İstanbul’a Güzelleme
İstanbul’a güzelleme yapmak mümkün mü? O zaten güzeller güzel bir şehir. Ona en büyük, un ulvî, en ulaşılmaz ve erişilmez övgüyü Hazret-i Peygamber (s.a.v.) yapmamış mı? Bu kutlu şehrin Fâtih’ini ve askerlerini methetmemiş mi? Gerisi israf-ı kelâm mı olur, bilinmez. Ama yine de şairler, yazarlar, sanatkârlar, âlimler tarih boyunca bu dünya güzeline bin bir türlü iltifatta bulunmaktan geri kalmamışlar.
İstanbul’u görmeden önce, bu efsane şehri anlatan unutulmaz bir kitabı okumuştum. Küçük şehrimizde, pek kimselerin uğramadığı Kültür Bakanlığı satış mağazasının vitrininde duruyordu kitap. Eserin kapağını, beyaz ferâceli, yaşmaklı, eldivenli ve pembe şemsiyeli güzel bir kızın resmi süslüyordu. Arka plânda deniz, kayıklar ve camii silueti...
Görmediğim, ama nâmını duyduğum Sultanahmet Camii’ne benzetmiştim. Çünkü altı minareliydi... Yıl 1977 olmalıydı. Kitabın adı çekici gelmişti bana: İstanbul’un Ortası. Yazarını tanımıyordum, hatta diyebilirim ki ilk defa duyuyordum Malik Aksel adını. Ama kitapta beni çeken garip bir tılsım vardı.
Kalınca bir kitaptı ve sanki birçok gizli bilgiyi içinde özenle saklıyordu. İçeri girdim; dükkânın sempatik memurundan kitabı rica ettim ve satın aldım. Zaten o zaman kitaplar fiyatları bakımından çok uygundu. Talebe harçlığımızla kitap alabiliyorduk. Hele devlet kitapları piyasadan çok daha ucuzdu.
Okumuştum, ama tam anlayabilmiş miydim, sanmıyorum. O gözümde ve gönlümde büyüttüğüm büyülü şehir, böyle bir kitap okuyarak bir çırpıda anlaşılabilecek derecede basit değildi ki? Elbette Asitane’yi ilmek ilmek gönül dünyama dokumam, ruhuma nakış nakış işlemem gerekiyordu. Hayatım boyunca buna çalıştım, epey uğraştım.
Yaş ilerledikçe, insan mâzisine daha çok bağlanır, eskileri daha sık anarmış. Doğru... Benim de başımda böyle bir hâl var şimdi. Eskiyle aramdaki en kuvvetli bağ kütüphânem olduğuna göre, eski kitaplarımın yüreğimdeki değerini artık varın siz hesap edin… Geçenlerde kitaplığı karıştırırken bir de ne göreyim? Eski sevgilim rafta mahzûn mahzûn durmuyor mu?
Derhal elimi uzattım, onu usulca diğer kitapların arasından çekip çıkardım ve yeniden karıştırmaya başladım. Biraz küskündü, hafif dargın hâli vardı. Âdeta “Beni unuttun, beni ihmâl ettin.” der gibiydi. Fakat bu fark edişim hoşuna gitmişti yine de, gönül koymamıştı. Birden canlandı ve âdeta yeniden hayat buldu elime geçince.
Fark edilmek hoşuna gitmişti anlaşılan. Ne de çok altı çizili satır varmış içinde... Okumayanlara tavsiyemdir: Eski İstanbul’un güzelliklerini daha iyi anlayabilmek için Malik Aksel’in İstanbul’un Ortası mutlaka okunmalıdır. Peki, neresiymiş bu şehrin ortası? Bilen zaten biliyor, ama bu yazıdan öğrenmek isteyenleri hayal kırıklığına uğratacağım. Söylemem efendim. Merak edenler, gider kitabı arar bulur, okur ve öğrenir. Haydi biraz ipucu vereyim. Şehzâdebaşı civarı dersem tam anlaşılır mı acaba?
Yok hayır, eski bir kitaba aşknâme düzerek yazıyı bitirmek değil elbet maksadım. İstanbul’un anlatıldığı, geçmiş zaman şehrinin tasvir edildiği başka eserler de okudum daha sonra. Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’u beni ilk kasıp kavuran eserlerdendir. Sâmiha Ayverdi’nin ilk okuduğum eseri ise İstanbul Geceleri... Aman Allah’ım o ne muhteşem bir kitap, o ne efsunlu bir üslûp!
