Kore’de Destanlar Yazan Kahraman Mehmetçik
Mazlûma insanlık namına yardım etmek, İslâm’ın fazilet ve insanlığını göstermek düşüncesiyle 17 Ekim 1950’de Kore Savaşı’na dâhil olan General Tahsin Yazıcı komutasındaki özel Türk Tugayı, gider gitmez en tehlikeli cephelere sürülmüştü.
Buna rağmen Türk Tugayı, kahramanca savaşmış, tarihteki başarılarını burada da sürdürmenin üstesinden gelmişti. Türk Tugayı, Kore Savaşı’nın seyrini birçok defa değiştirmeyi; meselâ Kunuri Savaşı’nda Birleşmiş Milletlere bağlı 8. Ordu’yu yok olmaktan kurtarmayı başarmıştı.
Bu ve müteâkip sayıda, Kore Savaşı’na katılan ve “Allah! Allah!” nidalarıyla destansı çarpışmalara imza atan Mehmetçiklerimizin birkaç kutsal hatırasına ve kahramanlıklarına yer verecek ve onları rahmet ve şükranla yâd edeceğiz.
Kunuri’de Destanlaşan Bir Avuç Mehmetçik
27-28 Kasım 1950’deki Wavon Savaşı’nda düşman kuvvetleri, Türk Tugayı’na bağlı 10. Bölüğü kuşatmaya almış ve birliklerimize ilk süngü hücumunu o gün gerçekleştirme imkânı sunmuştu. Tugay komutanımız Tahsin Yazıcı hatıralarında, Mehmetçik’in inancına ve mücâdele azmine tarih adına şöyle tanıklık etmişti:
“Kore Savaşlarında ilk süngü hücumu şerefi, 10. Bölüğün o takımına nasip olmuştu. O hücumda takım kumandanı, yaralandığı hâlde vazifesinden ayrılmak istememiştir. Otuz, kırk kişinin bile hücumu esnasında orman içinde, dağlar arasında, heybetli “Allah Allah!” avazları düşmanı hayli korkutmuş olacak ki, üzerlerinde şarjörleri takılmış, ateşe hazır makineli tüfeklerini bile mevzilerinde bırakmışlardı.”
O günü yaşayan Kıdemli Yüzbaşı Seyfi Erkmen ise, “Kore’den Geldim” ismini taşıyan anılarında aynı hakîkate şöyle parmak basmıştı:
“Cehennemî gürültülerin, top gürlemeleri, havan tarakları, makineli tüfek uğultularının ilâhî bir sesle bastırıldığı duyuluyordu. Dalga dalga yükselerek uğuldayan, dağlardan geri dönerek tüyler ürperten “Allah! Allah!” sesleri idi bunlar... Mehmetçik ne zaman bu sesle kükredi ise onun elinde mutlaka süngünün parladığını görmek lazımdı.
Ve işte bu bir avuç kahraman, o ezelî dostuna sarılmış, şiddetli saldırılarıyla önüne geçilmez bir sel, bir tufan olarak düşman hatlarını parça parça ederek kendisine yol açmıştı. Bu heyecan, sevinç ve gurur veren canlı bir tablo idi. Bu suretle düşmanın çemberi fazla dayanamayarak kırılmış, taburun arkasında geniş bir koridor sağlanmıştı.”
28-30 Kasım 1950 tarihinde Kunuri’de, Çin orduları sınırı geçerek on misli kuvvetle tugayımıza saldırmış ve çembere almıştı. Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinin Başkomutanı General Mac Arthur haritasında, Türk Tugayı’nı iki çapraz çizgiyle kapatmıştı.
Haklıydı; çünkü kendisinden kat kat kalabalık ve savaş tecrübesi fazla olan bir düşman ordusu tarafından böylesi bir kuşatmaya maruz kalan bir birliğin imhadan kurtulduğunu tarih kitapları nadiren yazıyordu. ABD’nin ordu gazetesi Star and Stripes, Türk Tugayı için şunları yazmıştı: “Tarihte pek az kuvvet, düşmana bu kadar olumsuz şartlar altında yakalanmıştır.”
İnançlı genç subayların etrafında toplanan kahraman Mehmetçikler, üç defa ölümle yüz yüze gelme pahasına kuşatmayı yarıp kurtarmışlardı. Açlığa, soğuğa, cephanesizliğe ve türlü zorluklara karşı inancı, sabrı ve mücâdele azmiyle direniş gösterdiler. Türk Tugayı’nın “Kunuri Destanı”, Kore Savaşı’ndan geride kalan en unutulmaz kesitlerden olmuştu.
