Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’den Menkîbeler
Hatt-ı Şerîf
Kanûnî Sultan Süleyman Han bir gün Yahyâ Efendi’ye hatt-ı şerîf gönderip şöyle dedi: “Birâderim Yahyâ Efendi! Şaşılacak şeydir ki, bizi terk ettin. Hayli zamandır görüşemedik. Buna sebep nedir? Eğer bizden size karşı bir kusur meydana geldi ise kerem edip af buyurunuz. Teşrif edip bizi sevindiriniz. Böylece kırık gönlümüz neşelensin.” dedi. Hatt-ı şerîf, Yahyâ Efendi’ye ulaşınca, kâğıt ve kalem istedi ve Kanûnî’ye cevap yazıp onun görüşme isteğini kabûl etti. Dergâhına dâvet etti. Sohbette bulundular.
Padişaha Ciddi Bir Uyarı/Âhireti Kurtarma Endişesi
Bir gün Yahyâ Efendi Hazretleri, Sahn-ı Semân Medresesi’ne gitmek için yola çıkmıştı. Yolda atının yularını bir papaz tuttu ve şöyle dedi: “Ey âlim zât! Ey Yahyâ Efendi! Size bir sualim var. Bu müşkül işi bana izah edin. Soracağım şeyin cevabı acaba dininizde var mıdır? Her sene yeni defter tutulmayıp, gidiyor. Ölen kalan kim bilinmeden ölmüş bir gayr-i müslimden devletçe haraç isteniyor? Bu nasıl iştir. Bu şekilde hareket dininizde var mıdır?” dedi. Yahyâ Efendi bunları duyunca; “Hayır. Dinimizde ölmüş bir gayr-i müslim vatandaştan haraç alınmaz. Sonra çok fakir kazandığıyla güç geçinen kimseden ve çok yaşlı olanlardan da haraç alınmaz. Bunlar affolunmuşlardır. Sultanımız ona muhtaç değildir.” dedi. O zaman papaz şöyle dedi: “Efendi, şunu iyi bil ki, bizden ölen kimsenin bile haracını isteyip, her yıl alırlar. Bunu ben size soruyorum. İslâm dini bunun alınmasını istiyor mu? Ne olur bunu Sultan Süleyman Han’a arzedin, haber verin, sorun?” dedi.
Bunları işiten Yahyâ Efendi celâllendi ve din gayretiyle medreseye vardı. Ders yapmadan önce hemen kalem kâğıt istedi ve Sultan Süleyman Han’a hitâben; “Ey cihan sultanı Süleyman Han! Şimdi sana saltanat haram oldu. Zulmün ölen kişilere kadar uzandığı anlaşılıyor. Hâlbuki böyle bir zulmü senin ecdâdın yapmamıştı. Bu mudur din gayreti? Bak, mü’minleri bir kâfir ilzâm ediyor, susturuyor, çaresiz bırakıyor.” diye yazdı. Sonra da sevdiği birine bu mektubu verip Sultan’a gönderdi. Mektup, Kanûnî’nin eline ulaştığında, Kanûnî ona nazar edip okudu. Rengi değişip, kalbini bir üzüntü kapladı. Tahtından indi ve bir adamını Yahyâ Efendi’ye göndererek geleceğini bildirdi. Çok geçmeden saltanat kayığına binip Yahyâ Efendi’nin dergâhına vardı. Hürmetle selâm verip yaklaştı ve “Ağabey! Bu mektup da nedir? Bunu bize siz mi gönderdiniz? Ey güzel haslet sahibi! Nedir suçumuz? Bize bunu beyan edip açıklayınız? Biz de işin hakîkatini bilelim. Saltanat bana neden haram oldu? Kime zulmeyledim?” diye sordu.
