Kenan Rifâî’nin Sünbül Sinan Türbesi’nde Bulunan Bir Şiiri
Halvetiyye Tarîkatı’nın on altıncı yüzyıldaki önemli temsilcilerinden Cemâl-i Halvetî’nin (ö. 899/1494) halîfelesi olan[1] ve üstâdının vefâtından sonra İstanbul’daki Koca Mustafa Tekkesi’nde vefâtına kadar hizmet eden Sünbül Sinan Efendi, aynı zamanda Halvetiyye’nin Cemâliyye şubesinin Sünbüliyye kolunun müessisidir.[2] II. Bâyezîd (ö. 917/1512), Yavuz Sultan Selîm (ö.926/1520) ve Kanûnî Sultan Süleyman (ö. 974/1566) dönemlerinde devlet ricalinden büyük bir ilgi ve destek gören Sünbül Sinan Efendi, Merkez Efendi (ö. 959/1552) ve onun halîfeleri Yakub-ı Germiyânî (ö. 979/1571), Cem Şah Efendi (öl. ?), Akşehirli Cemal Efendi (öl. ?), Maksûd Dede (öl. ?), Kefeli Alaeddin Ali (öl.? ) ve Çavdarlı Şeyh Ahmed Dede (öl. ?) gibi isimlerle geniş bir coğrafyada etkili olmuştur.[3] Kenan Rifâî Efendi ise Sünbül Sinan Efendi’nin hizmet anlayışını, son dönemde sûfî kişiliği ile etkin bir şekilde sürdüren isimlerden biridir. Bu çalışmada Kenan Rifâî Efendi’nin Sünbül Efendi türbesinde bir levhada yer alan şiiri merkeze alınarak, Kenan Rifâî Efendi’nin Sünbül Sinan Efendi’ye dair görüşleri değerlendirilecektir.
Kenan Rifâî Kimdir?
Kenan Rifâî Efendi’nin adı kaynaklarda Seyyid Abdülhalim Mehmed Kenan şeklinde geçmektedir.[4] Kenan Rifâî Efendi, soyadı kanunundan sonra “Büyükaksoy” soyadını kullanmıştır.[5] 1286/1869’da Selânik’te dünyaya gelen Kenan Rifâî, Filibe hanedanından Hacı Hasan Bey’in oğlu Abdülhalim Bey (ö. 1332/1904) ile Hatice Cenan Hanım’ın (ö. 1337/1919) oğludur.[6] 1877-1888 yılları arasında Galatasaray Mekteb-i Sultânisi’nde eğitim gören Kenan Rifâî daha sonra Hukuk Fakültesi’ne girmiş ve kısa bir süre sonra Balıkesir İdâdîsi müdürlüğüne tayin edilmiştir. Adana, Manastır, Kosova, Üsküp ve Trabzon Maarif müdürlüklerine getirilen Kenan Rifâî’nin ilk olarak Kâdirî-Üveysî bir şeyh olan Filibeli Edhem Efendi’nin mânevî terbiyesine girdiği bilinmektedir. O, Balıkesir’deki görevi sürecinde bu zâtın gözetiminde seyrüsülûkünü tamamlamıştır.[7] Kenan Rifâî Efendi, Manastır’da bulunduğu sırada mânevî bir işaret üzerine Medine’ye gitmek için başvuruda bulunmuş, birkaç yıl sonra Medine İ’dâdî-i Hamîdî müdürlüğüne tayin edilmiştir. Burada şeyhü’l-meşâyih olarak görev yapan Seyyid Hamza er-Rifâî’ye hizmet etmiş ve ondan aldığı icâzet İstanbul’a geldiğinde onaylanmıştır.[8] Böylece resmî olarak Rifâî şeyhi olan Kenan Rifâî, Dersaâdet Dârülmuallimîn-i Âliye Şubesi Fransızca muallimliği, Maârif Nezâret-i Celîlesi Teftiş ve Muayene Heyeti azalığı ve Dârüşşafaka mektebi müdüriyeti ile Fransızca öğretmenliği gibi görevler de ifa etmiştir. 1921 yılında emekli olduktan sonra Fener Rum Lisesi ve Yuvakimyon Kız Lisesi’nde vefâtından önceki hastalığına kadar Türkçe öğretmenliğine devam etmiştir.[9]