Türk Tugayı Komutanı General Tahsin Yazıcı hatıralarında Kunuri Destanı’nın nasıl kazanıldığını şu ölümsüz sözlerle anmıştı:
“Bilenmiş bir râha ve savaşçılık hasletine sahip olmakla fedakâr subayların ve astsubayların arasında cesaret, sebat, azim, irade ve fedakârlık sahalarında takdire layık örnekler gösteren... Bir avuç Türk evlâdı, kendisinden beş-on misli üstün, iyi savaşçı bir düşman kuvvetiyle elverişsiz şartlar içinde kendi gücüne ve Allah’ın yardımına dayanarak çarpışmış, bazı saatler kendilerinden ümit kesilecek durumlara düşüldüğü hâlde yılmadan vazifesine devam etmiştir.
8. Amerikan Ordusu’na serbest ve sistemli çekilmek için lâzım gelen zamanı kazandırmakla, zorluklarla dolu ilk savaş vazifesini şerefle yapmış ve bununla milleti huzurunda bir iftihar duymak hakkını kazanmıştır.”
General Yazıcı, kazanılan zaferin dünyada ne denli büyük bir akis meydana getirdiğiyle alâkalı bir Mehmetçik ile arasında geçen şu ilginç diyalogu da aktarmıştı:
Mehmetçik’in kahramanlığının bütün dünyada duyulması, günlerdir savaşan, aç kalan, yorgunluktan dermansız düşen askerlerimizin bütün ıstırabını bir anda sona erdirmişti. Sağ ayak kemiği kırılmış bir Mehmetçik, sedyeden doğrularak komutanına şöyle diyordu:
- Yüzbaşım, Moskof da duymuş mu?
Komutanı; “Moskof radyosu, Amerikalılara, ‘Sizi bu sefer Türkler kurtardı.’ diyorlarmış.” deyince yaralı Mehmetçik, sevinç içerisinde şöyle demişti:
- Bizi düşman övdükten sonra, akan kanım helal olsun!
Kumyongjang-ni Zaferi ve Kadim Cengâverlik Rûhu
General Tahsin Yazıcı, 24 Ocak 1951 sabahı aldığı emir gereğince birliklerini taarruza geçirmişti. Yapılan plâna göre Türk Tugayı’nın 2. Taburu, Kumyongjang-ni Kasabası’nı aşması gerekiyordu. Taarruz birliklerinin ilk olarak 185, ardından da 156 rakımlı tepeleri almaları bekleniyordu.
O gün Mehmetçik bütün hazırlığını tamamlamıştı. Namazını kılmış, duasını yapmış ve düşmanla vuruşmak için sabırsızlanmaya başlamıştı. Tahsin Yazıcı, askerlerdeki o rûh hâlini ve aralarında geçen konuşmalardan şöyle bahsetmişti:
- Hazırız. Silahımızla da yüreğimizle de hazırız, daha ne duruyoruz? Beş on dakika evvel “Bismillah” diyerek ileri atılsak ne olur sanki?
- Herhâlde bunun bir sebebi var ki bekliyoruz. Acele etme, acele işe şeytan karışır.
- İyi ama bugün de saat, köydeki benim kağnı arabasından daha ağır yürüyor.
- Yüreğini geniş tut, nasıl olsa yürüyeceğiz. Allah’ın izniyle o Çin domuzlarının dersini vereceğiz. Benim adağım, sevgili şehit hemşerim Hasan Onbaşı’nın bir parmağı adına on imansız düşmanın canını cehenneme göndermektir. Allah bu adağımı yerine getirirse ondan sonra ben de şehit olsam gam yemem!
- Allah büyüktür. Kunuri’deki düşmanı burada da karşımıza mahsus çıkardı ki, öcümüzü alıp acımızı bastıralım.”
Mehmetçik’in kadim zamanlardaki destansı “cengâverlik rûhu” yeniden şahlanmış, bendini aşan bir coşkun bir sel gibi düşmanın üzerine akmaya ve hallaç pamuğu gibi savurup atmaya kadir olmuştu.
General Yazıcı’nın, Kunuri Zaferi’nin devamı mahiyetindeki Kumyongjang-ni Zaferi ile ilgili naklettiği anekdot oldukça çarpıcıdır:
“Bir gün evvelki savaşın yorgunluğuna, gecenin uykusuzluğuna ve dağ başlarının sert ayazına rağmen o gün Türk askerinin mertlik ve kahramanlık günü diye birlikler, harekete daha erkenden hazırlanmışlardı. Bir evvelki günün başarısıyla yükselen mânevî duygular, savaşma arzu ve heyecanı, düşmanı vurup tepeleme hırsı, subaylarımızın ve etrafımızın yüzlerinde açık olarak okunuyordu.
