Bedensel Engelle Sınanmak
akîm’inde herhangi bir ayırıma gitmeksizin genel durum itibarıyla insanın yaratılış açısından en mükemmel varlık olduğunu beyan etmektedir. Buna göre insan tüm mahlûkât içinde en güzel yaratılışı olan varlıktır. Şu âyetlerde bu husus şöyle dile getirilmektedir:
“Biz insanı en güzel şekilde yarattık.”[1] “Allah size şekil verdi ve şeklinizi güzel yaptı.”[2] “Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etti.”[3]
İnsanın mükemmel yaratılışına rağmen, sebebi bugün keşfedilememiş tıbbî nedenlerden, anne babanın hatalarından, yanlış uygulanan tedavi yöntemlerinden, ağır kazâlardan veya hastalıklardan dolayı insan dünyaya engelli olarak gelebilmekte veya sonradan engelli olabilmektedir. Bundan dolayı bazı insanların sınavları daha ziyâde bedenlerinden olabilmektedir.
Allah Neye Bakıyor?
Allah’ın en şerefli mahlûku olan insana baktığımızda, yeryüzünde ne kadar kişi varsa o kadar farklı sûret olduğunu görürüz. Bir kısmı zenci, bir kısmı beyaz, bir kısmı kumral, bir kısmı da sarışın. Bunun yanında boy uzunluğu, göz rengi, saçların kıvırcık veya düz oluşu gibi özellikler de farklılık arz eder. Her bir insanla diğer her biri arasında onlarca farklılık bulunur. Tek yumurta ikizlerinde bile durum böyledir.
Yakışıklılık veya güzellik, şişmanlık veya zayıflık, uzunluk veya kısalık gibi açılardan baktığımızda hep şunu anlarız: Bunların hiçbiri insanın kendi kazanımları değildir. Çünkü kul, dünyaya gelirken ne cinsiyetini ne de endâmını belirleyebilir. Bu yüzden de yaratılış şeklimiz sorumlu olacağımız husus olmadığı gibi, Allah nazarında artı bir kazanım da değildir.
Rabb’imizin önem verdiği husus kulun yaşantısıdır, dünyaya getiriliş amacına ne kadar uygun yaşadığıdır. Bu yüzden de bunu başarabildiği oranda Rabbi katındaki değer ve itibarı artar. Nitekim hepimizin bildiği âyet-i celîlede şöyle buyrulmaktadır: “Allah katında en üstününüz, en muttakî olanınızdır.”[4]
Kuran’da Engelliler
Allahu Teâlâ Kur’an’da fizikî engelli olmayı çeşitli vesilelerle zikreder. Meselâ görme engelliler ile topal olanlardan yapamayacakları şeylerin istenemeyeceğini beyan ederek şöyle buyurur: “Âmâya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur.”[5] Bunun yanında İslâm hakîkatini kabul edenler mecâzî anlamda “görenler ve işitenler”, reddedenler de “körler ve sağırlar” olarak pek çok âyette zikredilir.[6] Kezâ dilsizlik de zikredilir.[7]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Sahâbîlerinden Engelli Olanlar
Her toplumda olduğu gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in arkadaş çevresinde de çeşitli engeli olan sahâbîler vardı. Meselâ görmede sorunu olan İtbân b. Mâlik yağmur yağdığında ve hava karardığında mescide gelemediğinden dertlenince, Hz. Peygamber (s.a.v.) evine kadar gitmişti. Itbân’ın evinde bereket olması için namaz kılmış, o da Allah Rasûlü’nün namaz kıldığı yeri namazgâh edinmişti.[8]
Kezâ Ka’b b. Mâlik gözlerini kaybedince oğlu Abdurrahman babasına refâkat etmeye ve onu mescide götürmeye başlamıştı.[9] Mekke fethedildiğinde de Hz. Ebû Bekir yaşlı ve âmâ olan babasını sırtına yüklenip Hz. Peygamber (s.a.v.)’e getirmişti. Allah Rasûlü de ona, “İhtiyarcağızı evde koysaydın da biz yanına gitseydik ya.” buyurmuştu.[10]
Bunlardan başka Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ashâbı içinde doğuştan âmâ olan veya sonradan gözlerini kaybeden onlarca insan vardı. Berâ b. Âzib, Hassân b. Sâbit, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Câbir b. Abdullah gibi meşhur sahâbîler böyledir.
