İhlâs Terazisinde Sınanmak
Evreni bir kitap olarak yaratan irade, bunu anlayabilecek yetenek ve cihazatla donattığı insanı kendisine muhatap olarak seçip sınanmak üzere dünyaya gönderdi. Bu sırrın sonucu olarak insan, atıldığı imtihan meydanında ihlâs terazisinde tartıya çıkarıldı. Dünya gurbetine atılan insanın asıl memleketine dönüş çabalarının visal meyvesini verebilmesi “ihlâs” hakîkatine bağlandı. Allah ve kul ilişkisini sevap ekseninde belirleyen ihlâs, kulun samîmiyet, doğruluk ve sadakat miyarı olarak gizli bir rehber olarak kalplere tevdi edildi. Dünyanın yaşama şartlarına alışabilmesi ve hayatını sürdürebilmesi için en az on beş yıla ihtiyaç duyan insan, Allah-kul münasebetinde ömür boyu sürecek bir samîmiyet testi ile karşı karşıya bırakılmıştır. Dolayısıyla bu test, kişinin hareket rotasını belirleyen bir pusula olarak onu Yaratıcısına götürecek, sadece onun tarafından bilinecek bir sır olarak kalacaktır.
Kişi, yaptığı her işte bu “ihlâs” mihenginde ayar tespiti ile karşı karşıyadır. Üstelik bu ayarlamada kendisi ve Rabbi ile baş başadır. İhlâs, eylemi nurlandırarak ölümsüzleştiren bir iksir, bir kimyadır; sıradan hareketi olağandışı denecek bir güzelliğe eriştirir. Bu düşünceden hareketle ihlâs kavramına kadîm şuaramızın nasıl baktıklarını merak ettik. Bazı dîvânlardan seçtiğimiz beyitleri “ihlâs” terazisinde tartıya çıkanlara işaret parıltıları olarak sunmaya çalıştık. Karşımıza önce Âşık Paşa çıktı. Garib-nâme’sine baktık. Bu on beşinci asır bilgesi şu mısraları fısıldadı:
Her ki hayrât eyleye ihlâs-ıla
Hîç gümânsuz Hak aña rahmet kıla
(Kim ihlâsla hayırlar yaparsa hiç şüphesiz Allah ona rahmet eder.)
Âşık Paşa’nın çağdaşı Gülşehî de öteden Mantıku’t-Tayr’ından ses verdi;
Çün riyâdan kılduñ ihlâsı temîz
Tâ‘atuña garra olma iy ‘azîz
(Ey aziz, madem ihlâsı riyadan ayırdın, (o hâlde) ibâdetlerinle gururlanma!)
Gurur, riya ile muhtelittir, yapılan hareketi meyvesiz bırakır, kişiyi Yaratıcı karşısında mahcup duruma düşürür.
İhlâs beraberinde sıdkı, doğruluğu getirir. Bu iki kavram birbirini doğurur, insanı yolculuğunda dosdoğru götürür. Mu’inî, mesnevî-i Muradî adlı eserinde bu iki kavramı şu mısralarda dikkatlere sunar:
İki nesne bil ki râh-ı hâsdar
Biri sıdk u birisi ihlâsdur
Sıdk u ihlâs asl-ı îmân u hayâ
Asl-ı îmân u hayâ cûd u sehâ
(Bil ki iki nesne özel yoldur: Biri doğruluk ve birisi ihlâstır. Sıdk ve ihlâs iman ve hayânın aslı; iman ve hayânın aslı da cömertliktir.)
Mu‘îni sağlam bir mantık içinde doğruluk ve ihlâsın kişi hayatındaki önemini vurgulamaktadır. Kavramları sıra ile zikrederek sıdkın iman, ihlâsın da hayânın aslı olduğunu söyleyerek yapılacak işlerde bu iki temel kavramın esas alınmasını tavsiye etmektedir. İhlâsın hayânın aslı sayılması kişinin Allah katında mahcup olmaması için amelinde rızâ-yı ilâhîyi gözetmesi gereğini vurgulamak içindir. Mu‘înî’ye göre Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisinde de sıdk ve ihlâs şarttır:
Sıdk u ihlâs-ıla var sev Ahmedî
Ahmedî ol Ahmedî ol Ahmedî
(Var, Ahmed’i (s.a.v.) sıdk ve ihlâsla sev; Ahmed’e bağlı ol, Ahmed’e, Ahmed’e!)