O duyguların gayreti ve fedakâr sahipleri yaylarında kurulmuş oklara benziyorlardı. Derken subayların, çavuşları harekete geçiren seslenmeleri duyuldu. Konuşanlar; ‘Ya Allah! Sana sığındık, bizi utandırma!’ diyerek soğuktan buzlanmış silahlarını birer sevgili gibi öperek mangalarıyla diğer mangalar gibi harekete geçtiler.”
Kumyongjang-ni’de, Türk Tugayı öylesine büyük bir zafere adını yazdırmıştı ki, 13 Şubat 1951’de birliklerimizi ziyâret eden Başkomutanı General Mac Arthur, kahraman Mehmetçiklerimizi “Kahramanlar Kahramanı” sıfatıyla takdir etmişti.
Kore’de Göğü Delen Tekbir Sesleri
Kore’deki savaşlarda, tekbir sesleri o derece etkiliydi ki, çoğu kez top ve diğer ağır silahlardan çok daha etkili oluyordu. Mehmetçiğin tek vücut olup hep bir ağızdan haykırdığı, gök gürlemesinden farksız olan tekbir nidaları, birliklerimizin moral ve mâneviyatını kuvvetlendirdiği gibi, düşman kuvvetlerinin de korku ve paniğe kapılmasına sebebiyet veriyor; taarruzlarını durdurmada âdeta bir set vazifesi görüyordu.
Bu büyük hakîkati yine Türk Tugayı General Tahsin Yazıcı’nın, hayret ve dikkate değer tanıklıklarına dayanarak anlatmak isabetli olur:
“6. Bölük Kumandanı, bölüğü ile düşmanın en kuvvetli saldırışlarını defetmeye çalışırken, işitebilenlerin mâneviyatını beslemek için telefonla ve yüksek sesle bazı teşvik edici sözlerine ek olarak tekbir getiriyor, bundan ilham alan bir Mehmet, siperinin içinden sesinin bütün kuvvetiyle tekbiri tekrarlarken, biri ezan okumaya koyuluyor.
Tekbirler, bilenlerin ağzından ötekilere geçerek bölük cephesinde gecenin karanlığı içinde yükselen bu ilâhî gürlemeler, rûhlarda taze bir kuvvet, savunmada yeni bir azim ve iman yaratıyordu. Düşman tarafında o avazlar, ‘Türkler acaba hücuma mı kalkıyor?’ diye bir duraklama ve şaşkınlık yaratıyor, taarruzu gevşetiyor.
Ateşlerimizle tamamen durduramadığımız düşman hamleleri bize ciddî dakikalar yaşatıyordu. O hamleler arasında düşmanın şuradan buradan attığı naralar, toplu seslenmeler sinir bozucu idi. Bu hâle bir karşılık vermek gerekiyordu. Bunun için bütün bölüğe tekbir getirmekle, düşmanın çakal haykırmalarına benzeyen seslerine karşılık verirken iman tazeleniyor ve direnme azmi arttırılıyordu.
Bütün bölüğe yayılan o tekbirler, rûhlarda büyük bir değişiklik meydana getirerek mevcut sarsıntıyı gidermiş, o rûh değişikliği düşmanın önüne geçilmez bir set kurmuş ve sabaha kadar aralıklarla devam eden hamleleri kırmıştı.”
Kaynakça:
Tahsin Yazıcı, Kore Birinci Türk Tugayı’nda Hatıralarım, İstanbul, 1963.
Kore’de Türk Askeri, Hazırlayan: Genelkurmay Askeri tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
Mim Kemal Öke, Unutulan Savaşın Kronolojisi Kore, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1990.
Seyfi Erkmen, Kore’den Geldim, İstanbul, 1951.
İsmail ÇOLAK
YazarTütün illeti, şifalı ot adı altında Batılı tüccarlar tarafından Osmanlı Ülkesine sokulduktan kısa zaman sonra kendine ticarî kazanç sağlayacak bağımlı bir kitle ve pazar bulmayı başarmıştır. Osmanlı t...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Siyonistlerin, Osmanlı’yı inkıraza uğratma ve Filistin’de Siyon devletini inşâ etme projesinin hayata geçmesi açısından patlak veren Birinci Dünya Harbi, en elverişli ortam ve altın bir fırsat mesabes...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Çanakkale’nin köylerinden her gün bıyığı henüz terlememiş, çocuk denilebilecek yaştaki yüzlerce genç, savaşa katılmak üzere birliklere katılıyordu. Kısa süreli bir eğitimden sonra bölük bölük cepheye ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Bilecik İstasyonu tıklım tıklım doluydu. Askeri tren, ağzına kadar asker doluydu. Yine, bitmek bilmeyen bir cepheye uğurlama günü daha yaşanıyordu. İstasyon ana baba günüydü.Analar, babalar, nineler, ...
Yazar: İsmail ÇOLAK