Kenan Rifâî Efendi, Server Hilmi Bey, Hattat Aziz Efendi, Şeyh Cemal Efendi ve Şeyh Osman Hilmi Efendi gibi isimlere hilâfet vermiş, yine o Semiha Cemal, Sâmiha Ayverdi, Haydârizâde İbrahim Efendi, Dürrîzâde Abdullah Efendi, Şeyhülislâm Nesimi Efendi, Meşkûre Sargut, Safiye Erol ve oğlu Kâzım Büyükaksoy gibi birçok ismin yetişmesine de vesile olmuştur.[10]
Velûd bir müellif olduğu anlaşılan Kenan Rifâî Efendi’nin Muktezâ-yı Hayat (İstanbul 1308/1891), Rehber-i Sâlikîn (İstanbul 1909), Tuhfe-i Ken’ân (İstanbul 1911), Seyyid Ahmed er-Rifâî (İstanbul 1924), İlâhiyât-ı Ken’ân (İstanbul 1341), Mesnevi Hatıraları, Şerhli Mesnevî-i Şerif (İstanbul 1973, 2000) ve Sohbetler adlı eserleri yayınlamış, Kırk Derste Arapça, Dünyanın İnkılâbı ve Mesnevi Sohbetleri adlı çalışmaları ise henüz yayınlanmamıştır.[11]
7 Temmuz 1950 tarihinde vefât eden Kenan Rifâî Efendi, Merkez Efendi Camii avlusunda şadırvan ile kabristan duvarı arasındaki hazîreye defnedilmiştir.[12]
Kenan Rifâî Efendi’nin Sünbül Sinan Efendi’ye Yazdığı Şiir ve Değerlendirilmesi
Hat ve ney başta olmak üzere birçok sanat dalıyla ilgili olan Kenan Rifâî Efendi’nin şiirde de mâhir bir isim olduğu görülmektedir. Onun şairliğini ve fikir dünyasını yansıtan önemli bir şiiri de gönül dünyasında derin izler bırakan Sünbül Sinan Efendi’nin kabrinin duvarında bir levhada bulunan manzûmesidir. Kenan Rifâî Efendi’nin şiiri şu şekildedir:
Lem 'ay-ı nûr-i velâyet hazreti Sümbül Sinan
Mukbil-i ehl-i tarîkat hazreti Sümbül Sinan
Vâsıl-ı dergâh-ı izzet vâkıf-ı esrâr-ı din
Ârif-i remz-i hakîkat hazreti Sümbül Sinan
Merhaba yâ hazreti Sümbül Sinan yâ müctebâ
Merhaba ey zübde-i kevn-i me/din, ya mürtezâ
Şâh-ı iklîmi veh âyetsin Hüdâ’nın asianı
Menba-ı sırr-ı Hüdâsın hem habîb-i Mustafa
Şems ve Mevlânâ nasılsa Sen ve Merkez yekvücut
Verdi bizden hemen Muhammed, Ali nûr-i ziyâ
Nokta olmuşsun bu bâ-yı kâinata sen hemen
Mahzar-ı mir’ât-ı Haksın hem halîl-i Kibriyâ
Öksüzün biçarenin dermanda tek dermanısın
Âşıka dârü’1-emânsın fâtih-i bâb-ı Hüdâ
Rahmetin şâmil senin dünya ve ukbâya müdâm
Muktedây-i evliyâsın hem de minhâc-ı Hüdâ
Ruh nasılsa cisme karşı âleme sen de osun
Her kime âb-ı hayatı verdiysen buldu bekâ
Cevher-i pak-i vücûdun kapladı âlemleri
Zâhir ü bâtında feyzin olmada cilve- nümâ
Bâb-ı lütfundan bizi dûr eyleme Allah için
Hâk-i payinde senin Ken’ân-ı Cenân dâim fedâ.