O zaman Yahyâ Efendi Hazretleri ona; “Padişahım! Bu ne iştir. Defterleri her sene niçin yenilemezsiniz? Ölmüş olan gayr-i müslimlerden memurlarınız haraç toplarlar. Böyle ele geçen mal sana hiç helâl olur mu? Bu senden beklenmez.” deyince Kanûnî; “Hâlimi Allahu Teâlâ biliyor ki, bu söylediklerinizden zerrece haberim yoktur.” dedi. Yahyâ Efendi de; “O hâlde bu gaflet nedir? Yarın Allahu Teâlâ’nın huzurunda buna vereceğin cevap ne olur. Memurların gayr-i müslim malı alırlar. Bu kâfir hakkı, kul hakkı olur. Er geç Allahu Teâlâ’nın huzuruna çıkacaksın. Yakanı kâfirin eline vereceksin. Neticede korkarım cehennem ateşine atılırsın. Cihan padişahının kâfirle birlikte gelmesi lâyık mıdır? Bu mudur din gayreti, bu mudur iman gayreti? Kullara zarar verene, inletip ağlatana Allahu Teâlâ’nın rızâsı yoktur. Sana yolların en hayırlısı gösterilmişken, buna Rasûlullah Efendimiz hiç rızâ gösterir mi? Yaptığın işler yanlıştır. Niçin adâletle işlerini görmezsin? Dininin bildirdiği yola gitmezsin? Şunu iyi bil ki, ey cihan padişahı! Şöhret zînetinin hepsi burada bu dünyada kalır. Bu apaçık bir iştir. Eğer adâletle bir iş yaptıysan, sana kalacak odur.” buyurdu. Kanûnî Sultan Süleyman Han bu sözleri işitince ağladı ve vezirine emredip; “Her sene evleri teker teker sayın. Gayr-i müslimlerden ölen kalanları yazın. Haraç hesabını iyi tutun. Hazineye haram para getirmeyin. Şunu iyi bilin ki, buna kesinlikle rızam yoktur.” diye ferman etti. Sonra da Yahyâ Efendi Hazretleri’ne dönüp; “Sen bizim doğru yolu gösteren rehberimizsin. Gaflet uykusundan bizi uyandırdın. Bu sebeple Allahu Teâlâ senden râzı olsun. Suç bizdeymiş.” dedi. Yahyâ Efendi de ona; “Ey cihan padişahı! Tevbe edin ki, Allahu Teâlâ affetsin. Bir daha gaflette kalıp zulüm etmeyiniz. Doğru yolu bırakıp eğri yola gitmeyiniz.” buyurdu. Kanûnî; “Ağabey! Şimdi artık bizim tahta geçmemize izin var mıdır?” diye sordu. O zaman Yahyâ Efendi, Kanûnî’nin elinden tutup; “Evet şimdi çıkabilirsin.” buyurdu.
“Neme Lâzım be Sultan’ım!”
Kanûnî Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin âkıbetini hayâl eder, günün birinde; “Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı?” diye derin derin düşünmeye başlar. Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi Yahyâ Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahyâ Efendi’ye gönderir; “Sen ilâhî sırlara vâkıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi hâlde çöker? Osmanoğulları’nın âkıbeti nasıl olur? Bir gün olur da izmihlâle uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.
Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahyâ Efendi’nin cevabı bir bakıma çok kısa, bir bakıma içinden çıkılmaz bir hâl alır:
“Neme lâzım be Sultan’ım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mânâ veremez. Yahyâ Efendi gibi bir zâtın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar; “Acaba bilmediğimiz bir mânâ mı vardır bu cevapta?” Nihayet kalkar, Yahyâ Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir. Sitem dolu sorusunu tekrar sorar;
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”
“Sultan’ım sizin sorunuzu ciddiye almamak kâbil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.”
“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece ‘Neme lâzım be Sultan’ım!’ demişsiniz. Sanki ‘Beni böyle işlere karıştırma.’ der gibi bir anlam çıkarıyorum.”
“Sultan’ım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de ‘Neme lâzım!’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir...”
Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder, sonra da kendisini böyle ikaz eden bir âlime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Yahyâ Efendi’ye ise bu tür tembihlerini mutlaka söylemesi gerektiğini anlatır.
Tevbe Abdesti
Kanûnî Sultan Süleyman Han’ın vefâtından sonra yerine oğlu İkinci Selim Han padişah olup tahta geçti. Bir gün saltanat kayığı ile Boğaz’ı gezmek için çıktı. Giderken Boğaz’daki bazı yerleri yanındakilere soruyordu. Beşiktaş’a geldiklerinde, kendisine; “Efendim burası Beşiktaş’tır ve Yahyâ Efendi Hazretleri oturur. Buralarını o ihyâ etmiştir.” dediler. O zaman Sultan Selim Han; “Yahyâ Efendi nasıl biridir?” diye sordu. Ona; “Sultanım! Yahyâ Efendi, babanız cennetmekân hazretlerinin sütkardeşi idi. Babanızla çok iyi görüşürlerdi.” dediler. Bunun üzerine Sultan Selim Han; “Evet, babamla olan yakınlığını ve dostluğunu bilirim. O babama her ne derse babam şüphesiz yerine getirirdi. Yahyâ Efendi saraya bir defa olsun gelmemişti. Lâkin babam hep onun ayağına giderdi. Babam ona çok iltifat ettiğine göre, görelim nasıl zâttır. Evliyalığı nicedir. İmtihan için onu bir yere davet edelim.” dedi. Kale bahçesi denilen güzel bir yere geldi. Sultan bir adamıyla Yahyâ Efendi’yi buraya davet etti. Yahyâ Efendi geldiğinde ona iltifat etmemeyi gönlünden geçirdi. Çok geçmeden Yahyâ Efendi kayığıyla çıkageldi. Sultan Selim Han, Yahyâ Efendi’yi görünce tahtından inip hürmetle onu karşıladı ve iltifat etti. Yahyâ Efendi ona; “Sultanım! Niçin tahtınızdan indiniz. Bu ne iltifat.” buyurdu. Sultan, el öpmek isteyince, Yahyâ Efendi, Sultanın iki kulağını tutup büktü ve; “Abdestin var mı? Söyle yoksa bırakmam.” dedi. Sultan; “Abdest alayım.” dedi. Yahyâ Efendi; “Dediğim namaz abdesti değildir. Söylediğim tevbe abdestidir.” buyurdu. Sultan Selim Han mahcûb oldu ve Yahyâ Efendi’nin ellerinden öpüp, hürmet gösterdi. Onun büyük bir velî olduğunu iyice inandı.
Resul KESENCELİ
Yazar
1. Yumup göz gayrıdan var dal hayâtın aynına Hızr ol O fercâm-ı zülâli içmeyen hayy ü kadîm olmaz2. Koyup mâl ü menâli âr u ırzından ümîdin kes Hudâ’dan gayrı bir...
Yazar: Nihat ÖZTOPRAK
Emîr Sultan Hazretleri, Emîr Buhârî diye de tanınır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in neslindendir. Kendisi Şeyh Şemsettin Muhammed bin Ali El-Hüseynî olarak bilinir aslen Buhâralı olup burada tahs...
Yazar: Resul KESENCELİ
Sünbül Sinan Hazretleri, hac dönüşü şeyhinin vasiyeti gereği İstanbul’a dönerek kızı Safiye Hatun’la evlendi ve Koca Mustafa Paşa Dergâhında postnişin oldu. 1494 yılından vefâtına kadar (1529) kendi a...
Yazar: Resul KESENCELİ
Kabına sığmayan çaylar gibisin,Ömür gemisinin dümeni sende.Alnı akıtmalı taylar gibisin,Yiğitlik dendi mi öndesin önde.Kaşınla, gözünle, billur sesinleDünyalar içinde bir tanesin sen.Rayiha sunarsın g...
Şair: Yusuf DURSUN