazar: Ali AKPINAR
Anayurdum umurum, şah damarım sürûrumYüreğimi titreten, kara sevdam gurûrumGül kokulum nazenin, gül muştulum göz nûrumTarihlerde yankılı, destan destan onurumAlın terim emeğim, memleketim şerefimSana ...
Şair: Celalettin KURT
Bir’den Geldik Bir Olmak İçin!Hay’dan Geldik Diri Olmak İçin!Yüce Yaratıcı biz insanları yaratıp dünyaya gönderdi. Biz, dünyaya sınav için geldik. Dünya, bizim geçici kalım yerimizdir. Orada, O’nun di...
Yazar: Ali AKPINAR