İhramcızâde’nin Dergâhında Kardeşliğin Temel Ölçütleri
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak, ömrü boyunca kardeşlik atmosferini tesis etmenin çabasını gütmüştür. Bir mürşid-i kâmil olarak dervişlerini fenâ fi’l-ihvân bilincine ermeye davet etmiştir. Müslümanların arasında kavga, gürültü, şamata, kin, nefret, yalan, gıybet ve düşmanlığın ortadan kaldırılmasını hedeflemiştir.
Allah için birbirlerini sevmelerini, birbirinin yükünü paylaşmalarını, sevinçte ve kederde ortak olmalarını tembih etmiştir. Bu gerçekten hareketle, “Siz birbirinizi Allah için severseniz, gayretullah zuhûr eder, Allahu Teâlâ’da sizleri sever.”[1] hatırlatmasında bulunmuştur. İslâm kardeşliğindeki sevgi, onların birbirini Allah için sevmeleridir. Allah için gerçekleşen sevgide gayretullah zuhûr edecektir.
Gayretullahın zuhûruyla ise Allah bizleri sevecektir.[2] Birbirimizi Allah için sevmenin gereğine bizleri şu sözleriyle davet etmektedir: “Mecnûn’a sordular; “Leylâ nice oldu?” Cevap; “Leylâ gitti adı dillerde kaldı. Benim gönlüm şimdi bir Leylâ buldu. Yürü! Leylâ ki, ben Mevlâ’yı buldum. Leylâ Leylâ derken Allah’ı buldum.
Bu hal ile olun, Gardaşlarım! Bu âlem bir hayaldir. Allahu Teâlâ için birbirinizi sevin. Biz sizi Allahu Teâlâ için seviyoruz. Karıncayı da Allahu Teâlâ için seviyoruz. Dışarı çıkıyorum, bakıyorum, ne görüyorsak Allahu Teâlâ’yı görüyoruz. Sizi de gördük Allahu Teâlâ’yı gördük. Biz Allahu Teâlâ’ya sarılmışız ki, Siz bize sarılıyorsunuz.”
Kardeşliğin temeli muhabbettir. Kişi muhabbeti oranında kardeşliğini pâyidâr kılar. Müntesiplerini aynîleşmeye, dervişlerini kardeş olmaya, muhâtaplarına erdemli davranış sergilemeye çalışan mürşid-i kâmiller muhabbetini telkin etmeden önce kendileri muhabbet eri kesilmişlerdir.
Sevmeyi beceremeyen nasıl sevebilsin, nasıl sevilebilsin? Vermeyen almayı nasıl hak edebilsin, aramayan neden aransın? İşte bu gerçekten hareketle mürşid-i kâmiller çok sevilmişlerse çok sevdikleri içindir; onlar sevgiye dayalı bir yolun temsilcisi olmuşlardır. İşte böylesi bir erdemli hareketi kendi özelinden bize İhramcızâde şu şekilde beyan kılmaktadır: “Siz bizi sevemezsiniz. Biz sizi seviyoruz ki, bizi seviyorsunuz.”
O sebeple İhramcızâde çok sevdi, candan sevdi, sevdiklerine varını yoğunu verdi, sevdiklerine kapılarını hiç kapamadı, sevdiklerine yük olmayı değil, onların sırtında yüklerini almayı başardı. O sebeple Sivas’tan yayılan muhabbet hâlesi âdetâ özenle hazırlanan bir kardeşlik destanıdır. Kardeşliğin mayası muhabbettir.
Seven sevdiğini her hâliyle benimser. Kardeşlerin birbiriyle hataları yüzünden irtibatı koparması söz konusu olamaz. Gülü seven dikenine katlanır. Kardeşler de birbirlerinin hatalarını gözlerinde büyütmemeli ve kardeşliklerine gölge düşürmemelidir. Rahmet nazarıyla bakanlar hatalarından dolayı kardeşlerini dışlamayı değil hatalarından dönmeleri konusunda iştiyakla yardımcı olmayı tercih ederler. Sebep? Çünkü muhabbeti olan hata görmez, görse de göz yumar.[3]
Kardeşliği perçinleyen etkenlerden ikincisi ortamdır. Dervişlik güzide bir ortamda bulunmanın yansıyış biçimidir. Kaliteli, seçkin ve muteber şahsiyetlerin arasında bulunan eksik, kusurlu, hatalı, yavan ve yoksun kimseler zamanla kemâle ermeye, kıvâma kavuşmaya, müsbet yönde değişmeye ve gelişmeye başlar.
