Şeyh Hâmid-İ Velî Hazretleri’nin Mânevî Etkisi ve Emir Sultan Hazreteri
Emir Sultan Hazretleri, Şemsettin Muhammed bin Ali el-Hüseynî olarak bilinir, aslen Buharalı olup burada tahsil yapmış ve tarîkat terbiyesi görmüştür. Kendisi Kübreviyye Tarikatı’nın Nurbahşiyye kolundandır. Hac yolculuğu sırasında Bağdat’a uğramış hacdan sonra da Anadolu’ya gelmiş ve Bursa’ya yerleşmiştir. Kendisi seyyid ve şeriftir.
Kısa sürede hâl ve hareketleri, ilmi ve olgunluğuyla herkesi etkilemiştir. Yıldırım Bâyezîd’in damadı olmuş kızı Hundi Sultan ile izdivaç yapmıştır. Yıldırım’ın İstanbul kuşatması sırasında dervişleriyle birlikte kuşatmaya katılmıştır. Ankara Savaşından sonra esir alınarak Timur’a götürülmüş fakat Timur Emir Sultan’a izzet ve hürmet göstermek sûretiyle kendisini Bursa’ya tekrar göndermiştir. Tarihimiz boyunca Türk hükümdarlarının sâdât-ı kirâma yani seyyidlere karşı büyük bir tazim içerisinde olduğunu görmekteyiz.
Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin Bursa’da hakîkî hâlini ilk kez gören ve anlayan, onun feyzinden istifâde eden mânevîyat büyüğü Emir Sultan Hazretleri olmuştur. Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri ile Emir Sultan’ın ilk tanışmasını izah edelim; Somuncu Baba Hazretleri fırının önünde ekmeklerin pişmesini bekliyordu. Başında yeşil bir sarık üzerinde nohudî renkte bir elbiseyle bir genç adam geldi. Elinde küçük bir çömlek vardı. Göz göze gelmişler bir tek kelime etmemişlerdi.
İki büyük şahsiyet hiç konuşmadan tanışmışlardı. Emir Sultan çömleği pişirmesi için Somuncu Baba’ya verdi. Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri çömleği fırına sokmak istedi fakat çömlek fırına girmiyordu. Bunun üzerine Emir Sultan’a dönerek; “Bu çömleği ancak sen fırına sokabilirsin.” dedi. Emir Sultan çömleği fırına sürdü fakat fırın soğuktu. Ateş yoktu fırında, fırın yanmıyordu.
Buna rağmen Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri fırının kapağını kapatarak birazdan pişer, biraz sonra çömleğini alırsın dedi. Emir Sultan Hazretleri, fırında ateş yanmıyor demesi üzerine Hazret, aşk ateşi/gönül ateşi ile pişecek, cevabını verdi. Böylece iki gerçek dost birbirini bulmuş; Emir Sultan, Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin feyzinden yararlanmaya başlamış gerçek sırrına vâkıf olmuştu.
Yıldırım Bâyezîd 1396 Niğbolu Zaferinin bir nişânesi olarak Bursa Ulu Camii’nin inşâsını başlatmıştı. Ulu Camii 1399’da tamamlanmıştır. Hatta caminin inşâsı sırasında işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba karşılamış, kendi fırınında pişirmiş olduğu ekmekleri işçilere dağıtmıştır. Ulu Camii’nin tamamlanmasından sonra İslâm dünyasında mevcût olan âdet üzerine açılışı Cuma günü yapılacaktı.
Yıldırım Bâyezîd de bu ulvî görevi (imâmet-hitâbet) damadı Emir Sultan’a vermek istiyordu. Fakat Emir Sultan bu görevi kabul etmemiş ve Şeyh Hâmid-i Velî’yi işaretle şunları söylemiştir: “Kutb-u zaman ve halîfe-i hakîkât-i Habîb-i Rahmân hâlâ şehr-i Bursa’da iken bu fakiri böyle hizmete lâyık ve şâyân görmek münâsip değildir.
O ki sâhib-i zaman ve kutb-u daire-i imkândır. İlm-i zâhirde efdaldir.” Böylece Ulu Camii’nin şanına şöhretine yakışır şekilde açılmasının ona ait olacağını dile getiriyordu. Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri ise sırrının açığa çıktığını anlıyor ve Emir Sultan’a; “Hay Emir hay! Niçin bizi faş ettin.” diyor fakat yine de Ulu Camii’nin açılışı içinde harekete geçiyordu.