Osmanlı’nın son devrini doyasıya yaşamış İstanbullu bir hanımefendinin mihmandarlığında semt semt mahalle mahalle İstanbul’u dolaşıyorsunuz. Sanırım çizimler ressam-mimar Aydın Yüksel Beyefendiye ait. Bir başka eser de Abdülhak Şinasi Hisar’ın: Boğaziçi Mehtapları... Sonra Ziya Osman Saba’nın Değişen İstanbul’u... Münevver Ayaşlı’nın Dersaadet’i…
Safiye Erol’un Kadıköyü’nün Romanı ve diğer eserlerinde başrolde tarihî şehirlerimiz İstanbul, Edirne ve Bursa vardır. Her biri ayrı bir inci mercan değerinde. Ama bu yazı İstanbul kitapları yazısı değil ki? En fazla birkaç kitabı anmam hoş karşılanır belki, sonra da İstanbul’un olağanüstü güzelliklerine değinmeliyim.
Dün yazılıyordu da bugün hiç kaleme alınmıyor mu İstanbul kitapları... Ne münâsebet? Bugün daha fazla kitap elden ele dolaşıyor... Hele İstanbul 2010 Kararı’ndan ve projelerinden sonra neredeyse her yayınevi birkaç İstanbul kitabı hazırlamış ve yayımlamıştı. Güzeldi bu örnek çalışmalar; bereketliydi.
Hatta vefa borcuydu yaşadığımız şehre karşı. İstanbul daha nice 2010’ları devirir geçer de, kadim hikâyesi hiç bir zaman bitmez, tükenmez. Bunu bilir, bunu söylerim. Çünkü o, aslında bir şehirden ziyâde dinlenmesine doyulmayan bir efsanedir, coşkusu azalmayan bir destandır, rûhları alıp bambaşka diyarlara götüren sevdalı bir türküdür.
Kısacası İstanbul bir medeniyettir, deyip çıkalım işin içinden. Yapılan hizmetleri anarken mimarları da unutulmamalı. İstanbul 2010 Projesi’ne İsrafil Kuralay, Ahmet Kot, Yusuf Kaplan, merhum Erol Mermer ve rahmetli Olcay Yazıcı’nın da büyük emeği geçti. Ahiret yurduna göçenlere rahmet diliyor, yaşayan dostlara sağlıklı ömürler temenni ediyorum. Hizmetlere devam ediyorlar. Ömürlerine bereket…
Keşke İstanbul Kitapları Ansiklopedisi hazırlansa... Bilmiyorum belki de vardır ve basılmıştır ama Dünden Bugüne İstanbul Kitapları Ansiklopedisi sizce de heyecan veren bir çalışma olmaz mı? Biz hayalini kuralım, hakîkatini de inşallah bir İstanbul âşığı yerine getirir ve bu güzide şehrin sevdalısı hayırlı bir yayıncı da dosyayı alır, titizlikle neşreder, kültürümüze ve medeniyetimize armağan eder.
İstanbul Sevdası
Edebiyatçılar İstanbul’u çok sever. Şiir, hikâye, deneme, roman yazıp da İstanbul sevgisinden bahsetmeyen şair ve yazar hemen hemen yok gibidir. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan İstanbul’a elbette kalem erbabı da lâkayt kalamazdı, nitekim kalmadılar.
Geçmişte Dîvân şairlerimiz İstanbul sevdasıyla yanıp tutuşmuşlardır. Yeni edebiyatın filizlendiği Tanzimat devrinden sonra da bu ilgi artarak devam etmiştir. Yahya Kemal’de bu alâka, zirveye çıkmıştır. Abdülhak Şinasi Hisar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ziya Osman Saba, Sâmiha Ayverdi, Safiye Erol ve Faruk Nafiz’de bu sevgi derinleşir.
İyi yazarlardan Mustafa Kutlu ve Selim İleri de İstanbul’a gönülden bağlı olan hikâyeci, romancı ve deneme yazarlarındandır. Mustafa Kutlu’nun Dergâh Yayınları’ndan çıkan eserlerinde hem İstanbul hem de Anadolu vardır. Selim İleri’nin Everest Yayınları’ndan çıkan kitaplarına baktığımızda ise bu bağlılığın neredeyse kara sevdaya dönüştüğünü görüyoruz.
Öyle ki bu tutku, kitap adlarında bile kendisini rahatlıkla gösteriyor. İstanbul, İlk Romanımda Leylâk, Yaşadığım İstanbul, Yıldızlar Altında İstanbul, İstanbul Seni Unutmadım, İstanbul’un Sandık Odası, İstanbul Hâtıralar Kolonyası, İstanbul Lâle ile Sümbül, İstanbul Mayısta Bir Akşamdı. Tek kelime ile âdeta İstanbul’a güzellemeler demeti… Bölüm başlıkları, son kitabın muhtevası hakkında fikir veriyor: “İstanbul Sonsuz Şehir”, “İstanbul’da Edebiyat”, “Gelmez Günler”, “Unutulmayanlar”, “Mutfaktan”.