İhramcızâde bu usûlün gereğince uzaktan ve yakından gelen dervişleri halka olmaya, dergâh atmosferinde toplanmaya, mânevî neşveyi birlikte edinmeye ve yetişmiş ihvânın, mıknatıs gibi zayıf ihvânı ulaştığı mertebeye çekmeye davet etmiştir. “Semâ aysız, ihvân semaversiz olmaz.” derken İhramcızâde, cemâatini âdetâ semaverle özdeşleştirmiştir.
Zikir ve sohbetlerini semaver eşliğinde gerçekleştirmiştir. Semaverin kaynayıp demini alması gibi dervişlerinin de muhabbetle yoğrulmasına, ikramla doymasına, nazarla hakîkate ermesine katkı sağlamıştır. Ay ve yıldızların gökyüzünde ışıl ışıl parlaması gibi semaver etrafında toplanan dervişlerinin de yıldız şahsiyetler konumuna gelmesine özen göstermiştir.
Tasavvufta fenâ fi’l-ihvân bilincine ermenin üçüncü temel ölçütü hemdil, hemdert ve hemhâl olmaktır. Ortak duygu ve düşünceleri taşıyanlar ancak kardeştirler. Kalpleri kopuk olan, ortak dile sahip olmayan, aynı dâvâya baş koyamayan, ortak ideallere sahip bulunmayan, ortak karakter ve kimliğe sahip olmayanlar kardeş hâline gelemezler.
“Ervah-ı ezelde rûhlar beraber olmuşlar, onun için burada beraberiz.” diyen İhramcızâde, elest bezminde tanışık olanlar bu dünyada da birbiriyle kaynaşmış durumdadırlar. Fıtratları temiz olanlar nezih birliktelik sağlar, ortak hâlet-i rûhiyeye sahip olanlar birlikte yol almanın çabasını güderler.
Derviş olmak sûretiyle bir dergâhta buluşanlar her türlü kötülük ve çirkinlikten uzaklaşmaya çalışırlar. Derviş olanlar birbirlerine Hak nazarıyla bakarlar. Derviş olanlar iddia makamında değil, hizmet çabasında bulunurlar. Derviş olmayı seçenler kendilerini ön plana çıkarmanın değil kendi nefsânî benliklerinden sıyrılmayı başarmış şahsiyetlerdir.
Aynı rüyayı görebilenler, aynı hedefe kilitlenenler, birbirlerinin yoluna kandil ve ışık olanlar, bedenleri kadar kalpleriyle de birbirine kaynaşmış olanlar dervişlik pâyesini elde etmişlerdir. Anne baba bir kardeşler kimi zaman birbirlerine düşüp kavga edebilirken, aynı mürşid-i kâmilin dergâhında yetişen dervişlerin birbirine hasmâne tutum sergilemeleri, seyr u sülûklarını tamamlayamadıklarının göstergesidir.
Zira kâmil şahsiyetlerin yersiz tavırlara koyulmaları dâvâlarını terk etmeleridir. Kardeşliğin esasını muhabbet iksiri olarak gören İhramcızâde, Allah’ın kulunu sevmeyi de o kulda kusur görmemeye bağlamaktadır. Başkasında kusur görenin ise kendinde varlık göreceğinden bahsetmektedir.[4]
Fenâ fi’l-ihvân olmak ortak ruha bürünmektir. Dervişlikte kardeş olmak benlik duygusundan soyutlanmak, bireysel tavırlardan uzaklaşmak, bencil kimliğe bürünmekten kaçınmak, ben merkezli hareket yerine biz odaklı bir seyre koyulmaktır. “Birbirinizde mahvolun, yok olun. Yok olursanız, Allahu Teâlâ var olur.” ikazında bulunan İhramcızâde, kardeşler arasında ihtirasın olamayacağını, kimsenin kardeşine tuzak kuramayacağını, îsâr duygusuyla kardeşlerini kendi nefsine tercih etmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Modern dünyada, “İnsan insanın kurdudur.” felsefesi payidar kılınırken, İhramcızâde, “İnsan insanın yurdudur.” anlayışını egemen kılmanın mücadelesini verdiğini vurgulamaktadır. Buna göre İhramcızâde’nın fenâ fi’l-ihvân öğretisinde ferâgat duygusu, fedakârlık rûhu, paylaşım kültürü, mahviyet çabası, hiçlik hâli, affetmek, hoş görmek ve müsâmaha kültürü kardeşliğin olmazsa olmaz esasları olarak belirgin konuma gelmektedir.