Bursa Ulu Camii’nin açılışında imam ve hatiplik yapan Somuncu Baba Hazretleri Fâtiha Sûresi’nin yedi farklı tefsirini yapıyordu. Bursa’da böylesine hutbe okuyan, insanları derinden etkileyen biri daha görülmemişti. Herkes şaşkınlık ve hayranlık içerisinde Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’ni izlemiş ve kendisine bakakalmışlardı.
Tüm insanlar onun büyük bir velî, zamanın kutbu, sultanı olduğunu anlamışlardı. Hutbesi sırasında “Zamanımızdaki bazı ulemânın Fâtiha Sûresi’yle ilgili bazı müşkülleri vardır.” diyerek. Molla Fenarî’nin tüm müşküllerini çözmesi camideki ulema, meşâyıh ve insanları hayrete düşürmüş, hayranlıklara gark etmiştir.
Hutbe sonrası Molla Fenarî -ki bu şahıs şeyhülislâm, müftiü’l-en’am ünvânını almış yirmi bir yıl Bursa Kadılığı yapmış, yüzden fazla eser yazmıştır- ayağa kalkarak cemaate; “Şeyh Hâmid-i Velî bize buradan hikmetler saçıyor. Ululuğunu gösteriyor. Fâtiha’nın ilk tefsirini cemaatten herkes anladı, ikinci tefsiri ise buradakilerden ancak bazıları çözebildi. Üçüncü tefsiri çok az kimse anlayabildi. Dördüncü ve ondan sonra yapılan tefsirler bizim idrakimizin dışındadır. Bunları yalnız kendisi anlayabilir.” demek sûretiyle hayranlığını dile getiriyordu.
Molla Fenarî, bu mânâlardan aldığı ilhamla Fâtihayı Şerife’yi tefsir eden bir eser yazmıştır. Bu eseri “Tefsirü’l-Fâtiha” veya “Ayn’ül-Ayan” olarak bilinir. Bu eser çok meşhûrdur ve kaynağı Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’dir. Bu ise bizlere Somuncu Baba Hazretleri’nin tefsirde de üstad olduğunu ispatlarken ledün ilminin ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gösterir.
Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin Fâtiha Sûresi’nin yedi ayrı mânâda tefsir etmesi onun (mutasavvıfların) iş’arî tefsirini çok iyi bildiğini kanıtlar. Bilhassa İbni Arabî mektebinin, Kur’ân ve hadislerden çıkardıkları zâhirî mânâlar yanında bâtınî (mânevî) anlamlara muttalî olduğunu göstermektedir.
Bilindiği gibi mutasavvıflar fıkıh ve kelâmcıların kullandığı nazar ve istiblâl metodundan ziyâde tasfiye ve işraka dayalı bir mukâşefe metodunu izlemektedirler. Âyet ve hadisleri tefsir ederken de bu metoda başvururlar. Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri Fâtiha Sûresi’nin tefsirinde bu metodu kullanmış, Fâtiha Sûresi’nin mânâlarını mânevî açıdan açıklamıştır.
Öyle ki Somuncu Baba ledün ilminin bazı sırlarını Bursa halkına açıklarken namazın nasıl kılınması gerektiğini, namazda okunan Fâtiha Sûresi’nin önemini ve içeriğini açıklamıştır. Yani insanlara yaratıcıya yapılacak olan ibâdetin gerçek boyutunu göstermiştir.
Hutbe ve namaz bittikten sonra cemaat elini öpmek için hücum etmiş Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri caminin üç kapısından aynı anda çıkmış, insanlar üç farklı yerde Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’yle görüşmüşlerdir. Akabinde çilehânesine gitmiş ve bir daha ekmek yapmamıştır. Molla Fenarî, Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nden feyz almış ledün ilmini okumuştur. Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri’nin vefâtından sonra da halîfesi Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri ile münâsebetini devam ettirmiş, sohbetlerinde bulunmuş ve tâbî olmuştur.
Emir Sultan İçin Dergâh
Bursa tüccarlarından Hoca Kasım, Emir Sultan'a bir sarık hediye etti. O da, tüccara bir miktar para verdi. Hoca Kasım, o parayı alarak kesesine koydu ve çarşıda gezerken, otuz bin dirheme satılan büyük bir elmas gördü. Onu almak istedi, fakat kesesinde o kadar çok para olmadığını bildiği için üzüldü.
Sonra aklına, kesesindeki paraları saymak geldi. Paraları sayınca, otuz bin dirhemden fazla olduğunu hayretle gördü. Hemen o elması aldı. Aynı gün elmastan anlayan bir Yahudi, o elmasa yüz otuz bin dirhem verince, Hoca Kasım Yahudi’ye elması sattı. Bunun Emir Sultan'ın bir kerâmeti olduğunu anlayan Hoca Kasım, Emir Sultan için bir dergâh yaptırdı.