Merhûm Selim İleri’yi başkaları da benzetmiş Abdülhak Şinasi Hisar’a. Ben de doğrusu yakıştırıyorum. Evet, İleri, bir bakıma günümüzün bir başka çeşit Hisar’ıydı. Kendisi de zaten bunu reddetmedi, gönül bağını her vakit aşikâr etti ve şöyle dedi: “Ortaokulda, ders kitabımızdaki seçme parçayı, Fahim Bey’in elbiselerini okuduğum günden beri, Abdülhak Şinasi’ye bağlanıp kaldım.” diyor. Kendisiyle sık görüşür, sohbet ederdik.
Bir konuşmamızda en çok sevdiği edebiyatçının Abdülhak Şinasi Hisar olduğunu belirtmişti. Selim İleri de Hisar gibi kitaplarında dönüp dolaşıp mevzûu İstanbul’a getirir. İstanbul yazarları, İstanbul yemekleri, İstanbul terbiyesi, İstanbul Türkçesi, İstanbul yaşama biçimi… Selim İleri çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Cihangir’e, Kadıköy’e çok bağlıydı.
Ama diğer semtlere olan sevgisini de her hâlükârda ifade ediyordu. Öyle ki İstanbul’dan bahseden yazarlardan en çok söz edenlerden biri de yine İleri’dir diyebilirim. Selim İleri, Romancılar Konuşuyor kitabıma da aldığım uzun röportajımızda, eserlerinde İstanbul’dan en çok bahseden başlıca romancılarımızı tek tek, romanlarının özetleriyle birlikte anlatmıştı.
İstanbul’u Anlatabilmek
Elbette hep huzur şehri İstanbul anlatılmıyor İstanbul Mayısta Bir Akşamdı kitabında. İşgal altındaki İstanbul, yoksullukla, yangınlarla, tabiî âfetlerle boğuşan şehir de söz konusu ediliyor. Boğaziçi, Üsküdar, Kadıköy, Fatih ve Beşiktaş elbette farklı ve başat semtler. Sâmiha Ayverdi’nin İstanbul Geceleri’ni sık sık anar yazar.
Onun şehre o derinden bakışını yakalar ve bu ilgiyi okurlarıyla paylaşır. Hanım yazarlar arasında Sâmiha Ayverdi’nin ve Safiye Erol’un, Selim Bey’in gönlündeki yeri başka. Abdülhak Şinasi’nin muhteşem medeniyetimizi anlattığı Boğaziçi Mehtapları da elinden düşürmediği kitaplardandır.
Ruşen Eşref’in Boğaziçi Yakından ayrı bir kıymetli hazine. Safiye Erol ve Kadıköyü’nün Romanı çok özeldir. Çünkü Safiye Erol, bu romanında Selim İleri’nin çok sevdiği Kadıköy’ü, -eski doğru deyişiyle “Kadıköyü’nü”- yüzyıl önceki hâliyle anlatır. Bu derin nostalji, Selim İleri’nin âdeta başını döndürür.
İstanbul’dan bahseden bütün edipler, yani Hüseyin Rahmi’den Ahmet Rasim’e, Yakup Kadri’den Refik Halit Karay’a, Sermet Muhtar Alus’tan Güzide Sabri’ye, Midhat Cemal Kuntay’dan Reşat Enis’e, Nahid Sırrı Örik’ten Salâh Birsel’e kadar herkes bu hatırlayışlardan, anışlardan, özleyişlerden bir nebze nasibini alır.
Esasen Selim İleri daha ziyâde bir vefa adamıydı. Herkesin unuttuğu birçok şair, yazar, sinema ve tiyatro sanatçısını, ressamı, yazılarında ve kitaplarında herkese, hepimize hatırlatmıştır. Günümüzde popüler kültüre esir olan kuşaklara ikazlarda bulunmuş, mâziyi unutmamalarını istemiştir. Bu bakımdan edebiyat dünyası, Selim İleri’nin hakkını çok zor öder.
Yazarın ilgisi edebiyatçılarla sınırlı değil elbette. Süheyl Ünver, Ekrem Hakkı Ayverdi, Sedat Hakkı Eldem, Turgut Cansever gibi İstanbul’un imârında, mimarîsinde ve özüne kavuşmasında emeği, katkısı, alın teri olan herkesten sitayişle bahseder, övgüyle söz eder. Hizmetlerini saygıyla anar, hatırlatır.
