Şemseddîn-i Sivâsî’nin Tarihî ve Mânevî Şahsiyeti
İslâm kültür tarihinin meşhûr üç Şems’i vardır. Bunlardan birincisi Şems-i Tebrizî (ö. 645/1247), ikincisi Akşemseddîn (ö.863/1459) ve üçüncüsü de Kara Şems (ö. 1006/1597-98)’tir. Her üç Şems de Anadolu’nun medeniyet koşusunda öncü isimlerdendir. Batı’dan gelen Haçlı Seferleri ve doğudan gelen Moğol İstîlâsı ile birlik ve beraberliği, huzur ve asayişi bozulan Anadolu halkının dirilişi, Mevlậnậ Celậleddin-i Rûmî’nin (ö. 672/1273) aşk ve özgürlük muştusu ile sağlanmıştır. Mevlậnậ’yı ậşıkların sultanı haline getiren ise Şems-i Tebrizî kılavuzluğudur. Mevlậnậ muştusuna bende olan Osmanlı Beyliği dağılan Anadolu halklarını birleştirmiş ve Anadolu’da yeni bir medeniyetin temelini atmıştır. Osmanlı’yı Beylikten Cihan Devleti hâline getiren ise Fâtih Sultan Mehmed’i yetiştiren ikinci Şems’ti, yani Akşemseddîn’di. Osmanlı Devleti’nin zirvede olduğu bir dönemde doğu sınırlarında nükseden Safevî tehlikesine karşı Osmanlı’nın birliğini temin eden mâneviyat önderlerinden biri ise “Kara Şems” mahlaslı Şemseddîn Sivậsî’dir.
Kara Şems’in asıl adı Ahmed, künyesi Ebü’s-Senậ, lậkabı ise Şemseddîn’dir. Tam künyesi; Ebü’s-Senậ Şemseddîn Ahmed bin Ebi’l-Berekật Muhammed bin Ârif Hasan ez-Zîlî sümme’s-Sivâsî’dir. Sivas’ta tedris ve irşatla meşgûl olduğu için “Sivâsî” nisbesiyle meşhur olmuştur. Şiirlerinde “Şemsî/Şemsiya” mahlasını kullanmıştır.
926/1520 senesinde Zile'de doğan Şemseddîn Sivâsî, küçük yaşlardan itibaren tasavvufî hayatı teneffüs ederek büyüdü. Daha yedi yaşındayken babası ile birlikte, Şeyh Habîb-i Karamânî’nin (ö. 902/1496-97) halîfelerinden el-Hâc Hayreddin Hızır Amâsî’yi (ö. 976/1568-69) ziyâret edip hayır duâsını aldı. Zile’de sarf ve nahiv okuyarak ilim tahsiline başlayan Şemseddîn-i Sivâsî, Tokat’a gitti ve Arakiyecizâde diye tanınan Mevlâ Şemseddîn Mahvî Efendi’nin yanında yetişti. Tokat’tan İstanbul’a giderek ilim tahsilini devam ettirdi. Şer’î ilimlerde ileri düzeyde birikim sahibi olmasına ve Sahn-ı Semân Medresesi’nde müderris konumunda bulunmasına rağmen, gönül huzuruna erememenin sıkıntısını yaşadı. Gönlünü ancak derûnî bir tasavvufî hayatla teskin edeceğini düşündü ve hac vazifesini deruhte ettikten sonra memleketi Zile’ye döndü. Babası Ebü’l-Berekât Muhammed ez-Zîlî’nin şeyhi Hızır-ı Amâsî’nin halîfelerinden olan ve Ezinepazarı’nda bulunan Muslihiddîn Efendi’nin dergâhına vararak kendisine intisap etti. Burada dördüncü tavrı (nefs-i mutmainne) tamamlayarak kendisinden icâzet aldı. Kısa bir süre sonra şeyhi vefât edince büyük üzüntü duymaya başladı. Mürşidinin irtihali ile hissettiği yalnızlık ve üzüntü içerisinde yeni bir mürşid arayışına koyuldu. Tokat’ta yaşayan Mustafa Kirbâsî Efendi’nin huzuruna varıp kendisine intisap etmek istediğini söyledi. O sırada yüz yaşını aşmış bir pîr-i fânî olarak murâkabeye varan Kirbâsî, kendisini irşâd edecek şahsın altı ay sonra Tokat’a geleceğini ve sabretmesini söyledi. Bunun üzerine Şemseddîn-i Sivâsî, Tokat’tan Zile’ye dönerek ders vermeye başladı. Bir müddet sonra hocası Arakiyecizâde Şemseddîn Efendi, Tokat’a bir mürşid-i kâmilin geldiğini, sohbetlerinde dile getirdiği hakikatleri ilim erbâbının idrakten âciz kaldıklarını haber verdi. Aldığı haber üzere Tokat’a varan Şemseddîn-i Sivâsî, Tokat’a gelen Abdülmecîd-i Şirvânî’nin meclislerine katıldı. Abdülmecîd-i Şirvânî’nin yanında aradığını bulan ve huzura eren Şemseddîn Efendi, güçlü riyâzetlerle altı ay gibi kısa bir sürede seyr ü sülûkunu tamamladı, şeyhinden seccâde ve asâ alarak memleketi Zile’ye halîfe olarak görevlendirildi.
