İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak’ın Bir Şiirinde Dört Kapı
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, Anadolu’nun yakın tarihinde çeşitli hizmet başlıkları ile derin izler bırakmış bir gönül eridir. İsmail Efendi, Sivas Ulu Cami başta olmak üzere tamirine ve inşâsına vesile olduğu birçok cami, Sivas İmam Hatip Lisesi’nin dernek başkanlığını üstlenip İslâmî ilimlerle donanmalarına vesîle olduğu birçok öğrenci, mânevî irşâd adımlarıyla Hakk’ın rızasını arayan birçok insanımıza rehberliği ve yapımına öncülük ettiği köy yolları, köprüler ve çeşmelerle sûfîlerin “İbnü’l-vakt” veya “Ebü’l-vakt” yani “Zamanın Evladı” veya “Zamanın Babası” olma ilkelerini son dönemde etkili bir şekilde icrâ eden müstesnâ velîlerden biridir.[1]
İsmail Efendi’nin Hakk’a vâsıl olmak için bir arayış içerisinde olan gönüllere dokunuşunun önemli adımlarından biri, şiiri etkili bir şekilde kullanmasıdır. Döneminin şartları gereği eser telif ederek değil daha çok insan yetiştirerek mânevî vazifesini ifa eden İsmail Efendi’den günümüze Mevlid-i Nebî adlı eseri, mektupları ve birkaç şiiri dışında başka bir eser intikal etmemiştir.[2]
Bu çalışmada İsmail Efendi’nin bir şiiri çerçevesinde onun tasavvufî kişiliğini yansıtan dört kapı yani şeriat, tarîkat, mârifet ve hakîkate dair bazı değerlendirmeleri ve insân-ı kâmil düşüncesi üzerinde durulacaktır. Bu çalışmayla maddî ve mânevî sahalardaki hizmetleriyle yakın tarihimizde etkin olmuş bir gönül erinin hayatı anlamlı kılma çabasına temel teşkil eden bazı düşüncelerini tespit etmek amaçlanmıştır.
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak’ın Bir Şiirinde Şeriat, Tarîkat, Mârifet ve Hakikat Anlayışı ile İnsân-ı Kâmil Düşüncesi
İhramcızâde (k.s)’nin çalışmaya konu olan şiiri, şu duâ cümleleri ile başlamaktadır:
Kulların içinde yâ Rabbi bizi/ Emrini nehyini bilenlerden et
Gizleyip işâret ettiğin izi/ Bulup da kapına gelenlerden et.
Bu girişte İsmail Efendi’nin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in “Duâ, ibadetin (kulluğun) özüdür”[3] hadîs-i şerîfinden hareket ederek Hakk’ın azametini gösteren ve kulların âcizliğine işaret eden duâ adımı ile şiire başladığı görülmektedir. Bu adımıyla İsmail Efendi’nin, bir mü’minin hayata bakışını belirleyen ve Zariyat Sûresi’nde işaret edildiği gibi[4] onun yaratılış gayesi olan Hakk’ı tanımak ve O’na lâyıkıyla kulluk etmek ana hedefine değinerek sözlerine başladığı anlaşılmaktadır.
Duâsında İsmail Efendi’nin Hakk’a “Ya Rabbi, sana itaat etsin etmesin herkes ve her şey Senin kulundur. Bazı kulların Seni tanımak ve Sana ibâdet etmek konusunda lâyıkıyla hareket edememişlerdir. Bizi bu gâfil zümreden eyleme! Bizi, Senin emir ve yasaklarını bilenlerden ve bu bilgisi ile Sana lâyık kulluk için nefis, şeytan, dünya ve şeytanlaşmış insanlar gibi engelleri aşan kullarından kılarak nimetlendir.” şeklinde hayatının özetini ifade eden bir duâyı dile getirdiği görülmektedir.
