17. Yüzyıl Avrupa’sında Yaygınlaşan Bir Furya: Osmanlı Kahvehâneleri
Kahvenin ilk çıktığı yer, kaynak olarak Habeşistan Ülkesi kabul edilmektedir. Ancak tanınması, benimsenip kök saldığı coğrafyanın da Yemen toprakları olduğu hâkim görüştür.
Osmanlı Devleti de dâhil İslam âlemine girişi ve yaygınlaşması ise 15. yüzyıl ortalarında vukû bulmuştur. Bunda, hac ibâdetinin ve ticarî faaliyetlerin tesirinin daha büyük olduğu, konunun uzmanlarınca dile getirilmektedir.
Kahvenin Avrupa’ya ulaşması ve yayılmasına aracılık edenler de askerî, siyasî ve ticarî faaliyetler münâsebetiyle daha ziyâde Osmanlılar olmuştur.
Osmanlı kahvesi ve kahvehânesi, 17. yüzyıl başlarından itibaren birçok Avrupa şehrinin, sosyal ve kültürel hayatın yerleşik bir parçası olma vasfını kazanmıştır.
İlk Tanışma ve Açılan İlk Kahvehâneler
1615 dolaylarında kahvenin, tüccarlar vasıtasıyla Venedik’e ulaştığı ve ilk kahvehânenin 1645’de burada açıldığı rivâyet edilmektedir. Londra’da ilk kahvehâne 1650’de açılmış; 1700 yılına kadar sayısı 2000’i geçmiştir.
1669’da Paris’e Osmanlı elçisi olarak gönderilen Süleyman Ağa’nın ziyâretine gelen misafirlerine kahve ikram etmesi, Paris’te kahve içme âdetinin soylular arasında moda hâline gelmesine katkıda bulunmuştur.
Fransa Örneğinde Yaygınlaşması
Fransa’ya yerleşen Osmanlı vatandaşı Rum ve Ermenilerin, Osmanlıların kahve pişirme ve kahvehâne âdâbını Fransızlara öğrettiği; Pascal adında bir Ermeni’nin Paris’te ilk “kahveci dükkânını” (kahvehâne) açtığı, bir başka enteresan noktadır.
Padişah IV. Mehmed’in, Fransa Kralı XIV. Louis’e, Süleyman Ağa aracılığıyla gönderdiği hediyeler arasında, gülsuyu ve lokum yanında “kahve” de vardı.
Bütün bunlar sonucunda kahve, Fransa’da Türk kıyafetli seyyar satıcılar tarafından sokaklarda satılacak ve ilk kahvehânenin, 1671’de Marsilya’da açılmasına sebep olacak kadar yaygınlaşmıştır.
Zamanla Paris’te entelektüel kesimin uğrak yeri olan kahvehâneler, Londra’da da yükselen burjuvaziye hitap eder olmuştur.
Modalaşması ve Papa’dan Gelen Yasak
Francis Thurber, 1883’de kaleme aldığı kahvenin tarihini anlatan eserinde, kahvenin Fransa’da nasıl meşhûr olduğuyla ilgili naklettiği şu bilgiler dikkat çekicidir:
“Süleyman Ağa, kahveyi misafirlerine kendi ülkesindeki âdetlere göre servis ettiriyordu. Çünkü moda, Türklerde bu içeceğin içilmesi âdetini başlattıysa, kibarlık da misafirlere sunulmasını gerektirir. Misafirlerden de nezâketen sunulan kahveyi geri çevirmemeleri beklenir.”
Kahvenin, Avrupa şehirlerinde yaygınlık kazandığının mühim delillerinden biri de, Papa VIII. Clement’in “şeytan içeceği” dediği kahveyi, 1600’ün başlarında yasaklamak zorunda kalmasıdır.
Daha ilginci, İsveç Kralı III. Gustav’ın, kahvenin “zehirli” olduğunu öne sürmesi ve idam hükmü verilen bir suçluyu, her gün kahve içmek suretiyle ölüme mahkûm etmeye çalışmasıdır.