Sahâbeden topal insanlar da vardı. Mücâlid b. Mes’ûd gibi. Kezâ bu durumda olan Amr b. Cemûh bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanına gelerek, “Yâ Rasûlallah! Ne dersin, eğer ben şehid oluncaya kadar Allah yolunda savaşırsam, cennette bu topal ayağım düzelmiş bir şekilde yürüyebilecek miyim?” diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Evet.” buyurur. Bunun üzerine Amr, kardeşinin oğlu ve hizmetçileri Uhud Savaşında birlikte savaşırlar. Savaş esnasında onu gören Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ben sanki seni cennette bu ayağın iyileşmiş bir vaziyette yürürken görüyor gibiyim.” buyurur. Üçü de o savaşta şehid olur ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emriyle aynı kabre konulurlar.[11]
Türkiye’deki Rakamlar
Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün Mart 2014 tarihli istatistikî bilgilerine göre, Türkiye’de Ulusal Engelliler Veritabanı’na kayıtlı, adresi, engel grubu ve engelli sağlık kurulu rapor bilgileri bilinen toplam 1.778.228 engelli vardır. Bunların dağılımı şöyledir: Süreğen hastalıklar: 949.105. Zihinsel: 547.455. Ortopedik: 390.528. Ruhsal ve duygusal: 205.963. Görme: 259.889. İşitme: 189.726. Dil ve konuşma: 46.494. Bunların 1.018.181 tanesi erkek, 760.047 tanesi de kadındır. Bu istatistikler sonraki yıllarda benzer şekildedir.
Engelli Kardeşlerimize Düşen Görevler
Engel bazen doğuştan olur, bazen de hastalık veya kazâ sebebiyle insanı yakalar. Her durumda, tedavi açısından üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmek durumundayız. Bunun yanında, bazı organların kaybedilmesine sebep olabilecek hastalıklara karşı sıhhatimize dikkat etmek, tedbir almak zorundayız.
Allah Rasûlü’ne gelen bir sahâbî, “Ey Allah’ın elçisi tedavi olalım mı?” diye sorar. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Tedavi olun. Zira yüce Allah yarattığı her bir hastalığın şifâsını da yaratmıştır. Ancak yaşlılık bunun dışındadır.”[12] Allah Rasûl’ünün kendisi de sahâbîlerine pek çok kez tedavi olmalarını tavsiye etmiş, o bölgede tecrübe edilmiş tedavi yollarını önermiş, vefât ettiği hastalığında ateşler içinde kalması sebebiyle doktorlar çağrılmış ve tedavi edilmeye çalışılmıştır.
Sebepler dairesinde hastalığı yaratan rabbimizdir. Yine sebepler dairesinde veya bir sebep olmaksızın onu iyileştirebilecek olan da Rabb’imizdir. Çünkü bütün kudret ondadır. Âyette geçtiği üzere, “Hastalandığımda o bana şifâ verir.”[13]
Bu çerçevede duâ hem Rabb’in katına el açmaktır, hem de âlemlerin sahibine sığınarak rahatlamaktır. Çünkü bizim ondan başka sığınacak kapımız yoktur. Tüm dertlerimiz ile şifâlarını bilen odur, bir lahzada iyileştirme kudreti ondadır.
Esasında hastalık anında şifâ isteneceği gibi sağlıklı iken de Allah’ı unutmamak ve ondan her zaman âfiyet dilemek gerekir; ayrıca sağlığı korumanın gereklerini yerine getirmek gerekir. Müslümana yakışan budur. Allah Rasûlü bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Allah’tan af ve sağlık dileyin. Çünkü bir kimseye imandan sonra, sağlıktan daha hayırlı bir şey verilmemiştir.”[14] Allahu Teâlâ da başına sıkıntı geldiği zaman Allah’ı anan, ancak musîbet geçtikten sonra kaldığı yerden yanlışlara devam edenleri kınamaktadır.[15]
Tedavisi imkân dâhilinde olmayan veya henüz tedavi yöntemi geliştirilmemiş olan bir hastalık veya engel durumunda, insana düşen ilk görev Allah’a isyan etmemektedir. Karşılaştığı durumun suçunu Allah’a yıkmamaktır. Çünkü böylesi bir yaklaşım her hangi bir durumu değiştirmez, sadece insanın moral dünyasını daha fazla yıkar; kulun kendi kendisini yemesini, hayatına küsmesini ve toplumdan uzaklaşıp üzüntüler içinde kalmasını doğurur; sığınacak yeri kalmaz ve büyük bir günaha düşer. Bu sürecin sonu, Allah muhâfaza, çok kötü bir şekilde sonlanabilir. Bu yüzden de 70-80 yıllık dünya hayatı için ebedâ hayatı fedâ etmek doğru olmaz.