Kenan Rifâî Efendi’nin söz söyleme bakımından yetkinliğini göstermesi bakımından güzel bir örnek olan bu şiirin müellifin fikir ve gönül dünyası ile Sünbül Sinan Efendi’ye duyduğu derin sevgi ve hürmete işaret etmesi bakımından da önemli bir metindir. Kenan Rifâî Efendi, iman, salih amel ve ihlâs ile elde edilmesi mümkün olan Hakk’ın dostluğunu, Hakk’ın bir lütfu olarak Sünbül Sinan Efendi’nin elde etmesi sebebiyle ona duyduğu hayranlığı dile getirerek şiire başlamıştır. Onu, Hakk’a dostluğun göstergesi olan velâyet nurunun parıltısı şeklinde tavsif eden Kenan Rifâî Efendi, Sünbül Sinan Efendi’ye şiir boyunca “Hazreti Sünbül Sinan” şeklindeki hitabı ile ona karşı beslediği sevgi ve hürmeti gözler önüne sermiştir. Akabinde Hakk’ın dergâhına ulaşmış, dinin sırlarına vâkıf olmuş ve hakîkat işaretlerini içselleştirmiş bir kimse şeklinde Sünbül Sinan Efendi’nin başka vasıflarını da zikreden Kenan Rifâî Efendi, yaratılış gayesini fark etmesi, kulluk gayesinin gereği olarak Hakk’ın rızasını elde etmek için mânevî bir yolculuk gerçekleştirip bu yolculukta lütf-i ilâhî ile başarılı olması ve bu olgunlukla gönüllere sirayet etmesi nedeniyle ona duyduğu derin sevgiyi ifade etmiştir.
İkinci dörtlükte Kenan Rifâî Efendi, Sünbül Sinan Efendi’nin mânevî şahsiyetine yönelerek onunla karşılıklı bir konuşma seyri ile ona olan muhabbet ve saygısını dile getirmeye devam etmiştir. Bu bağlamda Kenan Rifâî Efendi, Sünbül Sinan Efendi’ye “Ey Seçkin Kişi” “Ey Hakk’ın Rızasını Elde Eden Kişi”, “Ey Hüdâ’nın Varlığına Delil Olan Zât”, “Ey Hüdâ’nın Sırrının Kaynağı” ve “Ey Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Sevgilisi” gibi hitaplarla onun mânevî şahsiyeti ile irtibat kurarak ona olan hayranlığını dillendirmiştir. Bu ifadeleriyle Kenan Rifâî Efendi, Hakk’a dost olanların Hak tarafından seçilmeleri, Hakk’ın tecellilerinin özü mesabesinde olan Allah dostlarının bu özelliklerini fark edip ona ulaşmadaki gayretleri, Hakk’ın varlığına en büyük işaret olan insan sırrını çözmeleri, yine Hakk’ın sırlarına kaynaklık teşkil eden insân-ı kâmil olma nimeti ve bu nimete, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in izini sürerek ulaşma metodunda mâhir olmaları gibi özelliklerine de işaret etmiştir. Bu temel vasıfları taşıması nedeniyle Sünbül Sinan Efendi’ye duyduğu sevgiyi temellendiren Kenan Rifâî Efendi, şiirin devamında Hz. Şems-i Tebrîzî ve Hz. Mevlânâ ile Sünbül Sinan Efendi ile Merkez Efendi arasındaki ilişkinin benzerliğine sözü getirmiştir. Kenan Rifâî Efendi’nin ifadesine göre Hz. Şems, Hz. Mevlânâ’nın gönül dünyasına nasıl dokundu ve Hz. Mevlânâ, Allah dostu olup Hakk’a vuslata ermenin adım ve sırlarını tüm insanlığa haykırdı ise Sünbül Sinan Efendi de Merkez Efendi’yi öyle yetiştirmiş ve Sünbül Sinan Efendi’nin mesajı Merkez Efendi vasıtasıyla büyük bir coğrafyada karşılık bulmuştur.
Kenan Rifâî Efendi, Hakk’a vuslat yolunda mürşid-i kâmilin önemine dikkat çektiği bu mısranın ardından Hakk’ın ilk tecellisi olan nûr-i Muhammedî ve bu ilk tecellinin en büyük mirasçılarından biri olan Hz. Ali kanalı ile Sünbül Sinan Efendi’nin farkındalık ve yetkinlik sürecindeki başarısının temellerine de değinmiştir. Varlık seyrindeki sözüne devamla Kenan Rifâî Efendi, kâinatın özü konumunda bulunan insan gerçeğine ulaşması, Hakk’ın tecellilerine mazhar olması ve Hakk’ın sevgilisi olması gibi özelliklerini de zikrederek Sünbül Sinan Efendi’nin gönül dünyasındaki seçkin yerini ifade etmeye devam etmiştir. Aslında Kenan Rifâî Efendi’nin bu ifadelerinde onun Sünbül Sinan Efendi örneklemi üzerinden varlık düşüncesi, seyrüsülûk anlayışı ve insân-ı kâmile dair benimsediği fikirlerini izhar ettiği anlaşılmaktadır.