Mesela Attilâ İlhan’ın Dersaadet’te Sabah Ezanları’nı andıktan hemen sonra Saba’ya sözü getirir ve şöyle der: “Çok erken yitirdiğimiz Ziya Osman Saba, bütünleyebilseymiş, Değişen İstanbul’unda birbirinden hem bağımsız hem de birbirine eklemlenen bölümlerle bir anı-roman yazmak istiyormuş. Kendi çocukluğunun, yeniyetmeliğinin ve gençliğinin, İstanbul odaklı anı romanı. Değişen İstanbul bu yarım kalmış hâliyle de İstanbul’a dair pek çok incelikle donanmıştır.”
İlerleyen sayfalarda yine yine hatırlanan Saba hakkında şu satırları okuyoruz: “Ziya Osman Saba’nın o şiirini çok severim. (Gerçi Ziya Osman Saba’nın bütün şiirlerini severim. Kısacık bir ömre sığdırılmış bu şiirler birçoğumuzu bugün de etkiliyor. Sevgi, şefkat ve merhamete ihtiyacımız dinmeyeceğine göre, bu şiirler bize yarın da seslenecek.) O şiirin adı, ‘Çocukluğum’, 1936’da yazılmış, artık yirmi altı yaşında. Fakat ne kadar genç! Çocukluğum, çocukluğum…/ Uzakta kalan bahçeler. / O sabahlar, o geceler/ Gelmez günler çocukluğum.
Saba 1910’da doğmuş, 1910’ların İstanbul’unu düşlemeye çalışın. Şairin birbirinden güzel öyküleri de tanıklık eder: Yüzyıl öncesinin İstanbul’u bir deniz şehri olduğu kadar, bir bahçe şehridir. Kadıköyü’nde kılıç artığına dönüşmüş ‘son’ bahçeleri hatırlıyorum. Bütün İstanbul’da hatırlıyorum. Oysa bahçeli evde doğmamışım. Çocukluğum, Bahariye Caddesi’ndeki Geren Apartmanı’nda geçtiği için bahçeler hep biraz uzağımda. Yine de hepsine vurgunum…”
İstanbul’un eski semtleri, mahalleleri, sokakları, Boğaziçi, mutfak kültürü, gelenekleri, kısacası yaşama biçimi bütünüyle İstanbul Mayıs’ta Bir Akşamdı’da gözümüzün önüne geliyor. Gönlümüzü de okşayan bu eseri edebiyat tutkunlarına bilhassa İstanbul sevdalılarına tavsiye ederim.
Bugünlerde TRT1’de çok güzel bir dizi yayımlanıyor: “Mehmed: Fetihler Sultanı”. Büyük emek verilmiş, hakîkaten çarpıcı sahneleri olan, konusu mükemmel, oyuncuları harika… Velhâsıl dört dörtlük bir dizi film… TRT’nin yüz akı çalışmalarından. Bu diziyi bütün okuyucularımıza tavsiye ediyorum.
İstanbul için ne kadar kitap yazılsa, ne kadar film çekilse az. İstanbul Anadolu’nun özeti, Türk-İslâm diyarının kalbidir. Çünkü o, Ulu Peygamberimiz (s.a.v.)’den övgü alabilmiş nâdîde bir şehirdir. Rabb’im bu şehrimizi ve bütün Türk-İslâm beldelerini her türlü âfetten, tehlikeden muhâfaza eylesin, âmin.
Mehmet Nuri YARDIM
Yazar15 Temmuz ihanetinin üzerinden tam 7 sene geçti. Dünyadaki emperyalist ülkelerin kullandığı ve ülkemize musallat ettiği cemaat görünümlü ama aslında bir istihbarat örgütü olduğu ortaya çıkan FETÖ’nün ...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Bazı şahsiyetler vardır ki ebedî âleme göç etseler de yaptıkları hizmetlerle, yazdıkları eserlerle, yetiştirdikleri talebelerle her zaman gönül tahtına kurulur, aramızda yaşarlar. Şeyhülmuharrirîn Ahm...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
Anadolu’nun mütevâzı ilim, fikir, irfân, sanat ve inanç mekânları vardır. Buraları muazzam binalar sanmayın. Bahsettiğim yerler, çarşı pazarlarda olan küçük esnaf dükkânlarıdır. Ama genelde sahiplerin...
Yazar: Mehmet Nuri YARDIM
1. Ey gönül hâke eriş hâk ile yeksân olagörTutuşup derd-i İlâhî ile sûzân olagör2. Ne gerek fânî cihânın varına şâd olmagınDost visâline yetip sıdk ile handân olagör3. Bu libâs ile gidilmez ol cânân i...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi