COVİD-19 VE GIDA GÜVENLİĞİ
Ataların, tecrübeye, uzun denemelere ve gözlemlere dayanan yargılarını genel kural, bilgece düşünce ya da hikmetli öğüt olarak aktaran ve kalıplaşmış bir ifade biçimi olan, toplum tarafından benimsenmiş kısa ve özlü sözlere atasözü denir. Bu sözlerin birinde atalarımız “Bir musibet bin nasihatten yeğdir.” demek suretiyle insanların başına gelen ve zahiri planda olumsuz gibi görünen celal tecellilerinin ardında olası birçok fayda ve olumlu durum; cemal tecellisi olabileceğine dikkat çekmektedirler. Musibet ve nasihatin bir olayda bir araya gelmesi, hem dünyanın tamamını ilgilendirecek şekilde makro düzeyde hem de bir şahsı ilgilendirecek şekilde mikro düzeyde gerçekleşebilir. Söz gelimi Covid-19 virüsü insanlığın başına gelen bir musibet olarak hem küresel ölçekli planları alt üst etmiş hem de bireysel yaşam biçimlerini sorgulamaya açmıştır. Her iki açıdan da bu musibetin dile getirdiği pek çok nasihat vardır. Ancak biz bu hadisenin daha çok kendimizi ilgilendiren tarafı üzerinde durmak istiyoruz. Covid-19 virüsü ile insanlar yaşama biçimlerini, tüketim alışkanlıklarını ve temizlik anlayışlarını gözden geçirme gereği hissettiler. Öyle ki şehrin kalabalığından kaçma planları ve tükettiğini üretme hedefleri dillendirilir oldu. Bütün bunlar insan sağlığını tehdit eden unsurlardan uzaklaşma ve gıda güvenliğini sağlama gayesine matuf düşüncelerdi. Buna mukabil musibet başa gelmeden de nasihat alanlar, hayatlarını geleneğin öğretileri ve inandığı değerler ile kuranlar da yok değildir. Ancak ne var ki insan fıtratı aciz ve zayıftır. Şunu net bir şekilde ifade etmekte fayda var ki Covid-19 musibeti, acizliğimizi ve zayıflığımızı yüzümüze vurmuş, geleneğimizin unutulmuş veya farklı perspektiflerden anlaşılmış öğretilerini gündemimize getirmiştir. Peki nedir bu öğreti? Kur’an-ı Kerim’de Müslümanların tüketimlerini kayıtlayan bir ayete bu bağlamda dikkat çekmek isteriz: “Ey iman edenler! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve tayyib olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.”[1] Bildiğimiz gibi helal, tüketilmesi dince yasaklanmayan şeydir. Peki, tayyib nedir? İnananlar olarak helale dikkat ettiğimiz kadar tayyibe de dikkat ediyor muyuz? Tayyib, temiz ve yararlı olduğu için insan tabiatına hoş gelen, aklın ve dinin benimsediği şeyler hakkında kullanılan bir Kur’an tabirdir.[2] Şu hâlde gıda bağlamında düşündüğümüzde tayyib kelimesini temiz, tabiî, fıtratı sâlim ve genetiği değiştirilmemiş ürün olarak anlamak pek tabi mümkündür. Zira genetiği değiştirilmiş ürünlerin zararı bilinmekte; bunların tüketimi, alanın uzmanları tarafından sakındırılmaktadır. Üretmediklerimizi tükettiğimiz ve tasarlamadıklarımızı kullandığımız bir çağda bizim inanç değerlerimizi ve amel hassasiyetlerimizi paylaşmayan insanlar, kurumlar ve emperyalist devletlerin etkisi altında olduğumuz yadsınamaz bir gerçektir. Dolayısıyla gıda tüketimimizi tam manasıyla helal ve tayyib unsurlarla sağlama ihtimalimiz giderek zayıflamakta, direncimiz kırılmaktadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen insanımızın hakikat ve temiz yaşam arayışı kesilmiş değildir. Söz gelimi temel tüketim maddelerini üretmeyi hedefleyen toprağa bağlı minimal yaşam gayesi bugün insanların zihinlerini meşgul etmekte, alışkanlıklarını değiştirme iradesi ve yeni yaşamın getireceği zorluklarla başa çıkabilme cesareti olanlarınsa hayat tarzı olmaktadır. Bu durum topraktan yaratılan insanın var oluşunu anlamlandırması bakımından da mühimdir. Zira kevn (varoluş) ve mekân kelimeleri aynı kökten olup insanın