Sünbül Sinan Efendi’nin zâhirî ihtiyaç sahipleri için olduğu kadar hakîkati arayanlar için de vazgeçilmez bir yol gösterici olduğunu “Öksüzün biçarenin dermanda tek dermanısın/Aşıka darü '1-emânsın fatih-i bâb-ı Hüda” dizelerinde dile getiren Kenan Rifâî Efendi, Sünbül Sinan Efendi’nin zâhir ve bâtın her alanda kişinin elde etmesine vesile olacağı büyük nimetlere işaret etme sadedinde “Rahmetin şamil senin dünya ve ukbaya müdâm/Mukteday-i evliyâsın hem de minhâc-ı Hüda” ifadelerine yer vermiştir. Kenan Rifâî Efendi, Hak dostu olmanın ve Hak yoluna bende olmanın merhamet, dünya ve âhiret dengesini gözetmek ve yaratılmışlara hizmet etmekten geçtiğini de zımnen naklettiği bu veciz ifadelerinden sonra Sünbül Sinan Efendi’yi vesile edinerek Tanrı-âlem ve insan münasebetine dair görüşlerini serdetmeye başlamıştır. Buna göre insân-ı kâmil olarak Sünbül Sinan Efendi, bedene can veren rûh gibi hakîkatin temsilcisi olmuştur ve bu konumundan dolayı Hakk’ın izni ile hakîkat perdelerini kime aralamışsa o kimsenin Hak ile var olup O’nun tecellîleri ile nefsinin tasallutlarından kurtularak Hak ile var olma sırrını erdiğini dile getirmiştir. O, Hakk’ın bütün isimlerine ayna olarak âlemdeki her şeyin Hakk’ın varlığı karşısında yok hükmünde olduğu sırra vâkıf olan Sünbül Sinan Efendi’nin zâhir-bâtın her şeyde Hakk’ın varlığı ile dolaşıp durduğunu da sözlerine eklemiştir. Son iki mısrada bir duâ temennisine yer veren Kenan Rifâî Efendi, Sünbül Sinan Efendi’den mânevî tesirini kendisinden esirgememesini istemiş ve bunu “Allah için” ifadesi ile perçinlemiştir. O böylece, Hakk’ın bütün isimlerini bünyesinde barındırdığı kabul edilen “Allah” ismine işaret ederek Sünbül Sinan Efendi’nin bu ismin mazharı olması nedeniyle insân-ı kâmil mertebesine ulaştığı mesajını da nakletmiş ve “Hâk-i payinde senin Ken'an-ı cenan daim feda” cümlesi ile Sünbül Sinan Efendi’nin ayağının tozuna her zaman canını vermeye hazır olduğunu vurgulayarak şiirini nihayete erdirmiştir.
Sonuç
Sünbül Sinan Efendi, nefsi ıslah edip kalbi tasfiye ederek hakîkat yolunda Hakk’a vâsıl olmayı hedefleyen sûfîlerin bu misyonlarını eserleri, irşad faaliyetleri ve mânevî tesirleriyle etkili bir şekilde temsil eden isimlerdendir. Kenan Rifâî Efendi ise Halvetiyye Tarîkatı’nın Cemâliyye şubesinin Sünbüliyye kolunun müessisi olan Sünbül Sinan Efendi’nin izini süren son dönem gönül erlerindendir. Kenan Rifâî Efendi, Sünbül Sinan Efendi’nin kabrinde asılı olan bir şiirinde, Sünbül Sinan Efendi’ye olan sevgi ve hürmetini ona verdiği değeri dile getirmiştir. Bu şiirinde Kenan Rifâî Efendi, gönül ehline olan muhabbetini, Hakk’ın insân-ı kâmil ve âlemle münasebetine dair görüşlerini, seyrüsülûk, tecellî, Hakk’ın lütufları ve tasarruf gibi birçok konuya dair düşüncelerini serdetmiş, bu işleyişle aslında tasavvufî birikimini ve söz söylemedeki maharetini gözler önüne sermiştir. Kenan Rifâî Efendi’nin Sünbül Sinan Efendi, Hak dostları ve mânevî seyirle ilgili görüş ve düşüncelerini bu şiirinde dile getirdiği usûl ve içerikle sınırlamak mümkün değildir. Son dönemde eserleri, talebeleri ve irşâd faaliyetleri ile kişisel ve toplumsal kodlarımızın oluşmasında önemli isimlerden biri olan Kenan Rifâî Efendi’nin özellikle mânevî kişiliği daha derinlikli araştırmalara konu olmalı ve anlam arayışındaki problemleri nedeniyle çeşitli sıkıntılar yaşayan günümüz insanına onun yol gösterici fikirleri daha kapsamlı bir şekilde aktarılmalıdır.
[1] Yûsuf b. Ya’kûb, Meşâyih-i Halvetiyye (İstanbul: Süleymaniye Kütüphanesi, H. Hüsnü Paşa, 808/2), 35.
[2] Süleyman Uludağ, “Halvet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1997), 15/387.
[3] Reşat Öngören, “Merkez Efendi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2004), 201-202; Hatice Tüfekci, “Muhammed Vahyî Efendi’nin Gözden Kaçmış Bir Manzûmesi: Sümbüliyye Silsile-Nâmesi”, CUJOSS 46/1, (2022), 128-138; Tuğba Özçelik, “Tarîkat ve Silsile Geleneği İçerisinde Bir Sümbüliyye Silsilesi”, Edebî Eleştiri Dergisi 2/2, (2018), 109-110.
[4] Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri (İstanbul: Matbaa-ı Âmire, 1333), 1/161.
[5] Mustafa Tahralı, "Kenan Rifâî", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 25/254.
[6] Mustafa Tahralı, "Kenan Rifâî", Sahabeden Günümüze Allah Dostları (İstanbul: Şule Yayınları, 1996), 9/440.
[7] İsmail Parmaksızoğlu, “Rifâî, Ken’ân”, Türk Ansiklopedisi (Ankara: Milli Eğitim Basımevi, 1978),27/322.
[8] Kâzım Büyükaksoy, Hak Yolunun Önderleri: Yüce Veliler (İstanbul: Eser Yayınları, 1973), 512-514.
[9]Arzu Eylül Yalçınkaya, Ken’ân Rifâî: Hayatı, Eserleri ve Tasavvuf Anlayışı (Bursa: Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 2020), 91-93.
[10] Mehmet Demirci, “Ken’ân Rifâî ve Çevresi”, Demokrasi Platformu Dergisi 6 (2006), 45-75.
[11] Levent Bayraktar, “Ken’ân Rifâî Büyükaksoy’un İlim ve İrfan Anlayışı”, Bir XX. Yüzyıl Münevveri Ken’ân Rifâî Sempozyumu (İstanbul: Cenan Eğitim, Kültür ve Sağlık Vakfı Neşriyâtı, 2015), 83-90.
[12] Tahralı, "Kenan Rifâî", 22/254.
Fatih ÇINAR
Yazar“Anadolu İrfânı” tabiri Anadolu coğrafyasını yüzyıllardır rengine boyayan mânevî bir neşvenin en kısa ve özlü ifadesidir. Gönül dünyasını şekillendirdiği insanları, Hak ve halk nezdinde saygın bir kon...
Yazar: Fatih ÇINAR
Hak, “mutâbakat ve muvâfakat” anlamına gelir.[1] “Hak”, vâkıaya (realiteye) uygun olan hükümlerdir. Hak ihtivâ etmesi itibâriyle sözlere, inançlara, dinlere, mezheplere de hak adı verilir. Hak söz, ha...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
“Paranın gücünü burada biraz irdelemek gerekiyor. Çok para çok güç demek anlamına gelmiş durumda. Çok paranız varsa her şeyi yaptırabilirsiniz, her şeye sahip olabilirsiniz gibi bir algı var. Ama yuka...
Yazar: Erol AFŞİN
Tekirdağ, Anadolu ile balkanlar arasında bir geçit bölgesi ve ilim, kültür, sanat ve mâneviyât merkezi İstanbul’u besleyen ana merkezlerden biri olması bakımından önemli bir şehirdir.[1] Tekirdağ’ın b...
Yazar: Fatih ÇINAR