Rasûlallâh’ın Hayaliyle Geçen Geceler
1117’de (1705) bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Kesriye’de (Kastorya) doğan Abdullah Selâhaddin, memleketinde başladığı eğitim hayatını İstanbul’da sürdürmüş ve Hekimoğlu Ali Paşa’nın yanında kâtip olarak çalışmıştır. Paşa ile sırasıyla Bosna Hersek, Avusturya, Kahire ve Edirne’ye seyahat eden şair, son seferi sırasında tanıştığı Halvetî-Uşşâkī tarikatının Cemâliyye kolunun pîri ve Edirnekapı Savaklar’daki Hırâmî Ahmed Paşa Tekkesi şeyhi Cemâleddin Uşşâkī’ye intisap etti.
Fatih’teki Tahir Ağa Tekkesi’nde postnişin olarak irşad faaliyetlerini sürdüren Salâhî, Halvetî-Cemâlî geleneğin mühim temsilcilerinden birisi olmuştur. Tuhfetü’l-Uşşâkıyye ve Divan bilinen eserleridir.[1] Salâhî 7 beyitten müteşekkil musammat bir gazelinde muhtelif edebi sanatlara müracaat ederek Hz. Peygamber’e (sav) olan hasretini ve muhabbetini izhar eden sözler kaleme almıştır.
Gönül fikr-i hayâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh
Olur şem‘i cemâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh
(Yâ Rasûlallâh! Gönül, hayalini düşünerek sabahlar. Sabahlar, senin güzellik mumunla olur.)
Gazelin giriş beytinde şair cinas sanatına başvurmaktadır. Şairin Hz. Peygamber’in (sav) hayaliyle, bir başka deyişle aşığın maşuğun hayaliyle sabahlamasını anlatan ‘sabahlar’ kelimesi ve maşuğun güzelliği ile aydınlanan ‘sabahlar’ arasında bir cinas mevcuttur.
Beytin ikinci mısraı ise hüsn-i ta’lîl sanatı ile sabahların oluşunu gerçek sebebinin dışında güzel bir nedene bağlamaktadır. Yani şair muhayyilesine göre sabahların olması, güneş ışınlarının yaşadığı coğrafyaya uzanması değil Hz. Peygamber’in (sav) güzellik mumunun yanmasıdır.
Ayrıca beytin ikinci mısraında doğrudan zikredilmeyen güneş / şems kelimesi ile doğrudan zikredilen mum / şem‘ kelimesi arasında aydınlatıcı olmaları bakımından bir tenasüp, hacimleri bakımından bir tezattan söz edilebilir. Kanaatimizce gazelin matla / ilk beyti olan bu dizeler, aynı zamanda beytü’l-gazel / gazelin en güzel beytidir.
Alîl-i pister-i hicrin enîn ü zâr edip dilden
Temennî-i visâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh
(Yâ Rasûlallâh! Ayrılık yatağındaki hastan, gönülden ağlar ve inler. Sana kavuşma ümidi ile sabahlar.)
Şair, Hz. Peygamber’le (sav) aynı dönemde, aynı coğrafyada yaşayamamanın ve onu görememenin hasretinden dolayı yattığı yeri (pister/bister) bir hasta yatağına benzetmektedir. Kendisi ise tıpkı acı çeken bir hasta gibi ayrılık derdinden dolayı inlemekte ve dermanını beklemektedir. İkinci beyitten de anlaşılacağı üzere şairin ayrılık derdine ilaç, Hz. Peygamber’e (sav) vuslattır. Peki, bu vuslat nasıl olacaktır?
Seherlerde gönül teşrifin özler dîde-i câna
Tenezzül ihtimâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh
(Yâ Rasûlallâh! Gönül, seher vakitlerinde can gözüne teşrif etmeni özler ve tenezzül ihtimalinle sabahlar.)
Şair, Hz. Peygamber (sav) ile yaşayacağı manevi vuslatı can gözü ile göreceği bir rüyadan ummaktadır. Ayrılık derdi ile kapanmayan göz vuslat ümidi ile uykuya dalmaktadır. İhtimal bu ya Hz. Peygamber (sav) şairin bu özlemini gidermek için onun rüyasına tenezzül buyurur. Özellikle beyitte sehere yapılan vurgunun rüya bakımından bir önemi vardır. Zira böyle özel bir nimetin böyle özel bir zaman diliminde lütfedilebileceği düşünülmektedir. Hz. Peygamber’in (sav) beyanına göre en sadık rüyalar, seher vaktinde görülen rüyalardır.[2]
Ziyâ-yı şem‘i ruhsârın nihân olur ise dilden
Hâyâl-i zülf ü hâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh
(Yâ Rasûlallâh! Yanağındaki mumun aydınlığı gönülden gizlenirse saçlarını ve ‘ben’ini hayal ederek sabahlar.)
Leyâlî-i tahayyül içre dil bezm-i tasavvurda
Cemâl-i bî-misâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh
(Yâ Rasûlallâh! Gönül, tahayyül gecelerinde eşsiz güzelliğini zihninde canlandırarak sabahlar.)