İhlâs Allah ve kul ilişkisinde bir mihenk taşı olduğu gibi insanlar arasında da aranması, önemsenmesi gereken bir durumdur. Edirneli Nazmî, mezarının yanından geçenlerden ihlâsla Fâtiha istemektedir:
Her Müslümandan ümîdüm oldurur ihlâsla
Fâtiha lutf ide geçdükde mezârumdan benüm
Koca Ragıp Paşa’nın elinden tutarak edebiyat dünyamıza armağan ettiği Haşmet, ilâhî yardımın ihlâsa bağlı olduğunu söyler:
Sarf-ı sermâye-i sâmân ile der-dest olmaz
Nakd-i ihlâsla olur bey u şirâ-yı tevfîk
(Tevfik, sermaye ve servet harcanarak elde edilmez; ancak ihlâs nakdiyle onun alışverişi yapılır.)
Edirneli Kâmî, duada ihlâsın önemini şu çarpıcı beyitle dile getirmiştir:
Du‘â hadengini sen der-kemân-ı ihlâs it
Dürüst ü râst gider Kâmiyâ icâbete dek
(Ey Kâmî, sen dua okunu ihlâs yayına yerleştir; o dosdoğru kabule gider.)
Sonra ilâve eder Kâmî;
Olurdı ‘aceb cilvegeh-i şâhid-i maksûd
Beyt-i dili ihlâs ile âbâd idebilsek
(Gönül evinin ihlâsla bayındır edebilseydik amaç güzeline elbette güzel bir tecellî yeri olurdu.)
Kısaca şair, dualar ihlâsla yapılırsa Allah tarafından kabul edilir, amaca ulaşılır demek istemektedir. Şu beyitte bu düşünceyi daha açık olarak ifade eder:
İhlâsunı kıl du‘âya hem-râh
Bî-şübhe olur kabul-i dergâh
(İhlâsını duaya yoldaş eyle, şüphesiz dergâhta kabul edilir.)
Nâmî, ihlâsın üzüntüleri giderdiğine işaret eder:
Olur Nâmî gibi mekr-i hücûm-ı gamdan âzâde
İderse her kim ihlâsı hamâyil dûş-ı ümmîde
(Her kimse umut omzuna ihlâsı hamail ederse Nâmî gibi üzüntü saldırısının hilesinden kurtulur.)
Nâmî, tecrübesini konuşturuyor. O, üzüntüden, kederden ihlâs sayesinde kurtulduğunu anlatırken başkalarına da yol gösteriyor: Ben tecrübe ettim, siz de deneyin demeye getiriyor sözü. Seyyid Nigarî, ihlâsa ulaşmada gönül ehli ile olan dostluğun önemini hatırlatıyor:
Tut dâmen-i ehl-i dili tevbe-i nasûh it
İhlâs ile tâ çekmeyesin dâg-ı nedâmet
(Pişmanlık yarası çekmemek için ihlâsla Nasuh tevbesi yapıp gönül ehlinin eteğini tut.)
Nasuh tevbesi, kişinin bir daha işlememek üzere yaptığı günahtan dönmesidir. İhlâsla yapılan bu tevbeden sonra kişi pişmanlık azabı çekmez. İhlâsı besleyen temel olgu Tevhid’dir. Sağlam bir tevhid inancı, yapılan işlerde sadakat ve samîmiyete ulaştırır. Allah’ı gerçek mânâda birleyen mü’min sadece O’nun rızâsını gözetir, başka çıkarları davranış ve ibâdetlerine ortak etmez:
Bâde-i tevhîd ile keyfiyyet-i ihlâs ara
Zâhidâ olsun işin her kâra Allah ‘aşkına
Erzurumlu Zihnî’nin yukarıdaki beyti bize ihlâsa ulaşmada Tevhid’in ne denli önemli olduğunu göstermektedir: “Ey zahit, her işin Allah aşkına olsun; tevhid şarabıyla ihlâsın keyfiyetini ara.”
İlâhî aşkla sermest olup hayatını feda eden Seyyid Nesimî, Allah’ın has kulunu şöyle tarif etmektedir:
Her kimin kim reh-beridir sıdk u ihlâs u safâ
Ol durur dâreyn içinde bende-i hâs-ı Hudâ
(Her kimin rehberi sıdk, ihlâs ve safâ olursa o, iki dünyada Allah’ın has kuludur.)