Unutmamak gerekir ki, ne kadar tedbir alınırsa alınsın, bazen işler insanın istediği gibi gitmez. İlâhî irâde kulun bu şekilde sınanmasını uygun bulmuş olabilir. Diğer kullar da onun vesilesiyle imtihana tâbi tutulabilir. Dolayısıyla hâline isyan etmeyen kul, bu tavrının karşılığını büyük mükâfat olarak Allah katında bulacaktır.
Allahu Teâlâ muttakî ve sâdık kulların; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanında sabredenler olduğunu belirtmektedir.[16] Bunun yanında, “Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musîbet gelince, ‘Biz şüphesiz Allah’a âidiz ve şüphesiz ona döneceğiz.’ derler.” buyurmaktadır.[17] Böylece mü’minin başına bir sıkıntı veya hastalık geldiğinde, nasıl bir tavır takınması gerektiğini göstermiş olmaktadır. Bunun yanında iki gözünü kaybeden kimse hakkında bir kudsî hadise göre Hz. Allah şöyle buyurmaktadır: “Ben kulumu iki sevgilisiyle imtihan ettiğimde sabrederse, iki gözüne karşılık olarak ona cenneti veririm.”[18]
Siyah bir kadın Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelir ve “Sara hastalığım tutuyor ve üstüm başım açılıyor. İyileşmem için Allah’a duâ edin.” der. Hz. Peygamber (s.a.v.) ona şöyle buyurur: “İstersen sabreder, cennetlik olursun; istersen sana şifâ vermesi için Allah’a duâ ederim.” Bunun üzerine kadın, “O hâlde hastalığıma sabredeceğim. Ancak üstüm başım açılıyor. Böyle olmaması için duâ buyurunuz.” der. Hz. Peygamber (s.a.v.) de ona duâ eder.[19] Rivâyetten anlaşıldığı kadarıyla, Hz. Peygamber (s.a.v.) tedavisi olmayan hastalığı sebebiyle kadına sabretmesini tavsiye etmiş, Allah’ın onu mükâfatlandıracağını ifade etmiştir. Mü’mine düşen de budur.
Mü’minin bütün hayatı imtihandır. Bu sebeple yaptığı her iyilik yanında, isyan etmeden katlandığı her zorluk onun âhiret sermayesinin artmasına sebep olur. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususta ne güzel buyurmuştur: “Mü’min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü, hatta küçük bir tasa hâli isâbet edecek olsa, bunlar mü’minin bir bölüm günahlarına kefaret olur.”[20] “Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musîbet verir, sonra ona sabretme gücü ihsan eder ve böylece onu kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır.”[21]
Nitekim kutlu elçisinin kendisi de Tâif’te taşlanmış, ayakları kan içinde kalmış; Uhud Savaşında dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Vefât ettiği hastalığında öyle ateşlere yakalanmıştır ki, Hz. Âişe annemiz şunu demiştir: “Rasûlullah’tan daha şiddetli acı çeken birisini görmedim.”[22] Lâkin o, hiçbir şekilde hâline isyan etmemiştir.
Engelli Olmayanların Görevleri
Bedenlerinde engel olmayanlara düşen öncelikli sorumluluk, kendileri gibi olmayan kardeşlerini tahkir etmemeleri, onlarla ilişkilerinde acıyan bir insan tutumu takınmamalarıdır. Bundan da öte, işveren durumunda olanların bu kardeşlerimize -devlet mecbur tutmasa bile- iş vermeleri güzel olur. Bu da ibâdetin bir parçasıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.), topal olmasına rağmen Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak görevlendirmişti. Hatta Muâz oraya gittiğinde namaz öncesinde Müslümanlara, “Ben ne yapıyorsam siz de aynısını yapın.” talimatını vermişti. Ayağının birini ileri çıkardığı için, bunu gören bütün cemâat da aynen öyle yapmıştı. Durumu namazdan sonra fark edince, kendisinin topal olduğu için böyle yaptığını, onların bu şekilde yapmamalarını tembihlemişti.[23]
Bunun yanında Allah’ın elçisi, Medine’den ayrıldığı on üç seferinde yerine âmâ olan Abdullah ibnu Ummi Mektûm’u bırakmış, o da namazları kıldırmıştı. O aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Medine’deki müezzinlerinden biriydi.