Zile’de irşad faaliyetlerini sürdüren Şemseddîn-i Sivâsî’nin şöhretini duyan Sivas Valisi Koca Hasan Paşa (ö. 974/1566), Sivas’ta yaptırdığı ve yanında dergâhı da bulunan camide imâmet ve meşîhat yapmak üzere kendisini davet etti. Yapılan davete icâbet eden Şemseddîn-i Sivâsî, ailesi ile birlikte Zile’den ayrılıp Sivas’a gitti ve vefâtına kadar Sivas’ta ilmî ve tasavvufî faaliyetlerini sürdürdü.
Şemseddîn Sivậsî’nin Zile’den Sivas’a özel bir misyonla gittiği bilinmektedir. Çünkü o sırada Osmanlı Devleti ile Safeviler arasında ciddî bir propaganda savaşı yaşanmaktadır. Osmanlı idaresi, Anadolu’daki Safevî nüfûzunu kırmak için hatırı sayılır ậlimlerin halk üzerindeki mânevî etkilerini iyi değerlendirmiş, onların ilmî birikimlerinden ve saygı gören şahsiyetlerinden istifade etmeye çalışmıştır.
Şemseddîn-i Sivậsî’nin müntesibi olduğu Halvetiyye Tarîkatı ile Safeviyye Tarîkatı Zâhidiyye isimli tarîkatın iki ayrı kolu idi. Şah İsmâil’le birlikte tam anlamıyla politik bir hüviyete kavuşan Safevîlik, Osmanlı Devleti için ciddî boyutta bir tehlike olmaya başlayınca, aynı motifleri taşıyan Halvetiyye Tarîkatı önem kazanmış oldu. Yani o dönemde Şia kökenli faaliyetlerin önüne geçmenin yine Safevîlerin metoduyla, yani tasavvuf kanalıyla olabileceği düşünüldü. Bunun üzerine iktidar, bilinçli bir tarzda Halvetiyye Tarîkatı’na yönelik destek politikası izlemeye başladı.
Osmanlı sultanlarının Halvetiyye Tarîkatı’na yönelik destek politikası izlemesinin bir diğer sebebi, bu tarîkatın İslâm kültür tarihinde, Türklük rengi ağır basan bir tarîkat olması ve kırka yakın şubesi ile tamamıyla Sünnî karakterli olmasıdır. Özellikle Halvetîliğin alt kol ve şubelerinin kurucuları incelendiği zaman hepsinin Türk olduğunu görürüz. İran Şîî tesirine karşı Türk olan Halvetî şeyhlerinin tepki ihtivâ eden tavrı ve olağanüstü yardımları dikkat çekicidir.
Şah İsmâil’in kurduğu Safevî Devleti doğu sınırlarında Osmanlı Devleti’ni rahatsız etmeye, Şah İsmâil’in Hatâyî mahlâslı şiirleri ile Anadolu göçebe topluluklarını tesir halkası içerisine dâhil etmeye ve bu zümrelere Şîî politikası sürdürmeye başladığı bir dönemde, Osmanlı Devleti’nin doğu sınırlarında yer alan Sivas’ta yerleşen Şemseddîn-i Sivâsî ve takipçileri, Şah İsmâil tehlikesini fark eden isimlerdendir. Halvetiyye Tarîkatı’nın mensubu olan Şemseddîn-i Sivậsî de hayatı boyunca Hanefî mezhebine bağlı kalmış, Hanefî mezhebini savunmuş ve bu mezhebin yayılması için gayret göstermiştir. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin (ö. 150/767) hayatını ve menkabelerini ele aldığı Menậkıb-ı İmâm-ı A’zam adlı eseri bu bakımdan oldukça mânidardır. Şiirlerinde sürekli Ehl-i Beyt sevgisini işlemesi, tevellậ ve teberrậ anlayışı yerine ashâb-ı kirâmın her birine bir bütün olarak hürmeti öngörmesi, bu minvalde dört halîfenin menkabelerini anlattığı Menakıb-ı Çehâr-yâr-ı Güzîn isimli eserini yazması onun yapıcı rolünü ortaya koymaktadır. O sadece bir teorisyen değil aynı zamanda bir pratisyendir. Osmanlı Devleti’nin bekâsı için üzerine düşün yükümlülükleri yerine getirmekten kaçınmamıştır. Bunun en açık örneği Eğri Seferi’ne katılmasıdır. Şemseddîn-i Sivâsî, III. Mehmed ile birlikte Eğri Seferi’ne (1005/1596) katıldıktan sonra, padişahın İstanbul’da kalması yönündeki ısrarına rağmen, Sivas’a dönüp bir yıl sonra 1006/1597-98 senesinde vefât etti ve Meydan Camii haziresine defnedildi.
