Camiye Cemaat Olmak
z. Peygamber (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret ederken yapmış olduğu ilk icraat, Medine’ye yakın bir yer olan Kuba’da bir mescit inşâ etmek olmuştur. Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk icraat da aynıdır. Şehri iyice tanıdıktan sonra mescid yapımına müsâit bir arazi bakmaya başladı. Kentin uygun bir yerinde bulunan boş bir arsayı dayıları Neccaroğullarından satın almak istedi. Onlar ise üzerine Allah’ın evi inşâ edilecek bir arsadan bedel alamayacaklarını söylediler. Sonuçta Allah Rasûlü ashabıyla birlikte çalışarak, arsada bulunan eski zamanlardan kalma kabirleri başka bir yere naklettirdi. Tepecikleri düzelttirdi. Daha sonra mescidin inşâsında kullanılacak olan ağaçları da kestirdi. Sonra bu arsaya hep birlikte mescidi inşâ ettiler. Böylece Müslümanların bir araya gelecekleri, dertleşecekleri, her türlü meselelerini hâlledecekleri, en önemlisi de dinlerini öğrenecekleri bir mekân kazanılmış oldu. Allah Rasûlü sadece bu mescidle yetinmedi. Medine etrafındaki yerleşim yerlerinde de mescidler inşâ edilmesine öncülük etti, mescidsiz bir mahalle kalmamasını sağladı. Böylece insanların namazlarını birlikte kılacakları ve görüşecekleri ortamı hazırlamış oldu.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in önceliğinin bir mescid inşâ etmek olması üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Zaten pek çok hadislerinde de cami inşâ edilmesine teşvik etmiş, Hz. Allah’ın cami inşâ edenleri mükâfatlandıracağını belirtmişlerdir.[1] Bunun yanında pek çok konuşmasında cemaatle kılınan namazın ehemmiyetine dikkat çekmişler ve camideki namazın 27 kat daha faziletli olduğunu belirtmişlerdir.[2] Unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) cemaatle namaz derken insanların kendi evlerinde cemaatle kıldıkları namazı değil camide kılınan namazı kastetmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanındaki uygulama böyleydi.
Günümüzde Müslüman kimliğinin kazanılacağı, ümmet bilincinin oluşturulacağı yerlerin başında yine mescidler gelmektedir. Buralar, insanı din üzere tutan, kardeşlik hukukunun güçlü kalmasını sağlayan mekânlardır. Özellikle dinî bir eğitim almayan insanlarımız için camiler bilgilenme yerleridir. Onlar hoca efendilerin vaazlarıyla dinî bilgilerini geliştirirler. Bilmeleri gereken temel bilgileri öğrenirler. Uhuvvet hukukunu burada inşâ ederler. Çünkü caminin kapısından içeri her vilayetten insanlar adım atarlar. Böylece kardeş olmanın mânevî havasını hep birlikte tadarlar. Dolayısıyla camiler mü’minlere kardeşlik havasını teneffüs ettiren mekânlardır. Cami dışında başka bir meclis bu havayı teneffüs ettiremez.
Bizler –hâşâ- birer peygamber değiliz. Toplumu tek başımıza dönüştürebilecek gücümüz yok. Müslüman kimliğimizi sadece birbirimizle dayanışma içerisinde kalarak koruyabiliriz. İslâmî değerlerimizi bu yolla muhâfaza edebiliriz. Bu nedenle kendi başına kalan insanların başta namaz olmak üzere ibâdetlerden ve dinî değerlerden yavaş yavaş kopmalarından korkulur. Bu da gösteriyor ki, bizi mukaddeslerimiz üzere tutacak en güzel mekânlar camilerdir. Çünkü camiden koptuğumuz zaman erozyon başlamaktadır. Din etrafında kenetlenmemizi sağlayan en önemli kurumu hayatımızdan çıkarmış oluyoruz.