Yukarıdaki beyitte üç temel kavram sıra ile birlikte anılmış: Sıdk (doğruluk), ihlâs (samimiyet, Allah rızasını gözetmek), safâ (gönül temizliği, saflık, sevinç). Bu üç kavram aslında birbirini doğurur. Doğruluk insanı ihlâsa; ihlâs da gönül saflığına, neş’eye götürür.
Aşağıdaki beyite Şeyhülislâm Es’ad Efendi ihlâs ve teselli ilişkisine şöyle açıklık getirmektedir:
Teselli bulmak isterseñ dil-i ihlâs-perverde
Hulûs-ı kalb ile yalvar hemân Hakka seherlerde
(İhlâsla terbiye edilmiş gönülde teselli bulmak istersen halis gönülle seher vaktinde Allah’a yalvar.)
Seher vakti, yaratılmışların uyanıp Allah’ı zikrettikleri andır. Bütün tabiatın uyanıp O’na yöneldikleri bu vakitte uyanan kul, gönülden kopan bir samîmiyetle bu yönelişe katılıp içini Mâbûd’una açarak ona dileklerini arz eder. Gösteriş şaibesinden uzak bu yakarış, karşılıksız kalmaz, maddî mânevî hastalıklardan mustarip gönül teselli bulur, şifâya kavuşur. Rahimî, bu vakit yapılan dualara gönülden kopan ahlarla eşlik etmenin kabul edilme sebepleri arasında olduğunu şöyle söyler:
Sûfiyâ ihlâs ile Allâhı istersen eger
Kıl namâz eyle niyâz ammâ ki geh geh âh kıl
(Ey sofî, eğer ihlâsla Allah’ı istersen namaz kıl, yakar, ama ara ara âh et.)
Âh, gönülde yanan aşk ateşinin ya da nedamet yangının neticesidir. Yolcu bu âh ile halini dergâh-ı Hakk’a arz edince kabulle karşılanması kuvvetle muhtemeldir. Şair bir başka beytinde sözlerini şu şekilde vüzûha kavuşturur:
Reh-i tâatde ihlâs ile dökmezsen yaşun sûfî
Kabûl olmaz niyâzun sübhan olursa süreyyâdan
(Ey sofi, ibadet yolunda ihlâsla gözyaşını dökmezsen tesbihin süreyya yıldızından da olsa yakarışın kabul olmaz.)
İhlâs kurb/Allah yakınlık makamına ermenin yegâne vasıtası olarak kabul edilir. Yapılan her iş, her amel ihlâs mihenginden geçmezse yakınlık bulmak isteği sonuçsuz, kişiye sadece yorgunluğu kalır.
Sözü bağlarsak, bu oluş ve yıkılış dünyasına sınanmak üzere atılan insanoğlunun, hem yaratıcı hem de hemcinsleri ile ilişkilerinde ihlâsın temel bir mikyas olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. İnsanın kendisine karşı dürüst olması anlamını içeren ihlâs, kişinin amellerine ruh olsa iç huzuruna vesile olur. İç huzuruna ererek kendi ile barışık olan insan, insanlarla olan ilişkilerinde olumlu davranır; bu hal kişiden topluma sirayet ederek huzur ve esenliğe vesile olur.
Mahmut KAPLAN
Yazar
Saçlarına aklar dolduBoyuyorsun deli gönülGün ağardı sabah olduUyuyorsun deli gönülGerçeğe kör olmuş gözünÇizgilerle dolmuş yüzünKısa ömrü uzun uzunSayıyorsun deli gönülŞakiler keser yolunuMihrican vu...
Şair: Ramazan PAMUK
27 Aralık 1936…Soğuk bir kış akşamıydı. İstanbul’un semalarında hüzün, Fatih’in sokaklarında sessizlik vardı. O gün, bir milletin vicdanı sustu. Kalemini imanla ıslatmış, mısralarına vatanı, ahlâkı, ü...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Dergimiz yazarlarından Fatih Çınar Hocamız Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin muhterem babaları Hatip Hasan Feyzî Efendi’nin hayatını kaleme aldığı Şeyh Hâmid-i Velî Evlâtlarından Es-Seyyid Hatip Hasa...
Yazar: Yusuf HALICI
Eyledüm yâ Rab senün hamdünle buna ibtidâBilmeyince tâ senânı kimse bulmaz çün bekâTâ tecelli kılmadun mirʾât-ı dil pes tîredür Sıklet...
Yazar: Mahmut KAPLAN