İhvân olmanın anlam dünyasını şu tesbitleriyle son derece anlaşılır kılmaktadır: “Gardaşlarım! Ders alan birinin oruç ve namazdan önce gözü kör, kulağı sağır, dili peltek ve eli ayağı kötürüm olmalıdır. Gardaşlarım! İhvân olmak kolay, insan olmak zor. Gidersin bir mürşide ders alırsın eve ihvân dönersin. Ama insan olmak öyle değil. Şeyhimden ders aldıktan sonra, Şeyhimin boyasına boyanmışım. İşte bu sizin gelmeniz, Şeyhimin himmetidir. Himmet verilmez alınır. Himmeti vermeli, almalı. Biz verebiliyor muyuz siz de alabiliyor musunuz?”
Kardeşlikte bir diğer ölçüt kurbiyettir. Kardeş olanlar birbirine uzak, birbirine duyarsız, birinden kopuk, birbirine diş bileyen ve birbiriyle ilişkilerini koparan isimler değildir. Kardeşliğin birbirine olan yakınlığı mekân boyutundan çok kalbî boyuttaki yakınlıklarıdır. Kalpleri birbirinden kopuk olanlar aynı safta namaz kılsalar bile ne kadar cemâat oluşturabilirler ki!
Bu gerçeği İhramcızâde ne güzel ifade etmişlerdir; “Bizi sevenler, Yemen’de de olsa dizimizin dibindedir. Sevmeyen ise, dizimizin dibinde de olsa Yemen’dedir.” Dergâhta konaklamak, şeyhin meclislerine katılmak, şeyhin dizi dibinde oturmak, merkezde bulunmak tasavvufta oldukça önemlidir.
Dervişin şeyhine eşlik etmesi son derece gereklidir. Ancak dervişten beklenen bu beraberliğin hakkını vermektir. Vuslatın tadına erenlerin vuslat hâlinin gereklerini yerine getirmesi esastır. Şeyhe yakın olduğu hâlde tarîkat vazifelerini yerine getiremeyen, ihlâs ve samîmiyetten uzak kalanlar, menfaat ve çıkar hesabı güdenler yakınken dergâhın atmosferinden fersah fersah uzaklaşmış nasipsizlerdir.
İşi gereği, gündelik hayatın bir sonucu, imkânsızlıkların yol açtığı etkenler, birtakım sorumluluk ve vazifeler gereğince şeyhi ile beraber olamayanlar, dergâhtan uzakta yaşayanlar gönül dünyalarındaki muhabbet ateşiyle her hâl ve durumda o mâneviyat dünyasına hasret ve özlem duyarlar.
Uzaklarda, ötelerde ve farklı adreslerde bulunsalar da dergâhın rûhuna sâdık kalanlar, intisapla gerçekleştirdikleri ahde sâdık kalanlar, özlem ve iştiyaklarıyla şeyhinin gönlüne aksedebilenler şeyhine asıl yakın olan kimselerdir. Mekânda birlikte olmaktan daha önemli olan rûhî birlikteliğimizdir. Zira İhramcızâde’nin, “Bizim ihvânımızın uzaklığı yakınlığı yoktur, her an onlarla beraberiz.” hatırlatması bu durumu daha da anlaşılır kılmaktadır.
Bir mürşid-i kâmile bende olanlar gerçekte nasipsiz kalmazlar. Derviş olabilenler beden kuyusundan hakîkat suyunu çıkararak çoraklaşmış dünyasını yeşertenlerdir. Dervişlik tecrübesi, kişinin eline, diline ve beline sahip çıkmasını sağlar. Dervişler ıvazsız ve garazsız bir şekilde hizmet etmenin çabasını güderler.