Ömrünü ilim ve irfana vakfeden, ilmiyenin en yüksek rütbesi olan “Mevlânâ” pâyesine erişen Şems-i Sivâsî, biri dîvân olmak üzere yirminin üzerinde eser kaleme almış ve bazı şiirleri bestelenmiş bir sûfîdir. Şiirlerinde “Şemsî” mahlasını kullanan Şemseddîn-i Sivâsî, şiiri halkı irşâd etmekte bir vasıta olarak kullanmayı tercih etmiştir. Sade, samîmî bir dil ve üslûba sahip olup ağdalı, girift, mazmunlarla dolu bir ifadeden kaçınmış, anlaşılır olmayı tercih etmiştir. Şemseddîn-i Sivâsî’nin önde gelen eserlerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: İbret-nümâ, Gülşen-âbâd, Mevlid, Heşt-Bihişt, Menâzilü’l-Ârifîn, Mir’âtü’l-Ahlâk, Menâkıb-ı Çehâr-yâr-ı Güzîn, Dîvân, Süleymâniye ve Menâkıb-ı İmâm-ı A’zam.
Şems-i Sivậsî’nin en önemli özelliği bir tarîkat pîri olmasıdır. Kurucusu olduğu Şemsiye Tarîkatı, Halvetiyye Tarîkatı’nın Seyyid Yahyâ Şirvânî’ye dayanan dört ana kolundan biridir. On altıncı yüzyılın ikinci yarısında kurulan tarîkat, kurucusu Şemseddîn-i Sivâsî’nin ismine izâfeten Şemsiyye olarak anılmıştır. Şemsiyye’nin Halvetîlikten ayrılan başlıca özelliği, zikre ilâve edilen isimlerdir. Şems-i Sivâsî’nin Halvetî zikrinde, “Esmâ-i Seb’a” denilen yedi isme, el-Kâdir, el-Kavî, el-Cebbâr, el-Mâlik ve el-Vedûd isimlerini ekleyerek zikre esas olan esmâyı on ikiye çıkarmış ve bunlarla teslîk-i tâlibîn etmiştir. Sonradan ilâve edilen bu beş isme “furû’ât-ı esmâ” denilmiştir.
Şemseddîn-i Sivâsî Efendi’nin vefâtından sonra yerine, Sivas’ta kadılık yapan oğlu ve halîfesi Pîr Mehmed Efendi geçmiştir. Bu vazifeyi iki yıl sürdürdükten sonra o da vefât etmiştir. Ondan sonra Şemseddîn-i Sivâsî Efendi’nin, aynı zamanda yeğeni ve damadı olan diğer halîfesi Receb Efendi (ö.1013/1604) posta oturmuştur. Receb Efendi küçük yaşta memleketinde başladığı eğitimini İstanbul’da tamamlayarak Sultan Mehmed Medresesi’nde dersiâmlık yapmıştır. Amcası Şemseddîn Efendi’den tekmîl-i tarîkat ile hilâfete nâil olmuştur. Pîr Mehmed Efendi’nin vefâtından sonra postnişîn olmuş, fakat onun da ömrü fazla vefâ etmemiştir. Başta Şemseddîn-i Sivâsî Efendi’nin menâkıbına dair olan Necmü’l-Hüdâ olmak üzere Esmâü’I-Vüsül, Nûru’l-Hüdâ isimli eserlerin sahibidir. Ayrıca ilâhîleri de vardır.
Kadir ÖZKÖSE
Yazar
Fatih Ramazan Süer tarafından titizlikle hazırlanan Şemseddîn-i Sivâsî Dîvânı, Osmanlı kültür dünyasının 16. yüzyıldaki ruhunu, edebî inceliklerini ve tasavvufî derinliğini yansıtan son derece kıymetl...
Yazar: Yusuf HALICI
Küfrün taşkınlığı, şer odaklarının pervâsızlığı, ahlâksızlığın yaygınlaşması, hak ve hukukun çiğnenmesi karşısında Müslümanın sessiz ve tepkisiz kalması kadar yersizlik olamaz. Kötülüklerle mücâdele e...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Afrika coğrafyası geçmişten günümüze pek çok tarîkatın etkinliğine sahne olmaktadır. Afrika’da tarîkatlar hayatın bir gerçeğidir. İslâm’ın yayılması ve yaşaması tarîkatların bizzat öncülük etmesiyle g...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Milâdî 610 yılında Mekke’de doğan İslâm’ın güneşi, insanlığa tevhîd esasına dayalı bir barış ve kardeşlik mesajı sunmuştur. Bu mesaj, arınmış ahlâk, saf bir dil, temiz bir rûh ve ıslâh edilmiş inançla...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