Kore’de Destanlar Yazan Kahraman Mehmetçik-2
Kore’deki Türk Tugayı, moral ve mâneviyatını diri tutmak için olağanüstü gayret gösteriyordu. Özellikle General Tahsin Yazıcı’nın çabaları takdire değerdi. General Yazıcı, millî ve mânevî değerlere büyük önem veriyor ve ön plânda tutuyordu.
Generalin, düşmanla girişilen çok çetin ve yıpratıcı savaşlarda ezan okutması ve tekbirler getirtmesi dikkat çekiciydi. Cuma ve Bayram namazlarını, Tugay İmamı Yüzbaşı Muhsin Örtülü’nün arkasında subay ve askerlerle birlikte kılmaya ayrı bir özen göstermişti.
Zaten Mehmetçik, yoğun geçen çarpışmalara rağmen mümkün olduğunca beş vakit namazını aksatmamaya, duâ ve ibâdetini ihmâl etmemeye gayret ediyordu. Askerlerimiz, Kore’ye gelişte, gemide geçen 23 günlük yolculuk esnasında bile ibâdetinde kusur etmemiş, mescit hâline getirilen bir mekânda cemaatle namaz kılmışlardı.
Kore’de İlk Bayram Namazı
Tugayımız, Kore’deki ilk bayramını ve bayram namazını 6 Temmuz 1951’de kılmıştı. Bayram namazına nöbetçiler dışındaki bütün tugay katılmıştı. Mehmetçik, sabah namazından önce abdestini almış ve namaz kılınacak yere büyük bir huşû içerisinde toplanıp saf tutmuştu.
General Tahsin Yazıcı’nın, çarpışmaların tam orta yerinde kılınan ilk bayram namazıyla ilgili izlenimleri gerçekten çok çarpıcıdır:
Tugay için ulvî bir sabahtı. Dini zayıf olanların bile gözlerini, kalplerini Allah’ın büyüklüğü, dinin kudreti ve sevgisiyle doldurtan; imansızları, yalnız muhteşem dekoruyla imana getirmeye yeten bir sabahtı o. Şafak sökerken herkes kalkmış, bir hazırlık yolundaydı. Taarruz günleri, ekseriyetle o zamanda hazırlığa başlanırdı. Sessizliğe dikkat edilmesine rağmen şurada burada silah, teçhizat şakırtıları işitilirdi. Bazı asabî ve haşin hareketlere rastlanır, yüzler sertleşip gerilirdi. Ötede beride bazı erlerin helâlleştikleri görülürdü.
O sabahki hazırlık, Allah’ın huzuruna çıkış hazırlığıydı. Ne silah şakırtısı, ne asabî ve haşin hareket, ne gergin yüz, hiçbirisi yoktu. Bunların yerini saygılı bir sükût, sakin hareketler, nurlanmış yüzler almış olarak herkes imanıyla baş başa hazırlanıyordu. Günah olmasın korkusuyla az ve ciddî sözler kullanılıyordu.
Subaşlarında abdestler alınıyor, herkes ilk duâsını yaparak namazgâha gelmek üzere toplanıyordu. Geri bölgede olduğumuz hâlde tam emniyet yoktu. Etrafta çete faaliyetleri oluyordu. Altı yedi bin kişinin oluşturacağı geniş ve derin namaz saflarını emniyete almak, çepeçevre nöbetçiler kordonuyla çevirmek lüzumu görülmüş, buna göre tertibat alınmıştı. Hava silahları mürettebatı, silah başı etmişler, havayı dinleme ve gözetleme hâlinde idiler.
O kadar insanın, kendisine tam bir iman ve ihlâsla ibâdete hazırlandığını gören büyük Allah, kulları tarafından alınan emniyet tertibatını kuvvetlendirmek için ilâhî bir emniyet tertibi lütfunu esirgememiş, bu sûretle azametine bizleri bir kere daha şahâdet ettirmişti. Temmuz ayı olmasına rağmen namazdan önceki saatlerde, namaz zamanında, namazı müteakip bayramlaşma ve dağılma zamanında ortalığı öyle bir kalın sis tabakası sarmıştı ki, ne havadan ne karadan yabancı, hain gözlerin yakından bile bir şey görmelerine imkân kalmamıştı.
Nihayet namaz vakti gelmiş, saflar ayaklanmış, hocanın “Allahu ekber!” nidasıyla eller bağlanarak Allah’ın huzuruna geçilmişti. Namaz diğer bir hocamızın güçlü duâsıyla sona erdi. Duânın sonunda kısa bir konuşmayla bayramlaşma başladı. Erlerin subaylarıyla, birbirleriyle güler güz ve gözlerindeki derin mânâlarla kucaklaşmaları gönülleri okşuyor, dolduruyor, gözleri yaşartıyordu.
Sonra birlikler yavaş yavaş yerlerine yollandılar. Kalın sis devam ediyordu. Havanın o gün kapalı geçeceği hissini ve öğleden sonraki merasimin belki de yağmurlu olacağı endişesini veriyordu. Aradan çok geçmeden sis hafifledi. Âdetâ güneş de Allah adına o aslan evlatlarını kutsuyordu.
Radyodan Dinlenen Süleymaniye Mevlidi
Cephede çarpışan Mehmetçik’i mânevî ve psikolojik bakımdan kuvvetlendirmesi düşüncesiyle, hemen her gün belli saatlerde Ankara ya da İstanbul’dan yarım saat veya bir saatlik radyo yayımları yapılıyordu. İleri hatlardaki mevzilerde mücâdele veren Mehmetçiklere kadar ulaştırılan bu programlarda daha çok dinî ve millî konulara yer veriliyordu.
Bu anlamda 10 Aralık 1950’de İstanbul Süleymaniye Camii’nde öğle namazının arkasından, Kore şehitlerinin rûhlarına ithâfen yapılan Mevlid-i Şerif programı oldukça anlamlı olmuş ve büyük bir yankı meydana getirmişti.
Yaklaşık 70 bin mü’minin iştirak ettiği mevlit merasimi ilk defa radyodan canlı olarak yayımlanmış ve aynı anda binlerce kilometre uzaklıktaki Mehmetçik’e de ateş hattında dinleme imkânı sunulmuştu. Program, erinden generaline bütün askerlerimizi derinden etkilemiş, hissiyat ve mâneviyatlarını galeyana getirmişti.
General Tahsin Yazıcı, merasimle ilgili duygularını sıcağı sıcağına, mevlidi tertipleyen Türkiye Anıtlar Derneği İstanbul Şubesi’ne gönderdiği mektubunda şöyle dile getirecekti:
“Müslüman Türk rûhumuzun coşkun fazilet kaynağında kaynaşan ulvî duygularımızın hareketiyle, gayret ve fedakârlıklarla, 10 Aralık 1950 tarihinde İstanbul’un Süleymaniye Camii’nde tertip edilen muhteşem mevlidin muhtelif tablolarını içine alan çok değerli albümü bana göndermekteki lütufkârlığınızdan dolayı sizlere teşekkürlerimi sunarım.
O mevlidin ihtişamlı tablolarını Kore’de iken, bir sahra sinemasının perdesinde huşû ile aynı zamanda mânevî zevkle görmüş, kendimde ölçü olarak bunun millettaşlarımız ve o zaman Kore’deki evlatlarımız üzerinde yarattığı mânevî heyecan ve tesirin büyüklüğünü düşünerek ve görerek tertipleyenlerini tanımadığımdan, duyduğum sevgi, tebrik, şükran hislerim içimde saklı kalmış idi. Bu defa o mevlidin fedakâr şube idarecileri, sizleri tanımamakla içimde saklı kalan o duygularımı geç dahi olsa huzurunuza arz etmekle taze bir sevinç ve zevk duyuyorum.
Büyük duygularınızın tercümanı olan o hayırlı teşebbüsünüzün yarattığı tesirlerle, Kore Harekâtı başarılarında sizlerin de büyük bir şeref hislerinizin bulunduğunu samîmî bir ifadeyle bildirmekten ayrı bir zevk alıyorum. Sizleri, faziletinizle tanımaktan duyduğum memnuniyetimi hürmetlerimle birleştirerek sunar, çok sağ olun derim.”
Kore’den Yazılan Hasret Mektupları
Kore Savaş’ının sonuna yaklaşılmıştı. Fakat yine de çetin çatışmaların ardı arkası kesilmiyordu. Mayıs 1953’de düşman kuvvetlerinin Küçük Wegas’a on misli kuvvetle yaptıkları hücumlar, Kore’deki Türk Tugayı’nın kahramanca mücâdelesi ve direnişi neticesinde durdurulmuş ve her defasında geri püskürtülmüştü. Ama düşman çok inatçıydı; saldırılardan ve son çırpınışlarından kolay vazgeçeceğe benzemiyordu.
Kahraman Mehmetçikler, çatışmalardan fırsat buldukça ellerine kâğıt, kalem alıp ailelerine ve sevdiklerine hasret yüklü mektuplar yazmayı da ihmal etmiyorlardı. Türk Tugayı’nda görevli Yüzbaşı M. Tarcan’ın anılarında, kısa dinlenme anlarında bile bölüğündeki askerlerin moral ve motivasyonlarını kontrol etmek amacıyla teftişe çıktığında Mehmetçikleri sık sık mektup yazarken gördüğünü ifade etmişti.
Bir defasında merak edip askerlerin mektuplarında neler yazdığını öğrenmek istemişti. Askerlerden birisini yanına çağırarak, bir sakıncası yoksa mektubuna göz gezdirmek istediğini bildirdi. Mehmetçik, biraz utansa da annesine yazdığı aşağıdaki hasret yüklü mektubu, komutanına uzattı. İsmi zikredilmeyen asker, mektubunda duygularını şöyle sözcüklere dökmüştü:
“Sevgili Anacığım,
Bu mektubu sana konaklamakta olduğumuz Wegas denilen tepenin yakınlarından yazıyorum. Biraz sonra bütün bölük oraya hareket edeceğiz. Bir süredir beklemedeydik. Şimdi süngülerimiz iyice bilenmiş, silahlarımız yağlanmış bekliyoruz. Ama sakın merak etme, cephe burası. Allah yazmaya görsün. Gerideyim diye sevinirken, bir bakarsın bir gülle gelir, alır götürür. Yüce Allah şimdiye kadar bizden yardımını esirgemedi. Şimdiden sonra da bizimle beraber olacağı muhakkak. Allah’ın izniyle bu kavgaya alnımız açık gireceğiz ve kazanacağız.
Hareket edeceğiz galiba, bir hafta sonra yine yazarım. Şubeden kara kâğıt gelirse sakın üzülme, ağlama anam. Şehit anasıyım diye göğsün kabarsın. Hayır duâlarını benden esirgeme anam. Geçenlerde radyo ile sana selâm göndermiştim. Muhtarın radyosundan dinlemişsindir inşallah. Şimdilik Allahaısmarladık, ellerinden öper, soranlara selâm ederim.”
Yüzbaşı M. Tarcan, diğer bir Mehmetçik’in mektubunu biraz gözleri yaşlı ve mahzûn bir şekilde katladığına şâhit oldu. Askerin adı Osman’dı. Mektubu, gelecek harman zamanında evlenmeyi arzu ettiği, köyündeki yavuklusuna yazmıştı. Komutan, onun da iznini alarak, biraz da içi burkularak mektubunu okudu.
Osman, sanki birkaç saat sonra şehitlik mertebesine erişeceğini hissetmişçesine, yavuklusuna veda ederek helâllik dilemişti. Ona karşı su gibi berrak hislerini, hasret ve teselli cümleleriyle dolu şu hazin satırları gözyaşlarına bulayarak kaleme almıştı:
“Kız Fadime’m,
Her seferinde olduğu gibi mektubumu alır almaz köyün koruluğuna çekilerek, bu defa da pınarın başında hem okuyup hem de gizli gizli ağlayayım deme. Yüreğini ferah tut. İnşallah iki aya kalmayacak, vapura binip memlekete döneceğim. Bundan evvelki mektubumda bugünkü günlere bile kalmamız söz konusu olmadığı hâlde, ama nasipmiş işte, kaderimizde buralarda kalmak varmış. Allah’tan, hayırlıdır inşallah. Ama vapura binip memlekete döneceğimiz gün de elbet gelecektir.
Tugayımıza yeni bir cephe verdiler. Burada on dört gün evvel verdiğimiz bir çatışmada epeyce düşman öldürdüm. İşte yine o Wegas denilen tepeye bu akşam gidiyoruz. Bu seferki savaş daha da kızışacağa benziyor. Bölüğümüz yaman mı yaman. Bütün uşağı Anadolu köylerinden. Diğer bölüklerdeki arkadaşlar bizim bölüğe Tugay’ın Yıldızı adını verdiler.
Fadime’m, benim için meraklanma. Hamdolsun sıhhatteyim. Sana, amcama, dayıma, kayınbabama, analığıma, bizim köydeki uşakların hepsine radyo ile selâm gönderdim. Dinleyebildiniz mi? Bu gece, Ramazan’ın birinci gecesi, savaşa tutuştuğumuz Wegas’a gidiyoruz. Ama bu gidiş, başka gidişe benzemiyor.
Hepimiz arkadaşlarla helâlleştik. Ne olur, ne olmaz Fadime’m. Eğer şehit olursam, köydeki uşaklardan gönlün kimi isterse ona var. Başına telleri taktığın gün, köyün koruluğunda dertli pınarın başına git, senden ayrıldığım zamanki o ağacın gölgesine otur. Benim rûhumun sesini, pınarın oluğundan yere dökülen suyun şırıltısıyla rüzgârlı kavak ağaçlarının kımıldattığı yapraklarının fısıltısı arasında duyacaksın. Ondan sonra bir daha oraya gelme.
Haydi Allahaısmarladık. Hakkını helâl et. Senin de hakkın helâl olsun. Ağlama Fadime’m, harman zamanı Allah sağlık verirse köyde olacağım.”
Bölük komutanının, mektubun altındaki boş kısma yazdığı teselli mahiyetindeki sözler ise şöyleydi:
“Fadime Bacı,
Yavuklun sana biraz ayrılık acılı sözler yazmış. Sakın üzülme. Yavuklunla her zaman akranların arasında iftihar edebilirsin. İnşallah, belki bir aya kalmaz yurdumuza kavuşacağız. Şimdiden düğün ve derneğiniz için noksanlarınızı tamamla, yavuklun için merak etme. O daima seninle beraberdir. Haydi, hoşça kalın...”
Bu mektup, ince rûhlu Anadolu yiğidinin yavuklusuna yolladığı son mektup olmuştu. Yavuklusuna bildirdiği, bir-iki ay sonra harman zamanı kavuşma ve hayatını birleştirme dileği de ebedî âleme kalmıştı. Er Osman, mektubu tamamladıktan bir saat sonra başlayan savaşta, vakit gece yarısı olmadan şehitlik şerbetini içti ve ölümsüzleşti.
Kore’ye ve Şehitlere Son Veda
27 Temmuz 1953’te imzalan ateşkesle sona eren ve üç yıl süren Kore Savaşı sonucunda, Türk Tugayı’nın toplam kaybı şu oldu: 937 şehit, 2.068 yaralı.
Kore’den dönmeden önce Türk Tugayı’ndaki kahraman Mehmetçikler, Komutan Tahsin Yazıcı başkanlığında şehitlerimize karşı son görevlerini yerine getirmek maksadıyla Pusan Şehitliği’ni ziyâret ettiler. Ziyâret sırasında, birliklerimizin imamı Yüzbaşı Muhsin Örtülü’nün, saygı atışından sonra Kore şehitlerine yönelik yaptığı veda niteliğindeki şu duâ fevkalâde mânidardır:
“Ya Rabbi!
Bu büyük cihat, Allah diyenlerle dinsizlerin mücâdelesi, adâletin zulme karşı müdafaasıdır. Şu büyük mezarlık Allah diyen kullarının kabristanıdır. İlk defa hilâl ile haç el ele vermiş bulunuyor.