varoluşunu gerçekleştirmesi, ancak fıtratına uygun bir ortamda yani toprağa bağlı yaşayabileceği bir mekânda mümkün olabilmektedir. Malumdur ki âlemin varoluşu, 4 unsura (hava, su, ateş, toprak) dayanmaktadır. Mevcut modern(!) hayatlarımız ise topağın yerine betonu ikame etmiş, bize topraktan geldiğimizi ve toprağa gideceğimizi yani aslımızı ve son durağımızı unutturmuştur. Bu bağlamda bir hadis-i şerife de dikkat çekmek de faydalı olacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “İnsan, elinin kazandığından daha hayırlı bir yemek yememiştir.” buyurur.[3] Malumdur ki bu hadis-i şerif genellikle insanı çalışmaya sevk etmesi ve işçi sınıfını takdir etmesi bağlamında gündem edilmektedir. Oysa “insanın kendi elinin emeğini yemesi” ifadesini önyargılardan ve zihnimizdeki algılardan tecrîd ederek bir düşünelim. Tamamen insanın ne tükettiğini bilmesine imkân sağlayan bir üretim faaliyetinin tavsiye edildiğini göreceğiz. Burada maksadımız el emeğini, alın terini ve çalışmayı tahfif etmek değil, daha kapsamlı bir bakış açısına dikkat çekmektir. Zira ilahi olan metinler yani ayet ve hadisler birçok anlam katmanını muhtevidir. Şu halde insanın elinin kazandığı yani kendi ürettiği ürünleri tüketmesinin tavsiye edilmesi, para karşılığı temin ettiklerine nazaran daha helal ve tayyib olması ihtimalinden ötürü olsa gerektir. Helal ve tayyib tüketmenin insan fıtratına uygunluğu ve sağlıklı olması, insanı sadece maddî anlamda değil manevî anlamda da etkileyen unsurlardır. Zira bir başka ayette temiz (tayyib) rızık ile sâlih amel arasında bir ilgi kurulmuştur.[4] Ayrıca hadis-i şeriflerde ibadetin huşûu ve duaların kabulünün helal gıda şartına bağlandığı bilinmektedir.[5] Dolayısıyla temiz rızık sâlih ameli, sâlih amel güzel hali, güzel hal de Allah’a yakınlığı artıracaktır. Manevî yakınlık arttıkça da helâl hassasiyeti artacaktır. İlk dönem zâhidlerinden Ebubekir Muhammed b. Dukkî konu ile ilgili şu veciz ve çarpıcı sözü dile getirmektedir: “Midesine helal dolduran salih ameller işler. Şüpheli yiyen Allah’a giden yolda şüpheye düşer. Haram yiyen ilahi emirlere ittibâ etmekten mahrum olur”[6] Özetle Covid-19 maddî ve manevî hayatımızı olumsuz etkileyen tercihlerimizi bize göstermekte, fıtrata uygun yaşamamızı nasihat etmektedir. Ne dersiniz, sizce de bir musibet bin nasihatten evla değil midir? [1] 2/Bakara, 168. [2] Adem Yerinde, DİA, “Tayyib”, XXXX., s. 196-197. [3] Buhârî, Sahih, Büyü’, 15; Tirmizî, Ahkâm, 22. [4] bk. 23/Mü’minûn, 51. [5] Müslim, Zekât, 19; Tirmizî, Tefsir, 3. [6] Abdulkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, çev. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul, 2014, s. 139
Hamit DEMİR
YazarDede Ömer Rûşenî, 15. yüzyılın ilk yıllardan Aydın’da dünyaya gelmiştir. Ailesi hakkında net bilgiler bulunmasa da soyu, Osmanlı’dan önce bölgede hüküm süren Aydınoğulları’na dayanmaktadır. Şiirlerind...
Yazar: Hamit DEMİR
6 Ağustos 2023 Pazar sabahını diğerlerinden farklı kılan şey ata toprakları Özbekistan’ı ziyaret etmek için yola revan olmamızdı. Elbette bu heyecan tarihi ve kültürel bağlarımızı yerinde müşahede ede...
Yazar: Hamit DEMİR
Osman Hulûsi Efendi (k.s.), 1914-1990 yılları arasında Malatya’nın Darende ilçesinde yaşamış mutasavvıf bir şairdir. 1. Dünya Savaşı’ndan dolayı bu yıllarda; hayat iktisadî açıdan zorlaşmış; ilmî, tas...
Yazar: Hamit DEMİR
Yûnus Emre, tarihi şahsiyeti ile menkıbevî şahsiyeti arasında kalmış, hayat öyküsü halen netleşmeyen bir halk şairi sûfî olarak Anadolu insanının yakından tanıdığı birisidir. Hem onun hayatından bahse...
Yazar: Hamit DEMİR