Peygamberimiz (s.a.v.) ’in Örnek Ahlakı
Komşuyu düşünmek imanın bir gereği idi. Peygamberimiz (s.a.v.), tabiatındaki yüksek nezaketin bir eseri olarak kadınlara da son derece nazik davranırdı; kadınlara ait meseleleri daha ziyade zevceleri vasıtasıyla öğretirdi.
Mekke’nin Fethi ve Hevazin Zaferi’nden sonra, Arap Yarımadası’ndaki bütün kabilelerde İslâm’a girme temayülü belirdi. Çünkü Araplar öteden beri “Kâbe’nin komşuları, koruyucuları, bakıcıları” diye Kureyş’e itibar gösteriyorlardı. Hâlbuki Kureyş, artık istiklâlini kaybetmiş, İslâm ordusu karşısında yenilgiye uğramış ve Mekke yönetimi Müslümanların eline geçmişti. Taif civarında da Hevazin ve diğer kabileler mağlup edilmişti. Medine’deki İslâm yönetimi de bu gelişmelere bağlı olarak güçlenmişti. İşte bundan sonra, Kur’ân-ı Kerim’in ifadesiyle, Arap kabileleri fevc fevc, akın akın İslâm’a girmek üzere harekete geçtiler. Gelen heyetlerle Medine dolup taşmaya başladı.
Hz. Peygamber (s.a.v.), onları devlet misafirhanelerinde ağırlıyordu. Bazı heyetler, Müslüman zenginlerin müsait durumdaki evlerinde misafir edilirlerdi. Heyetler, kalabalık ise ayrı ayrı evlere taksim edilirlerdi, ihtiyaçları ev sahiplerince karşılanırdı. Ev sahibi misafirleri ağırlayacak mâlî imkâna sahip değilse masrafları devlet hazinesinden karşılanırdı. Hz. Peygamber (s.a.v.), heyetleri genellikle Mescid’de kabul eder, oradan misafir edilecekleri yerlere gönderirdi.
Hz. Peygamber (s.a.v.), heyetlere öğretmen görevlendirirdi. Öğretmenler, taşralı misafirlere ana hatları ile İslâm’ı öğretirlerdi. İçlerinde kabiliyetli birini de imamlığa hazırlarlardı. Bir nevi hızlandırılmış bir eğitimden geçen misafirler, daha sonra Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından imtihan edilirlerdi. Başarılı oldukları takdirde onları, kendi memleketlerine; “Öğrendiklerinizi döndüğünüzde kendi kabilenizin fertlerine de öğretin!” diyerek uğurlardı. İslâmî konularda kendini en iyi yetiştirmiş ve Kur’ân’dan ezberleri olan birini imam tayin ederdi. Câhiliye Devri’nde iken reis olanı İslâm Dönemi’nde de reis tayin ederdi.
Peygamberimiz (s.a.v.), taşralıları memleketlerine uğurlarken onlara yeni elbiseler giydirir, bahşişler ve hediyeler verirdi; kendisi de onlarla görüşürken en güzel şekilde giyinirdi.
Bütün bu faaliyetler esnasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), taşradan gelen bu insanların her çeşit kabalıklarını sabır ve hoşgörü ile karşılar, onlara daima kolaylık gösterirdi. Ancak misafirler arasında İslâmiyet’e saldırıda bulunanlar olursa Peygamberimiz (s.a.v.) onları derhâl susturur ve gereken cevabı hemen verirdi. İyi niyetle tartışmaya gelenlerle de sonuna kadar sabırla tartışmayı sürdürürdü. Meselâ; Amir b. Tufeyl ile Erbed b. Kays, İslâm’a saldırıda bulunmuşlar ve karşılığını ânında, en sert şekilde almışlardı. Necran Hristiyan heyeti ile Peygamberimiz (s.a.v.) sabırla tartışmış ve hatta onlarla mübaheleye (yani kim haksız ise Allah’ın lâneti ona olsun demeye) bile girişmek istemişse de Hristiyan papazları “Muhammed haklı ise bu, aleyhimize olur.” diyerek mübahaleyi kabul etmemişlerdi.
Hz. Ömer (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hristiyanların İsa hakkında Allah’ın oğlu dedikleri gibi, beni övgüde, aşırı gitmeyin. Ben ancak Allah’ın kuluyum. Siz de benim hakkımda Allah’ın kulu ve elçisi deyin.”
Hz. Enes (r.a.) nakleder: Bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)’e: “Ey Efendimiz ve Efendimizin oğlu!” diye hitap edince: “Böyle söylemeyiniz! Şeytan sizi heva ve hevese kaptırmasın. Ben sadece Abdullah’ın oğlu Muhammed ve Allah’ın Rasûlü’yüm.” diye cevap verdi.
Sema KORKMAZ
Yazar
Birkaç senedir ekim ayının ilk haftasında, cennet vatanımızın güney kıyılarına gitmeyi tercih ediyoruz. Allah (c.c.)’ın “El Musavvir” isminin tecellisi olarak gördüğümüz denizi ve yemyeşil doğasıyla h...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Bir selâm, kalpten kalbe uzanan en kısa yoldur. Huzuru yaymanın ilk adımı, selâm vermektir.“Es-Selâm” Rabb’imizin en güzel isimlerinden biridir. “Kullarını selâmete erdiren, onlara huzur, sağlık ve af...
Yazar: Gülşen CANPOLAT
Dizilerden bahsedildi bugün, dost meclisinde. Laf döndü dolaştı, televizyondaki hayatlara geldi. Üç beş kelime etmeden duramadım; çünkü bu mesele yeni değil. Yeşilçam’dan bu yana ekranlar bize hep par...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
Nasıl yaşamalı sorusu çok mühim bir sorudur. Buna verilecek en doğru cevap ise, Ramazan’ı şiarlı ve şuurlu olarak karşılamak ve yaşamaktır. Mü’min insanın hayatının tamamında olması gereken bu şiar ve...
Yazar: Sema KORKMAZ