ZAMAN VE İNSAN
Bizim zamanımız metafizik zamanla kıyaslandığında nokta içinde belli belirsiz bir yerdedir. Fakat insanoğlu zamanı kendi dar çerçevesinde değerlendirdiğinden dolayı dünyaya¸ olaylara kendi dar kalıpları içerisinden bakıp değerlendirmektedir. Bu bakış açısı gözün önündeki saman çöpüne benzer. Bizim heva ve heveslerimiz¸ şahsî saplantılarımız¸ içinde bulunduğumuz koşullar¸ eğitim tarzımız ve diğer etkenler tarihi iyi değerlendirmeye engeldir.
Tarih¸ Batı'da ve Eski Yunan'da "Historia" kelimesiyle adlandırılan bir bilim dalıdır. Historia masal kelimesinden türetilmiştir. İslâm dünyasında ise "Tarih" kelimesi masalcılıktan çıkartılıp bugünkü manada kullanılmaya başlanarak yazılı ve sözlü olarak anlatılan yaşanmış olaylar olarak ifade edilir. Pratik manada ise milletlerin kendilerini ve geçmişlerini boy aynasında görebilme ve geleceğini geçmişteki hataların farkına vararak tecrübe birikimi üzerine kurmasıdır.
Tarihin içinde bulunduğu zaman itibariyle iki önemli sorunu vardır. Tarihin başlangıcının tespiti ve tarihî vesikalara ulaşamayışı. İnsanoğlunun tarihî zamanlarla ilgili çelişkilere düşmesinin temel sebebi; insanın kendisini iyi tanımlayamamasından kaynaklanır. Zira en önemli Batılı felsefeciler dahi insanın meçhuller yığını olduğunu ifade ederek tanınamaz bir varlık olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Zaman içerisinde kendisini tanımaktan yoksun olan şahıslar¸ milletleri oluşturan insanlığın temel zamanlarını da tanımaktan yoksun kalmışlardır.
İslâm dünyasının tarihe ve tarihî olaylara bakışı ise Batı dünyasından çok daha ayrıdır. "Kendini tanıyan¸ Rabbini tanır." mantığı içerisinde kendinden başlayan tanıma kavramını Rabbe doğru genişletmiştir. Nesimî'nin "Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi¸ gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni" ifadesinde de belirttiği gibi kimi zaman kendisini insanlardan soyutlayıp bir laboratuar ortamında olaylara dışarıdan bakar; çoğu zaman da kendisini olayların içerisinde müdahil konumunda¸ tarihe yön veren¸ başkalarının ve ilâhî yaratıcının kendisini seyrettiği bir tarih mantığına sahiptir. Batı dünyası ise; olaylara akılcı yaklaşan ve aklının yetmediği zamanlarda inkâr ederek kurtulan¸ tarih kavramını ve tarihin başlangıcını çözmekten aciz bir konuma düşmüştür. İki ayrı medeniyetin tarih anlayışındaki derin yarıklar incelendikçe ve detaylarına inildikçe açı sapması büyümektedir.
İslâm tarihçileri¸ elle tutulamayan¸ gözle görülemeyen tarihi üç ana kısma ayırmışlardır. Soyut zaman¸ devletlerin zamanı¸ insanların zamanı. Soyut zaman diye ifade edilen zaman aralığı belki de Yüce Yaratıcıyla kaimdir. Bu zamanı anlamak Yaratıcıyı anlamakla mümkündür. Bu zaman süreci Nesimî'nin gökyüzünden âlemi seyretmesi ifadesiyle daha net olarak açıklanabilir. Âlemin kendisini seyrettiği zaman ise devletlerin ve insanların zamanıdır. Tarih şuuru ve tarihin künhüne vâkıf olma mantığı burada ortaya çıkar. Belki de zihinlerdeki sorulara¸ tarihteki olaylara verilen/verilemeyen sorular/sorunlar silsilesi¸ İslâm edebiyatındaki menkıbe kültürüyle anlatılmaya çalışılmıştır.
Bizim zamanımız metafizik zamanla kıyaslandığında nokta içinde belli belirsiz bir yerdedir. Fakat insanoğlu zamanı kendi dar çerçevesinde değerlendirdiğinden dolayı dünyaya¸ olaylara kendi dar kalıpları içerisinden bakıp değerlendirmektedir. Bu bakış açısı gözün önündeki saman çöpüne benzer. Bizim heva ve heveslerimiz¸ şahsî saplantılarımız¸ içinde bulunduğumuz koşullar¸ eğitim tarzımız ve diğer etkenler tarihi iyi değerlendirmeye engeldir.
İnsanoğluna göre tarih¸ insanlığın yaratılmasıyla başlamıştır. Olaylara ilâhî mantıkla bakan İslâm tarihçileri¸ tarihin başlangıcını ilk insan Hz. Âdem'in varlık âlemine gönderilişi olarak anlar. İlâhî kitaplardaki bilgileri kabul etmeyen ve bunlara kulaklarını kapatan materyalist bir mantık üzerine kendisine bir dünya kuran Batı tarihçileri ise; ulaşamadıkları¸ tanımlayamadıkları zamanları yok sayarlar. İslâm inancına göre ise Adem kelime itibariyle yokluktur. İnsanın yeryüzünde var olduğu anda dahi yokluk içerisindedir/olmalıdır. Dünya¸ ruhlar âlemi ile kabir âlemi arasında nefeslenmek amacıyla verilen kısa bir dinlenme süresidir. Dünya¸ bu kısa süreyi murat edilmiş şekliyle yaşamak isteyen insanlar için ibret alınacak olaylarla doludur. Tarih ise geçmişteki bu ibretli olayları insanlarının hizmetine sunan ilimdir. Tarih bilimi¸ geçmiş olayları bizlere aktarırken amacı geçmişi öğretmek değildir. İçinde bulunduğumuz anı/asrı¸ geçmiş olaylardan nasıl ders alıp değerlendirmemiz gerektiğini ortaya koyar. Bu sebepten olsa gerek İlâhî Yaratıcı¸ içinde bulunan zamanı kutsal olarak tanımlıyor. Bu kutsallığı¸ Asr suresinde "Asra yemin olsun ki" ifadesinde olduğu gibi yine yaratılanlara anlatabilmek için yemin ediyor.
Recep SARIHAN
YazarYavuz Sultan Selim’in kısa süren saltanatından sonra Osmanlı Devleti’nin başına geçen oğlu Kanûnî Sultan Süleyman da babası ve dedeleri gibi tasavvufa meyilli bir padişahtı. Hatta o tasavvufa meyli ba...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. Annesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiye...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Şeyh Abdurrahman Erzincanî’nin soyu, Orta Asya’dan gelerek Erzincan’a yerleşmiştir. Evlâd-ı Rasûl’den ve Yıldırım Bâyezîd devri meşayihlerindendir. Zamanının gerekli ilimlerini memleketi olan Erzincan...
Yazar: Resul KESENCELİ
Tonton tavşan yavrularını gezdiriyordu. Onlara ormanı tanıtmaya çalışıyordu. - Yavrularım, ağaçlara, yapraklara, otlara bakın ne güzel. Kelebekler uçuşuyor dört yanda. Pamuk: - Evet. Kır çiçe...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