Rabb’imiz Kur’ân’ında şöyle buyurmaktadır: “Allah'ın mescidlerini sadece, Allah'a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onarır. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.”[3] Bu ayette sözü edilen camilerin imarı hususunu iki şekilde anlayabiliriz. Birincisi, caminin maddî bakımını yapmaktır. Kırılan, dökülen taraflarını onarmaktır. Camide ibâdetin aksamaması, fonksiyonunu yitirmemesi için gerekenleri yapmaktır. İkincisi ise caminin mânevî onarımını yapmaktır yani cemaatsiz bırakmamaktır, canlı tutmaktır. Esasında cami, mü’minlerin şerefli alınları onun içinde secdeye vardığı zaman değer kazanır. Cemaatsiz cami boş bir binadan ibarettir. Ona değer katan cemaattir.
Günümüzde hem ülkemizde hem de diğer pek çok İslâm ülkesinde en büyük problemlerden birisi budur. Her yerde dünyanın masrafı yapılarak çok güzel camiler yapılmakta ancak Allah’ın evleri mânevî anlamda bakımsız kalmaktadır. Cemaat sayıları çoğu yerde bir safı bile bulmayabilmektedir. Bu esasında, camiden, dolayısıyla bize ait değerlerden kopuşumuzun da bir göstergesidir. Oysa cemaatle namaz kılmak tesbihin imâmesi mesâbesindedir. İmâme dağıldığında geri kalan tesbih taneleri de dağılıp gidecektir. Ülkemizde veya başka diyarlarda yaşanan pek çok sorunun temelinde işte bu yani camiden kopuş yatmaktadır. Camiden uzaklaşan kişi diğer kardeşlerine farklı bakmaya başlayabilmekte veya kulluk görevlerinde gevşeklikler olmaktadır.
Diğer taraftan ülkemiz insanı takdir edilmeyi ve eli öpülmeyi hak etmektedir. Her yanda inşâ edilmekte olan camiler onların camiye verdiği değerin, İslâm’a bağlılığının bir göstergesidir. Pek çoğu, yaz aylarında aldıkları Kur’ân dersi ile okulda okurken haftada bir saatlik din dersi ile bu dine gönülden bağlanmışlardır. Bu sevgiyle yaptıkları bağışlarla camilerimizi inşâ etmektedirler. Ancak bu yeterli değildir. Sevginin eyleme dönüşmesi gereklidir. Bu nedenle cami inşâatıyla yetinmemelidir. Camiyi yapmak için infakta bulunan veya ücretsiz olarak inşâatında çalışan insanlarımızın, ibâdete açıldıktan sonra da Allah’ın evlerinin eşiğini aşındırmaya devam etmeleri gerekir.
Esasında sorun bu kardeşlerimizin mescitlere gelmeyişiyle sınırlı değildir. Bizleri çok daha büyük bir sorun beklemektedir. Şöyle ki, yaşı otuzun altında olan gençlerimizi camilerimizde pek göremiyoruz. Camideki cemaatten yaşı otuzun üzerinde olanlar bir anda vefât edecek olsa geriye neredeyse cemaat kalmayacaktır. Durum gerçekten de son derece vahimdir. Dinî eğitim almamasına rağmen camilere sahip çıkan ancak Allah’ın evini şenlendirmekte gevşeklik gösteren insanlarımızın çocukları maalesef camilerden kopuk yetişmektedirler. Camiyle aralarındaki bağ büyüklerinkinden daha zayıftır.
Bu acı ve yakıcı durum nedeniyle gençlerimizi cami ve cemaatle kaynaştırmak zorundayız. Onların millî ve mânevî değerlerimize bağlılığının camilerden geçtiğini unutmamalıyız. Değerlerden yoksun yetişen gençlerin terör adına ülkemize yaptıklarına bir bakalım. Allah korkusu taşımayan yıkanmış beyinlerin, nice ocaklara acı düşürmesinin arkasında yatan temel neden, dinden dolayısıyla camiden kopuk yetişmeleridir. Bu ülkede yaşayan herkesin kardeşi olduğunu öğrenmemiş, camide farklı etnik kimlik sahipleriyle alnını secdeye varmamış, insan öldürmenin ne kadar vahim bir şey olduğuna dair âyet ve hadisleri dinlememiş, kardeşlik hukukunu tatmamış ve her şeyden önemlisi din adına bir şey öğrenmemiş bir gençlikten ne bekliyoruz ki? Böylesi insanlar her an her türlü yanlışa ve fenâlığa düşmeye müsâittirler ve başkalarının elinde maşa olabilirler. Yaşadıklarımız tam anlamıyla budur.