Tarîkat mensubu olmak hayatı anlamlı kılmak, dünyada da âhirette de mutlu olmanın yollarını aramaktır. Tarîkat terbiyesi kişiye bireysel boyutta olduğu kadar toplumsal boyutta da kaliteyi elde etmesinin yolunu açar. Seyr u sülük sürecinde pişen, olgunlaşan ve kıvama erenler, fıtratlarına sahip çıkarlar, kirlenmeden, kokuşmadan, bozulmadan hayat sürmeyi beceren isimlerdir.
Günümüz insanının en büyük sorunu yalnızlık girdabıdır. Kalabalıklar içerisinde sesini duyuramayan, acısını kimseyle paylaşamayan, dertleşeceği bir dostunu yanında bulamayan modern dönemin insanları strese girmekte, buhrana sürüklenmekte, yalnız yaşayıp yalnız ölmekte, kendi acıları içerisinde bunalmakta ve kayıplara karışmaktadırlar.
Dergâh atmosferinde yetişenler dün olduğu gibi bugün de son derece şanslıdır. Zira müritlerin en büyük destekçisi şeyhleridir. Karşılıksız, beklentisiz, menfaatsiz ve içten bir şekilde müritlerini eğitmenin çabasına bürünen mürşid-i kâmiller insan kazanma sanatını gerçekleştiren bahtiyarlardır. Bir baba şefkatiyle, bir üstat titizliğiyle, bir irşat çabasıyla ve bir muhabbet iksiriyle müritlerinin gönlünde taht kurarlar.
Peygamber Efendimiz’in ümmetine düşkünlüğü gibi mürşid-i kâmiller de mânevî evlâdı olarak gördükleri müritlerini yakından takip eder, maddî ve mânevî ihtiyaçlarını giderir, onlara yalnız olmadıkları hissini verir, müritlerini her an ve zeminde kontrol etmenin derdini güderler.
İşte bu hassasiyetin bir yansıması olarak İhramcızâde, “Biz, dünya ve âhirette maddî ve mânevî işlerinizde beraberiz, biriz.” derken müritleriyle ne denli birliktelik sergilediğine dikkatimizi çekmektedir. Yine bir başka sohbetlerinde; “Biz, değil ihvânımıza, ihvânımızın kapısındaki kedisine, köpeğine de sahip çıkarız.” sözleriyle asosyal değil aktif bir şeyh profilini dikkatimize sunmaktadır.
İhramcızâde dervişliği uzun soluklu bir yolculuk olarak görmektedir. Günübirlik bir yaşam tarzı değil kadim bir geleneğin gözde temsilcileri olarak müritleriyle birlikte hakîkat dâvâsını sürdürdüklerini şu şekilde beyan etmektedir: “Biz, ihvânın ismini geç öğrenir, geç unuturuz.”
Bu tesbitlerden hareketle diyebiliriz ki, İhramcızâde ihvânına çok önem vermekte, ihvânını çok önemsemekte, ihvânıyla gurur duymaktadır. Hepimize örnek olacak bir yaklaşım tarzıyla kardeşlik rûhunun mayasını şu şekilde temellendirmektedir: “Bizim ihvânımız, devlet malı gibi değerlidir. Her yerde tanınır.”
İhvân arasında irtibatın kesilmesinden rahatsızlık duyan İhramcızâde, 27 Zilhicce 1366/12 Kasım 1947 tarihli mektubunda bizleri muhabbet merkezli bir yaşam sürmeye şu şekilde teşvik etmektedir:
Dîdeden oldunsa nihân
Dilde sen ey cân-ı cihân
Cândan ırağ olma hemân
Ey gül gülzâra buyur.[5]
O, bu sözleriyle bizlere gözden ırak kalarak gönüllerden uzak düşmemeyi hatırlatmaktadır. İhvân olabilmenin ve ihvân kalabilmenin zorlu sürecini İhramcızâde şu şekilde dile getirmektedir:
“Biz Allahu Teâlâ’nın hiç bir işine karışmadık. Naz makamında dahi olmadık. İhvân vaktin oğlu olmalıdır. İhvân ihvânlığı ile avâma karşı gururlanmamalı ve riyâya gitmemelidir. Yolumuzun dört esası vardır. Devâm-ı sohbet, devâm-ı sünnet, devâm-ı zikir ve seyr u sülûk. İhvânda huşû ve huzur birleşmezse zevk alamaz.
İhvân iki kısımdır. Birinin her gün yediği baldır, balı bilmez. Diğeri de şekli ve şemâilini bilmez. Bal baldır, tadından ayrılmaz.