Emir Sultan Hazretleri’nin Vefâtı
İsmail Beliğ'in Güldeste'sinde ifade edildiği gibi, "Cenâb-ı Hakk'ın füyüzâtına mazhar kerâmet sahibi, velâyet tahtının sultanı" olan Seyyid Şemseddin Emir Sultan Hazretleri; mücâdele, mücâhede, riyâzât, zikir, duâ, niyaz, tazarrû, cihad, hizmet ve sa'y-u gayret dolu bir hayatta binbir tatlı hatıra bıraktıktan sonra 1429 yılında Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.
Şair Ahmed Paşa şu mısralarıyla tarih düşmüştür:
İntikal-i Emir Sultan'a
Oldu tarih: İntikâl-i Emir
Cenaze namazını Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri kıldırmıştır. Emir Sultan Hazretleri, türbesinde eşi Hundi Fatma Sultan, oğlu Emir Ali ve iki kızı ile yatmaktadır. Türbesi Bursa'nın güneydoğusunda isminin verildiği mahallede, yüksek bir yerdedir. Türbesinin hemen karşısında, iki minareli Emir Sultan Camii vardır. Etrafında büyük bir mezarlık bulunur.
Emir Sultan'a komşu olmak isteyen Bursalıların yattığı bu mezarlarda belki birkaç Bursa gömülüdür. Mermerle döşenmiş büyük bir avluya karşılıklı iki büyük kapıdan girilir. Doğu kapısının üzerindeki âyette, meleklerin cennete gireceklere söyleyeceği ifade yazılıdır: "Selâm üzerinize olsun. Ne hoşsunuz! Ebedi olarak içinde kalmak üzere cennete girin." (Zümer, 73)
Avlu ortasında gece-gündüz durmadan akan şadırvan, Emir Sultan makamının ilâhî havasına başka bir âhenk ve renk katar. Cami ve türbe, Cuma günleri tarihi günlerini yaşar. Namaz kılınacak yer bulunmaz. Allah'ın bu sevgili kulunun Bursa'ya kazandırdığı mânevî havadan herkes hissesine düşeni almaya çalışır.
KAYNAKÇA
Abdurrahman Cami, Nefahatü’l-Üns, (Tercüme ve şerh Lamii Çelebi, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Mustafa Kara), İstanbul 1995.
H.Kamil Yılmaz, “XV. Yüzyıl Anadolu Mutasavvıfları Arasında Somuncu Baba’nın Yeri” Somuncu Baba ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Sempozyumu Tebliğleri, Ankara, 1997.
Hasan Turyan, Bursa Evliyaları ve Tarihi Eserleri, Bursa 1982.
Hüseyin Algül, Emir Sultan, 1990 İzmir.
İlhan Yardımcı, Emir Sultan,Bursa 2001.
İsmail Hakkı Bursevi, Silsile-i Tarik-i Celveti, İstanbul 1981.
Mehmet Önder, Anadolu'yu Aydınlatanlar, Yapı ve Kredi Bankası Kültür Yayınları, 1973.
Seyyid Abdubaki Efendi, H. 1156 tarihli Tabakat kitabı, Şeyhzadeoğlu Özel Kitaplığı, Kitap no: 650, Tasnif No: 297.
Sarı Abdullah Efendi, Semarat’ül Fuad, İstanbul 1288.
Resul KESENCELİ
YazarÂl-i Osman’a kim ki kılıç çekerGönül bağına mihnet dikenin ekerOnların ululuğunu Hak diledi(Hoca Sadettin Efendi)Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Trabzon Rum Krallığı prensesi Despina ile izdivaç ...
Yazar: Resul KESENCELİ
BeyitGönül nefsine hâkim oluben eyle zafer peydâZiyâsı kalbi rûşen kılmağa et bir kamer peydâ(Ey gönül sen nefsine hâkim olursan, onun dediğini yapmazsan, nefsine boyun eğmezsen zafere ulaşırsın, baş...
Yazar: Resul KESENCELİ
BeyitSaâdetdir o yârın uğruna cânı nisâr etmekKabâhatdır ana cân vermeyip de i’tizâr etmek(O sevgilinin uğruna can vermek âşık için mutluluk kaynağıdır. O sevgiliye can vermek yerine özür beyân etmek ...
Yazar: Resul KESENCELİ
Tasavvufî Türk Edebiyatı ve Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)- Tasavvufî Türk Edebiyatı deyince ne anlıyoruz hocam? - Geleneğimizde tasavvuf, yalnızca dinî kuralları ihtivâ eden bir anlayış değildi...
Yazar: Musa TEKTAŞ