Ey aziz şehit!
Senin de yaşayan insanlar kadar arzuların, emellerin vardı. Hiçbir insan yoktur ki, bütün isteklerine son vererek bu topraklara gömülmüş olsun. Senin de sağ olarak vatanına dönen mücâhitler gibi oğulların ve kızların, babamız diye boynuna sarılacaklardı. İçli anan seni sinesine basacaktı.
Ey bahtiyar şehit!
Mahrûmiyetin büyüğü senin değil, bizlerindir. Bizim bu fânî saâdetlerimizin hepsi geçicidir, hepsi unutulmaya mahkûmdur. Fakat sen ve senin şanlı hatıran ebediyen unutulmayacaktır. Her fânî gibi bir gün bizler de, çocuklarımız da öleceğiz. Fakat insanlığın, tarihin en büyük ve en aziz âbidesi olan şu mukaddes mezarlıkta, şu şanlı bayrağın altında melekler âlemiyle arkadaş olma mazhâriyetinden ve sonsuz zevkinden mahrûm olarak öleceğiz. Ya Rabbi! Şehitlerimize bolca rahmet eyle!
Ya Rabbi!
Sinelerimizi, şehitlerimizin aziz rûhlarına mekân kıldık. Günahlardan arınmış ve rahmetinde olanların şefaatlerine lâyık görülünceye kadar şehitlerimizi kalplerimizde taşıyacağız. Kalbinde böyle bir şehidin hürmet ve hatırasını taşıyan bir mü’minin sığınağı rahmetin, mekânı cennetindir. Sen onların şefaatinden bizleri mahrûm eyleme ya Rabbi!
Ey aziz şehit!
Sen ölmedin, yaşıyorsun; bunu insan lehçesiyle, edebiyat lisanıyla değil, Allah ve Kur’ân diliyle söylüyoruz. Sana ölü demeyi Kur’ân-ı Kerim bizlere haram kılmıştır; onun için seni şu topraklara el değdirmeden, yıkamadan gömdük. Çünkü senin kanlı cesedin bizim ellerimizden, tertemiz kanın ise sudan daha temizdi.
Şehidinin kanını zemzem suyundan daha mukaddes tanıyan bir milletin ordularını, dünyanın hangi milleti, hangi devleti, hangi kuvveti mağlup edebilir, Ya Rabbi! Kabristanın gülistan olsun, toprakların mis koksun, melekler sohbet arkadaşın olsun!
Aziz şehitlerimizin rûhları ve yüksek rûhları için el-Fatiha!”
Kaynakça:
Tahsin Yazıcı, Kore Birinci Türk Tugayı’nda Hatıralarım, İstanbul, 1963.
Kore’de Türk Askeri, Hazırlayan: Genelkurmay Askeri tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronolojisi Kore, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1990.
İsmail ÇOLAK
Yazar1870’lerden itibaren Avrupa ve Amerika’da, sözde ‘uygar’ insanları eğlendirmek amacıyla fuarlar ve hayvanat bahçeleri gibi yerlerde kolonilerden getirilen farklı renkten ve ırktan insanlar teşhîr edil...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Bilindiği gibi içki (hamr), İslâm’da kesin bir hükümle haram kılınmıştır (5/Maide, 90-91). Osmanlı idarecileri ve hukukçuları da İslâm’ın haram kıldığı ve insana zarar veren bu maddeyi, kuruluş yıllar...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile olan anlaşmalarını bozup ihânet eden Yahudiler, Medine'den sürgün edilmiş ve çoğu Hayber’e yerleşmiştir. Burada Peygamberimiz (s.a.v.) ve İslâmiyet aleyhinde çeşidi if...
Yazar: Resul KESENCELİ
Gönlün açık olsun, cümleyi sığdırKimseyi incitip üzmeye gelmezSıyrıl benliğinden, boynunu eğdirDik tutup dünyada gezmeye gelmez.Boşuna yorarsın başını boşaEremezsin gökte kanatlı kuşaHayatı Âmentü emr...
Şair: Ramazan PAMUK