İhvân özürsüz üç hatmi terk ederse ihvânlıktan terk edilir. İhvân Allahu Teâlâ için bakarsa Allahu Teâlâ ona ölmez bir göz verir. Dinlerse, ölmez bir kulak verir. Hâsıl insan bütün âzâsını Allahu Teâlâ’ya verirse, Allahu Teâlâ ona ölmez bir vücut verir ve rûh olur. Edeb, ihlâs ve muhabbet bir ihvânda bulunmaz ise, ilerleyemez.”
Türkelili Mevlâna Küçük Hüseyin Efendi’nin anlatmasıyla İhramcızâde, Peygamber Efendimiz’in mahşerde ümmetinin çokluğu ile öğüneceğini söyledikten sonra cemâate şöyle seslenir: “Gardaşlarım! Her asrın halîfesi gibi, biz de ihvânımızın çokluğu ile öğünürüz.” Daha sonra evinin önünde havuz yapan ihvânı eve çağırır ve onlarla çay içerken, uzun süren bir râbıtadan sonra şunları söylemiştir:
“Gardaşlarım! Siz görevinizi bugün burada çalışarak ve yorularak edâ ettiniz. Allahu Teâlâ her kula bir görev verdi. Bize de bugün bir görev verildi. Allahu Teâlâ meleklere bu yıl kıtlık olacak buyurdu. Melekler râzı oldular. Bize de bu ahvâl ilhâm olunca râzı olmayıp, ‘Ya Rabbi kullarına kıtlık iptilâsını verme.’ dedik. Duâmız kabul olundu.” [6]
Özetle İhramcızâde gönlünü açtı, sevdiklerini otağında topladı. Kimseyi incitmedi, kimseyi küçük görmedi, kimseyi dışlamadı. Herkesi kapasitesi oranında yetiştirmeye ve terbiye etmeye çalıştı. Yetiştirdiği ihvânının birbiriyle kenetlenmesini, zor zamanlarda birlikte güzel işler yapmalarına öncülük etti. Kardeşliğe halel getirecek tutum ve davranışlardan kaçınmalarını öğütledi.
[1] Hacı İsmail Hakkı Altuntaş, Gavs-ül Ậzam İhramcızậde Hacı İsmail Hakkı Toprak Nakşî-Hậkî Tarikatı ve İlm-i Ledün Sırları, Gözde Matbaacılık, Ankara 2007, s. 311.
[2] İhramcızade, İhramcızâde’den Özlü Sözler ve Katre Şiiri, haz. Recep Toparlı, Sivas Belediyesi Yayınları, Sivas 2019, s. 28.
[3] İhramcızade, Katre Şiiri, s. 60.
[4] İhramcızade, Katre Şiiri, s. 26.
[5] Lütfi Alıcı, İhramcızade İsmail Hakkı Toprak Efendi Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri, Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 2001, s. 50.
[6] Altuntaş, İhramcızậde Hacı İsmail Hakkı Toprak, s. 331.
Kadir ÖZKÖSE
YazarLügatler, “gönül” kelimesini “dil” kelimesiyle birlikte kullanır ve bu terimler genellikle yürek veya kalp anlamında kullanılır. Ancak, yürek, bedene nispeten olan bir et parçasıdır, genellikle göğsün...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Gürün'üyle, Doğanşar'ıyla, Kangal'ıyla, Koyulhisar'ıyla, Yıldızeli'siyle, Hafik'iyle, Suşehri'yle, Şarkışla'sıyla, Divriği'siyle ve Zara'sıyla Sultan şehirdir Sivas. Şemseddin Sivasî'siyle, Pir Sultan...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Efendi, Anadolu’nun yakın tarihinde çeşitli hizmet başlıkları ile derin izler bırakmış bir gönül eridir. İsmail Efendi, Sivas Ulu Cami başta olmak üzere tamirine ve inş...
Yazar: Fatih ÇINAR
Sanki ukbâ meclisinden çağrı gelmiş herkeseHep giderler hiç tereddüt etmeden hem bû seseDâvet Allah’tan gelen bir emr-i mutlak âkıbetDalmış olmak fayda etmez cümle zevk û enfeseCân verirken çok azâbla...
Şair: Ekrem KAFTAN