Büyüklerimize çocuklarını camiye alıştırmak noktasında büyük bir görev düşmektedir. Belki hafta içi zor olabilir ancak hafta sonları fırsat bulduklarında ailece camiye gelmeleri evlâtlarına cami sevgisini kazandıracaktır. Çünkü camide namaz kılmanın mânevî havası ile evde cemaatle bile olsa kılınan namazın havası aynı değildir. Cami bütünüyle bir ibâdet mekânı olduğundan daha kapıdan adımı atarken içerinin mânevî havası sizi kucaklar. Beraber yaptığınız ibâdetten mânevî bir haz alırsınız. Bu nedenle ailemizin de bu güzel atmosferi tatmasına imkân sağlamalıyız. Ayrıca bu bize şunu da gösterecektir:
Allah’ın evleri sadece erkeklerin mekânı değildir. Bu dinin mensuplarının yarısını hanımlar oluşturuyorsa, onları da camiyle buluşturmalıyız. Hocalarımızın vaaz kürsülerinden veya minberlerden anlattıkları sadece erkeklere yönelik değildir. Cami ve cemaatin mânevî atmosferini solumak erkeklere tahsis edilmemiştir. Bu yüzden -imkânlar çerçevesinde özellikle de büyük şehirlerde- Allah’ın evlerinden hanım kardeşlerimizi mahrûm etmemeliyiz. Unutmayalım ki, Allah’ın evlerine devam etme alışkanlığı olanların dinî değerlere daha fazla sarıldıklarını ve dindarlıklarını güçlü bir şekilde muhâfaza ettiklerini hepimiz görmekteyiz. Çünkü cemaatle namaz insanı değerler üzerinde daha fazla hassaslaştırmakta ve gevşeklik göstermesini engellemektedir. Velhâsıl cami insanı iyi Müslüman yapmaktadır.
Esasında her şeyi cemaatten beklemek de doğru değildir. Camileri cazibe merkezi hâline getirmek de önemlidir. İnsanların namaz kılmak yanında camiye gitmeleri için başka sebepleri de olmalıdır. Bu nedenleri oluşturabilirsek camilere gelen cemaat sayısı artacaktır. Bu da gösteriyor ki, yapacak çok işimiz var. Özellikle de cami derneklerine büyük görev düşmektedir.
[1] Ahmed, Müsned, 126.
[2] Buhârî, 645.
[3] 9/Tevbe, 18.
Enbiya YILDIRIM
YazarÖğretmen; velilerle kuracağı sıkı samîmî, etkin bir işbirliği sayesinde istediği sonuca ulaşabilir. Öğrencilerde görülen başarısızlık ve davranış bozukluklarının sebeplerinden en önemlisi aile içi sor...
Yazar: Ali ÖZKANLI
Son dönemlerde geleneğe uyup, oğluma hitâben nasihatler yazıyorum. “Din nasihattir.” fetvâsınca, nasihatin sadece söz olmadığını, içinde samîmiyet barındırdığını müdrik olarak yaşadıklarımı, tecrübe e...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
Emîr Sultan’ın asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Seyyid olduğu için “Emîr”, çömlekçilik yaparak geçimini sağladığı için “Külâl” unvanları verilen ve “Emîr Külâl” diye tanınan babası Seyyid Ali, Buhârâ’...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Müslüman için ibâdet kavramı hayatın bütün alanını kuşatır. İbâdet sadece namaz kılmak, oruç tutmak veya hacca gitmek değildir. Yoldan karşıya geçmekte zorlanan yaşlıya yardım etmek, otobüste engelli,...
Yazar: Enbiya YILDIRIM