İlk etapta Hak’tan, dinin aslını oluşturan Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerin bildirdiği emir ve yasakları lütfetmesini (şeriatı) isteyen İsmail Efendi sözün devamında, tarîkatın ana hedefi olan Hakk’ın insana gizlediği ve insanın Hak ile bağlantısını temin eden sırlara talip olduğunu dile getirmiştir.
Bu duâsıyla o, Hakk’ın insanın kalbine, ruhuna, sırrına, hafî ve ahfâsına gizleyip Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahâbe-i kirâmın önderliğinde Allah dostlarının sistematik bir hâle getirdikleri mânâ âleminin kapılarını gönüllere açan sırların izini sürmek istediğini en yüce makama arz etmiştir.
Bu talebiyle İsmail Efendi, şeriat hassasiyetinin mü’minin temel duruşunu şekillendiren alan ve tarîkat hissiyatının ise bu temel üzerine bina edilen kullukta hassasiyeti temsil eden bir yolculuk olduğu kabullerini dile getirmiştir. Şiirin ilerleyen kısmında İsmail Efendi;
Pâk edip zâhiri bâtını kamu/ Gözümüz kanıyla alalım vuzû'
Namaza durucak vechine karşı/ Huzûr-ı kalb ile kılanlardan et
şeklindeki ifadeleriyle zâhirî temizleyen şeriatten ve bâtını arındıran tarîkattan nasipdâr olmak istediğini belirterek duâ bilinci ile Hak’tan O’nun dergâhına lâyık bir kul olmak için yardım istemiştir. Dış ve iç âlemin temizliği için Hakk’a kulluğun en büyük göstergelerinden biri olan namaza, namazın huşû ve huzurla kılınmasına vesile olan abdeste işaret eden İsmail Efendi, zâhir şartlarına riayet edilerek alınan bir abdestin, gönül huzuru ile de alınmasını yani bâtın şartlarına da riayet edilerek alınmasını iki yönlü bir arınmanın en temel şartı olduğunu belirtmiştir.
Abdestteki bu hassasiyetin ardından, kelime-i şehadetten sonra İslam’ın beş temel esasından ikincisi olarak zikredilen,[5] Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ayakları şişinceye kadar müdavimi olduğu,[6] kişiyi Hakk’ın rızasına ulaştıracak ve bu yönüyle paha biçilemeyecek bir ibâdete yani namaza sözü getirmiştir.
Namazın Hakk’ın rızasına erdirici boyutunu vurgulayan İsmail Efendi, bunun ancak kalp huzuru ile kılınan bir namazla mümkün olabileceğini belirtmiş ve namazdan maksadın gönlü Hakk’a bende kılmak olduğu görüşünü serdetmiştir. Burada İsmail Efendi’nin şeriat ve tarîkat ile Hakk’a kulluğu temin etmeye çalışan insân-ı kâmil modelinin bazı özelliklerine işaret ettiği anlaşılmaktadır.
Buna göre insân-ı kâmil olma yolunda mü’min, Hakk’ın emir ve yasaklarını (şeriatı) eksiksiz yerine getirmeli ve ardından iç âlemini her türlü kötülükten arındırarak (tarîkat yolculuğu ile) Hakk’ın tecellîlerine gönlünü hazır hâle getirmelidir. Bu noktadan sonra o, şiirin ana konusu olan insân-ı kâmilin, şeriat ve tarîkat kazanımlarının ardından elde etmesini zarûrî gördüğü mârifet ve hakîkat tecrübelerine sözü getirmiş ve şunları söylemiştir:
Nefh-i rûh et bize âdem olalım/ Secdemizde bûy-ı likâ bulalım
Topraktaki sırrın nedir bilelim/ Hâk içre cevâhir bulanlardan et.
Şiirin bu kısmında İsmail Efendi’nin tertemiz bir yaratılış ile kendisine varlık lütfedilen insanın, bu saf haline Hakk’ın “Ona ruhumdan üfledim.”[7] müjdesi ile kavuştuğunu hatırlatmış ve dünyaya gelip nefis ve diğer engeller nedeniyle kirlenen insanın bu yönünü, Hakk’ın lütfedeceği, tecellîye mazhar olacak bir rûh ile tekrar elde edebileceğini belirtmiştir.
İsmail Efendi, bu saflaşmış hâli ile insanın, gerçek mânâda insan denilmeye lâyık olduğunu ifade etmiştir. İsmail Efendi’nin naklinden anlaşıldığına göre insân-ı kâmil, secdelerinde Hakk’ın Zât’ı ile mülâkî olan, her türlü kayıttan sıyrılarak ibâdetleriyle Hakk’ın tecelligâhı hâline gelen ve rûhlar âleminde Hakk’a verdiği sözü[8] hatırlayıp bu bilinçle kullukta yol alan kimsedir.
İhramcızâde İsmail Efendi, “Topraktaki sırrın nedir, bilelim.” ifadesiyle iki hususa işaret etmiş olabilir. İlk olarak insanın temel unsurlarından olan su, hava ve ateşle birlikte insanın bedenine tesir eden toprağın Hakk’ın tecellîlerine engel olan boyutuna işaret etmiş ve bu tesirin etkisinden kurtulmak için Hakk’a münâcatta bulunmuş olabilir.
İkinci olarak soyadı kanunundan sonra almış olduğu “Toprak” soyadına atıfta bulunarak, Hakk’ın en güzel şekilde yarattığını ifade buyurduğu[9] insan muammasında gizlediği sırların peşinde olduğunu dile getirmiş olabilir. Her iki durumda da İsmail Efendi’nin insân-ı kâmil olma yolunda takip ettiği metot ve işleyişe dair kabulleri görülmektedir.
O, bu sözleriyle nefsin zincirlerinden kurtulup Hakk’a vâsıl olmak için bedene gizlenen iletişim merkezlerinin mânâ âlemi ile kuracakları irtibat sevdasında olduğunu gözler önüne sermiştir. Şiirin devamındaki “Hâk içre cevâhir bulanlardan et.” ifadesi de bunu teyit etmektedir.[10] Toprak sürülüp işlenmezse yetişmesine vesile olduğu meyve, sebze, türlü çiçekler, ağaçlar ve bağrında sakladığı hazineler/cevherler ortaya çıkmaz.
Tıpkı bunun gibi insan da Hakk’ın kendisine gizlediği maddî ve mânevî cevherleri ancak tefekkür, zikir, sohbet, ilim ve tevbe gibi gayretlerle ortaya çıkarabilir. İnsanı sıradan olmaktan çıkarıp onu yaratılış gayesine ulaştıracak bu süreci en büyük nimet olarak gördüğü anlaşılan İsmail Efendi, Hak’tan bu nimete nail olmak için yardım istemiştir.
Ömrün geçici oluşunu ve “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.” gerçeği ile Hakk’ı tanımak için bu süreyi boşa geçirmemek gerektiğini şiirinin devamında nakleden İsmail Efendi, gönülde mârifet nurunun neşv ü nema bulması için gerekli olan yöntemi zikretmiştir.
Buna göre kişi, ömrünü Hakk’a ulaşmak için fırsat/nimet/ganimet bilmeli ve Rabb’ini lâyıkıyla tanıyabilmek için nefsini tanıyıp onun hile ve tuzaklarından kurtularak Hakk’a vâsıl olmak için yol almalıdır: “Azrâil vurucak yeryüzüne kef/ Kabzasın doldurdun sırr-ı men aref.” İsmail Efendi, Hakk’ın insana verdiği halifelik görevi[11] ve onu en güzel şekilde yaratarak kendisini tanıma nimeti ile onu şereflendirmesini,[12] insana verilen en büyük nimet olarak zikretmiş ve “adam” olarak tavsif ettiği insân-ı kâmillerden olabilmek için Hakk’a yalvarmıştır.
Anlaşıldığı kadarıyla İsmail Efendi, sûreta insan olmayı değil siret (iç âlem) bakımından insan olmayı gerçek insan olabilmek için şart görmüş ve bunu gönülde mârifet nurunun yanmasına bağlamıştır: “Âdem ile verdin cihâna şeref/ Bizi gerçek âdem olanlardan et.”
Şiirin son dörtlüğünde İsmail Efendi, insân-ı kâmil olan yani Hz. Peygamber (s.a.v.)’in makamında “kulluk/abdiyyet”[13] tecrübesini elde eden bir mü’minin mal ve şöhret ile işinin olmayacağını yani dünya bağından kurtulup Hakk’ın lütfu ile ulaştığı kemâl ile kendinden geçip Hakk’a bende olacağını söylemiş ve en büyük hedefi olan Cemâlullâh’a ulaşabilmek için abdiyyetin gereği olan duâsı ile O’na yönelmiştir:
Kul olan neylesin mal ile câhı/ Yetmez mi bulduğu kemâlullâhı
Hakkı’ya nasip et Cemâlullâhı/ Ölmezden ön anı ölenlerden et.[14]
Mahlâsını zikrettiği bu son mısralarda İsmail Efendi, insân-ı kâmilin temel vasıflarından birinin de ölmeden önce ölmek sırrına ulaşmak yani ancak hakîkî ölüm gelmeden mecâzî ölümü tecrübe etmek olduğunu belirterek şiirini sonlandırmıştır.
Sonuç
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, çalışmaya konu olan kısa ama derinlikli şiirinde öncelikle Hak’tan, dinin özünü teşkil eden Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerin (şeriatın) bilgisini talep etmiştir. Bu adımıyla o, Hakk’a vâsıl olma yolculuğunun temelinde şeriat hassasiyetinin bulunduğunu göstermiştir.
Bu bağlamda abdest ve namaz gibi iki özel ibâdete dikkat çeken İsmail Efendi, bu ibâdetler özelinde ibâdet kalitesinin yükselmesi için riâyet edilmesi gereken zâhir şartları, hemen ardından da bâtın ilkeleri zikrederek tarîkat yolunun amacını dillendirmiştir.
Şiirin ilerleyen noktalarında İsmail Efendi’nin kişinin nefsini tanıyarak Hakk’ı tanımak için gereken ilk adımı atacağını bu işleyişle mârifet sırrına ulaşıp Hakk’a lâyıkıyla kul olmak için dur durak bilmeksizin şuurlu bir kulluğun içerisinde kendisini bulacağını belirterek mârifet nurunun gönülde parlamasının kazanımlarını sıralamıştır.
Hakk’ın en büyük nimetleri olan O’nun Cemâl’ini seyre durmak ve O’nun lütfedeceği kemâl ile bezenmek lütuflarını kazanmak için hakîkat deryasından inciler toplamak gerektiğini “Topraktaki sırrın nedir bilelim/ Hâk içre cevâhir bulanlardan et.” duâsı ile dillendirmiştir. “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.” ve “Ölmeden önce ölünüz.” gibi veciz sözlerle görüşlerini destekleyen İsmail Efendi’nin bu sıraladığı sistemle mü’min için ideal hedef olarak öngördüğü “insân-ı kâmil” mertebesinin sınırlarını çizdiği anlaşılmaktadır.
Ona göre insân-ı kâmil, Hakk’ın lütfu ile şeriat, tarîkat, mârifet ve hakîkat deryalarını aşarak Hakk’a vâsıl olan, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in makamı olan “kulluk/abdiyyet”e ulaşan ve gönlü Hakk’ın tecellîleri ile dolup varlık iddiasını Hakk’ın varlığında yok eden kimsedir.
İsmail Efendi’nin bu şiirinde tarif ettiği insân-ı kâmil, İbnü’l-Arabî’nin (öl. 638/1240) Fusûsu’l-Hikem adlı eserinde detaylı bir şekilde dile getirdiği Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kademi üzere Hakk’a vâsıl olan insân-ı kâmil düşüncesini hatırlatmaktadır.[15]
Netice itibariyle belirtmek gerekirse İsmail Efendi’nin düşüncelerini temellendirirken kullandığı âyet-i kerîmeler, kelâm-ı kibâr olarak naklettiği veriler, zâhir-bâtın, tecellî, gönlü saflaştırmak, nefsin tasallutundan kurtulmak ve kâmil insan olmak için gerekli gördüğü diğer şartlarla da İbnü’l-Arabî’nin izini süren bir sûfî olduğu anlaşılmaktadır.
[1] Reşat Öngören, “Toprak, İsmail Hakkı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41/264-265.
[2] Lütfi Alıcı, İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri (Ankara: Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi Vakfı ve Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yayınları, 2001), 26-67.
[3] Tirmizî, “Deavât”, 1.
[4] 51/Zariyat, 56.
[5] Buhârî, “İmân”, 2; Müslim, “İmân”, 21.
[6] Buhârî, “Teheccüd”, 6; “Rikak”, 20; Müslim, “Münâfikîn”, 79-80; Tirmizî, “Salât”, 187; Nesâî, “Kıyâmü’l-leyl”, 17; İbni Mâce, “İkâme”, 200.
[7] 15/Hicr, 29.
[8] 7/A’râf, 172.
[9] 95/Tin, 4.
[10] İsmail Efendi, buradaki “Hâk/Toprak” ifadesiyle Tokatlı üstâdı Mustafa Hâkî Efendi’den (öl. 1921) de bahsetmiş olabilir. Üstâdında Hakk’ın gizlediği sırlara vâkıf olmayı murâd ettiğini dile getirmiş olabilir.
[11] 2/Bakara, 30.
[12] 95/Tin, 4.
[13] Abdürrezzâk el-Kâşânî, Istılâhâtu’sSûfiyye, tah. Abdü’l-Âl Şâhîn, (Kahire: Dâru’l-Menâr, 1992), 126.
[14] Veli Şen, Evrâd-ı Bahâiyye (Sivas: yy, 1976), 36; Alıcı, İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, 45-46.
[15] İbn Arabî, Fusûsu’l-Hikem, tah. Ebu’lAlâ Afîfî (Kahire: Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, 1946), 7.
Fatih ÇINAR
YazarAsıl adı Mehmed Vehbi olan ve ismi Erzincan ile özdeşleşen Terzi Baba, mesleği dolayısıyla bu sıfatla anılmıştır. Terzi Baba mesleğinden dolayı “Terzi Ağa”, boyunun uzun olmasından dolayı “Uzun Terz...
Yazar: Fatih ÇINAR
Gözümü açıyorumOnu görüyorumGözümü yumuyorumOnu görüyorumUyanık duruyorumOnu görüyorumUykuya varıyorumOnu görüyorumGündüz hayâlimdeGece düşümdeYine onu görüyorumÇocukların o māsum gülüşündeAnnelerin y...
Şair: Bekir OĞUZBAŞARAN
Karabağ’dan Anadolu’ya Miras Mânevî Bir Nefes:Hamza Nigârî Ve Hakîkat ÇağrısıKarabağ, insanlığa anlam arayışında rehber ve Hakk’a dâvet konusunda nice büyük ismin yetiştiği mümbit bir diyardır. Karaba...
Yazar: Fatih ÇINAR
Güzel dinimizde iyi niyet beslemeye, hüsn-ü zan denilmektedir. Dinimiz mü’min kardeşlerimize hüsn-ü zan beslememizi ve onlar hakkında sû-i zandan kaçınmamızı emretmiştir. Bu konuda CenÂb-ı Allah şöyle...
Yazar: Aydın BAŞAR