Şeb-i gamda gürisne bî-nevâ dil hân-ı vaslınla
Ümîd-i hoş nevâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh
(Yâ Rasûlallâh! Nasipsiz gönül, gam gecesinde vuslat sofrandan dilenmekte ve güzel bir talihin ümidi ile sabahlamaktadır.)
Nakledilen beyitlerin ilkinde şair, gönül dünyasının Hz. Peygamber’in (sav) yanağındaki mumun nuru ile aydınlandığını ifade etmektedir. Şayet bu nur bir gün kaybolur ve gönül dünyasını aydınlatmazsa şair, Hz. Peygamber’in (sav) saçını ve yanağındaki ‘ben’i düşünerek sabahlar.
Özellikle burada ziya ve sabah arasındaki tenasüp, nurun beyazlığı ile ‘ben’in siyahlığı arasındaki tezatla birlikte şairin Hz. Peygamber’i (sav) divan şiirindeki güzellik unsurları ile anlattığına dikkat çekmek gerekmektedir. İkinci beyitte cemâl-i bî-misâl terkibinin de ifade ettiği gibi Hz. Peygamber (sav) eşsiz bir güzelliğe sahip olup şair, gecelerini onu tahayyül etmekle geçirmektedir.
Özellikle bu beyitlerden ve gazelin tamamından anlaşıldığı üzere Salâhî, mana aleminde veya rüyada Hz. Peygamber’le (sav) mülaki olmuştur. Yaşadığı bu manevi tecrübenin tekrarlamasını ümit ederek hasret çekmektedir. Üçüncü beyitte ise ümidine nail olamadığı geceleri, gam gecesi olarak betimlemekte ve yine ümitle sabahlamaktadır.
Hadîs-i zülfünü tahdîs ederse leyle-i hicrân
Salâhî kîl ü kâlinle sabahlar Yâ Rasûlallâh[3]
(Yâ Rasûlallâh! Ayrılık gecesi saçlarının bahsini anlatırsa Salâhî, senin kîl u kâlinle sabahlar.)
Şair gazelinin makta / son beytinde ayrılık gecelerinin Hz. Peygamber’in (sav) saçından bahsetmesi halinde kîl ü kâl ile sabahlayacağını ifade etmektedir. Tabi “haber, görmek gibi değildir” ama Hz. Peygamber’den (sav) bahsetmek onu görememenin tesellisidir. Zira beyitte lügat ve ıstılah anlamlarını birlikte ihtiva eden hadis ve tahdis, bu teselliye imkân tanıyan sözlü haberleri ifade etmektedir.
Ayrıca tahdîs / nakletme eyleminin faili olan gece ise, teşhis sanatı ile tıpkı bir hadis ravisi gibi betimlenmektedir. Genellikle kîl ü kâl / dedikodu kabilinden işler sûfî şairlerin eleştirdiği bir eylem olup bunun istisnası konuşmaya Hz. Peygamber’in (sav) konu edilmesidir. Buna göre gece, özelde Hz. Peygamber’in (sav) saçlarını genelde ise şemâilini anlatan sözler naklederse şair, kîl ü kâle razı olacaktır.
[1] Hayatı, şahsiyeti, sufi kimliği ve eserleri hakkında detaylı bilgi için bk. Semih Ceyhan, “Salâhî Efendi̇”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Erişim 24 Haziran 2025).
[2] Muhammed b. İsâ b. Sevre b. Musâ b. Dahhâk et-Tirmizî, Sünen-i Tirmizî (Beyrut: Dârü’l-Garbi’l-İslâmî, 1998), “Rüyâ”,.
[3] Emine Yeniterzi, Türk Edebiyatında Na’tlar (Antoloji) (Ankara: TDV Yayınları, 2015), 50.
Hamit DEMİR
YazarYüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de geçen her bir cümleye âyet dendiği gibi Cenâb-ı Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerinden olan bazı eşya ve hadiselere de âyet denmektedir. Söz konusu ontolojik ...
Yazar: Hamit DEMİR
1712 yılında Tokat’ta dünyaya gelen Kânî, Osmanlı Dönemi’nin önde gelen şairlerindendir. Devlet erkânından birçok kimsenin kâtipliğini yapan bu zat, Mevlevî Tarikatı’na intisap etmekle hayatında bir y...
Yazar: Hamit DEMİR
Salâlar duyuldu minarelerdenİşgal var yurdunu uyuma uyanGazi ol şehit ol, sakin ha korkmaArkanda bir olan Allah'a dayanOrdunun tankları sokak gezdilerSivil kadın erkek halkı ezdilerKara bulut gitti ağ...
Şair: Ramazan PAMUK
Türk edebiyatının önemli isimlerinden Şeyhî, Kütahyalı olup 15. yüzyıl şairlerindendir. Memleketindeki ilköğreniminden sonra İran’da edebiyat, tasavvuf ve tıp alanlarında tahsil gördüğü anlaşılan Şeyh...
Yazar: Hamit DEMİR