Engelli olan kardeşlerimize karşı toplum olarak en büyük görevlerimizden birisi de rastladığımız yerlerde onlara yardımcı olmaktır. Bu o kadar önemlidir ki, Hz. Allah, bu konuda belki de minicik bir kusur sayılabilecek hatasından dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.)’i eleştirmiştir. Şüphesiz bunda bizim için büyük hikmetler vardır. Olay şudur:
Allah Rasûlü Mekke’nin ileri gelenlerine İslâm’ı anlatırken yanına sözünü ettiğimiz âmâ müezzini Abdullah ibnu Ummi Mektûm gelir ve kendisine bir âyeti okumasını ister. Hz. Peygamber (s.a.v.) de, “Şimdi zamanı değil.” anlamında müşrikleri İslâm’a kazanma isteğiyle yüzünü ekşitir ve yanındakilerle konuşmasını sürdürür. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) daha oturduğu meclisten kalkmadan âyetler iner: “Kendisine o âmâ geldi diye peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü, yüz çevirdi…”[24] Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) Abdullah ile ilgilenir, ikram eder ve ihtiyacı olup olmadığını sorar.
Allah Rasûlü’nün hayatına baktığımızda, engelli kardeşlerimize yardımcı olmayı tavsiye ettiğini görürüz. Peygamber (s.a.v.)’i örnek alanlara ne mutlu:
Kutlu elçi sahâbîlerine “her gün” sadaka vermelerini tavsiye eder. Ebû Zer, her gün bunu yapabilecek imkânları olmadığını söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: “Sadakanın birçok çeşidi vardır: ‘Allahu ekber, subhânellah, lâ ilâhe illellah’ demen, iyiliği emredip kötülükten men etmen, insanların yolundan diken, taş ve kemik (gibi zarar veren şeyleri) kaldırman, âmâ olana rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacağı şekilde anlatman, ihtiyacı olanın hacetini tedârik etmesi için bildiğin yeri işaret etmen, derman arayan dertliye yardım için koşturman, koluna girerek güçsüze yardımcı olman kendin için yapabileceğin sadaka çeşitlerindendir.”[25]
Ellerimiz Duâda
Günümüzde tedavisi mümkün olmayan engel veya hastalık gibi büyük bir sınava tâbi tutulan kullara Rabb’imiz sabırlar ihsan etsin. Onlarla ilgilenen ve hizmetlerini gören yakınlarını da cennet ile mükâfatlandırsın. Hepimize her hâlukârda şükretmeyi nasip etsin.
[1] 95/Tîn, 4.
[2] 64/Tegâbun, 3.
[3] 32/Secde, 9.
[4] 49/Hucurât, 13.
[5] 24/Nûr, 61.
[6] 11/Hûd, 24; 41/Fussilet, 44.
[7] 16/Nahl, 76; 8/Enfâl, 22.
[8] Buhârî, 667.
[9] İbn Mâce, 1082.
[10] Ahmed, Müsned, 12635, 26957.
[11] Ahmed, Müsned, 22553.
[12] Ebû Davud, 3855.
[13] Şuarâ, 80.
[14] Tirmizî, 3558.
[15] 10/Yûnus, 12; 39/Zümer, 8.
[16] 2/Bakara, 177.
[17] 2/Bakara, 155-6.
[18] Buhârî, 5653.
[19] Buhârî, 5652.
[20] Müslim, 52 (2573).
[21] Ebû Dâvûd, 3090.
[22] Buhârî, 5646.
[23] Câhız, Bursân, 326.
[24] 8/Abese, 1-2.
[25] Ahmed, Müsned, 21484.
Enbiya YILDIRIM
Yazar
İnsan için en kolay olanı başkasına buyurmasıdır. Oturduğu yerden emirler ve direktifler vererek diğerlerinin yapmasını istemesidir. Bu şekilde kendisinin yapmadığı şeyleri başkalarından istemek nefse...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Hak aramak adına son yıllarda sokaklara dökülen insanların yaptıklarına bir bakınız. Molotof kokteylleri rastgele atılıyor, kaldırım taşları yerlerinden sökülüyor, çöp konteynırları kullanılamaz hâle ...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Günümüz Müslümanları kendi Müslümanlıklarını koruma endişesi yanında bir de çocuklarının Müslümanlığını koruma endişesi taşımaktadırlar. Hatta çocuklarına yönelik endişeleri kendi Müslümanlıklarını ku...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Yaman Dede (1887-1962)Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ RasûlallahNasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ RasûlallahEzel bezminde bir dinmez figândım yâ RasûlallahCemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasû...
Yazar: Vedat Ali TOK