Almanya-Avusturya’ya Askeri Yollarla Girdi
Almanya ve Avusturya’nın, kahve ve kahvehâne ile tanışmaları da şöyle cereyan etmiştir:
1683’deki II. Viyana Kuşatmasının Osmanlı’nın başarısızlığıyla sonuçlanması, Avrupalılar üzerinde asırlardır baskın olan Türk/Osmanlı korkusunun etkisini kaybetmesini; akabinde de Osmanlıları ve kültürlerini farklı yönleriyle tanıma merakını aşikâr kılmıştır. Almanya ve Avusturya’ya hâkim olan “Türk modası” ve bunun bir parçası olan “kahve kültürü” sonraları tüm Avrupa’ya sirâyet etmiştir.
Rivâyet odur ki, Osmanlı kuvvetlerinin Viyana’dan çekilirken arkalarında bıraktıkları kahve çuvalları, Avusturya ve Almanya’da kahve kültürünün doğmasına yol açmıştır.
Avusturya ordusu tarafından esir alınan Osmanlı subayı Mehmed Sadullah, diğer esirlerle birlikte Almanya’nın Würzburg şehrine götürülmüş ve Almanları burada kahve ile tanıştırmıştır. Hatta Almanları tadına müptelâ ederek, 1687’de bu şehirde bir kahvehâne bile açmıştır.
Würzburg’da çok meşhûr olan Sadullah Paşa, Pazar ayininden çıkan Almanlara ikram ettiği Türk kahvesi ile kendisini ve kahvesini sevdirmiştir. Öyle ki, yemekten sonra kahve keyfi, Würzburg’lu Almanlar için vazgeçemeyecekleri bir alışkanlık seviyesine yükselmiştir. Şarabın rakibi olan bu alkolsüz Türk içeceği, Almanların hayatının bir parçası olmuştur.
Avusturya ise, Osmanlı ile yaptığı harplerde esir düşenlerden, “Türkentrank” (Türk içeceği) dedikleri, bu “sıcak siyah suyu” öğrenmiştir. 1683’te Viyana’da ilk kahvehâneyi, kahvecilerin piri olarak kabul edilen Georg Korschitzky hizmete sunmuştur. Osmanlı’ya esir düştükten sonra serbest kalan askerî tarihçi Graf Luigi Ferdinando Marsigli ise, “Bevanda Asiatica” adıyla kurduğu bir şirketle, kahve ticaretine girişmiştir.
Kaynakça:
İdris Bostan, “Kahve”, DİA, 2001, c.24.
Çağatay Uluçay, “Tütün ve Kahveye Dair”, Gediz, Sayı: 45, Manisa 1941.
Halil İnalcık, Osmanlı ve Avrupa, İstanbul, 2017.
Filiz Baran Akman, Batılı Kadın Seyyahların Gözüyle Osmanlı Kadını, İstanbul, 2011.
Erhan Akdemir, “Avrupa Aynasında Türk Kimliği”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Güz 2007, c. 7.
Mustafa Nail Alkan, “Hayranlık, Dostluk ve Çıkar Üçgeninde Türk-Alman İlişkileri”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2015/34.
Altan Alperen, “Viyana Kuşatmalarında Almanya’ya Esir Düşen Türkler”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Eğitim Bilimleri ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yaz 2018/20.
İsmail ÇOLAK
YazarBilecik İstasyonu tıklım tıklım doluydu. Askeri tren, ağzına kadar asker doluydu. Yine, bitmek bilmeyen bir cepheye uğurlama günü daha yaşanıyordu. İstasyon ana baba günüydü.Analar, babalar, nineler, ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Birinci İnönü Savaşı’nın yaşandığı, 1921 yılı Ocak ayı başlarıydı. Anadolu’da ve Ankara’da sancılı günler olanca şiddetiyle sürüyordu. Ankara Öğretmen Okulu’nun konferans salonu, bu defa kadınlarla hı...
Yazar: İsmail ÇOLAK
22 Mayıs 1919’da Kadıköy’de düzenlenen mitingde, adından söz ettiren kadın bir öğretmen adayı vardı: Münevver Saime Hanım... “Asker Öğretmen” ya da “Asker Saime” lakabıyla anılıyordu. Saime...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Tütün illeti, şifalı ot adı altında Batılı tüccarlar tarafından Osmanlı Ülkesine sokulduktan kısa zaman sonra kendine ticarî kazanç sağlayacak bağımlı bir kitle ve pazar bulmayı başarmıştır. Osmanlı t...
Yazar: İsmail ÇOLAK