Hilyedir Kur’ân Sana
Muallim Nâcî (1850-1893)
Arz-ı tazîm eylemez mi âlem-i imkân sana
Arz-ı tazîm etti Allah-ı azîmü’ş-şân sana
Nûr-ı îmândır nücûmundan dem-â-dem berk uran
Âsmân etmiş hezârân kalb ile îmân sana
Fazl-ı bî-pâyânın bürhân-ı bî-pâyânı var
Var mı ulviyyât içinde olmayan bürhân sana
Hüsn-i Kur’ân’ı görür insan olur hayrân sana
Dest-i Kudretle yazılmış hilyedir Kur’ân sana
Dil esîrin olduğu günden beri âzâdedir
Mâsivâya bağlanır mı bağlanan vicdan sana
Batı edebiyatını da iyi tanımasına rağmen Muallim Nâcî, hiçbir zaman bir Batı taklitçisi olmamış; özellikle mânevî değerlere sahip çıkmış ve aslından asla tâviz vermemiştir. Yaşadığı dönemde farklı akımlara kapılan şairlerin tersine Muallim Nâcî, Divan şiiri geleneğini devam ettirmiş; hece ile de şiirler yazmıştır. Şair, köklü bir din eğitimi almış, hattatlık da yapmıştır.
Şair, naatinde Hz. Muhammed’in, şanı yüce Allah tarafından övülüp takdir edildiğini, bu durumda kâinatın O’na saygı ve hürmette bulunmasının gerektiğini söylüyor. Burada “Vemâ erselnâke illâ rahmete’n-li’l-âlemîn” âyetine telmihte bulunuluyor. Muallim Nâcî, “Ey Muhammed, şânı yüce olan Allah bile sana saygı gösterdi; bu durumda şu kâinat sana saygı ve hürmet göstermez mi?” derken, soru sormuyor; istifhamda bulunuyor. Yani sana kâinattakilerin saygı ve hürmette bulunmaları gerekir, diyor.
“Nûr-ı îmândır nücûmundan dem-â-dem berk uran/Âsmân etmiş hezârân kalb ile îmân sana” beytinde klâsik anlatım tarzı vardır. Bir kısım kelimelerin uzak ve yakın anlamları, mecazları dikkate alındığında şöyle anlamlar çıkıyor: “Yıldızlarından daima çakıp duran iman nûrudur; gökyüzü bile sana binlerce kalp ile iman etmiştir.”
“Yıldızlar” kelimesi ile hem sahâbeler, hem de gökteki parlak cisimler kastediliyor. Sahâbenin, O’nun peygamberliğine, getirdiklerine bin can ile bağlanıp iman etmeleri anlatılmak istenirken; aynı zamanda Peygamber Efendimizin miraç hâdisesine de telmihte bulunuluyor.
“Hadsiz hesapsız fazîletlerinin sayısız delilleri var; yücelikler içinde sana delil olmayan herhangi bir şey var mı?” diyen şair yine sözün anlamını pekiştirmek için soru anlamlı bir cümle kullanıyor. Şairin dediği gibi, Peygamber Efendimizin hayatı, yaptıkları, mücâdeleleri incelendiği zaman görülür ki O’nun her yaptığının, her hareketinin, her söylediğinin bir hikmeti, bir güzelliği vardır.
İnsanoğlu Kur’ân’ı Kerîm’in büyüklüğünü görür ve Sana hayran olur; çünkü Kur’ân-ı Kerîm senin için Cenâb-ı Hak tarafından yazılmış bir hilyedir; ifadesinde Muallim Nâcî, Peygamber Efendimizin övgüsünde mübalağaya kaçıyor. Zira Kur’ân’ı Kerîm’de Peygamber Efendimizin zaman zaman övüldüğü doğrudur; ancak bilinir ki bu Kitap, insanlara doğru yolu göstermek, insanların iki cihanda mutlu olmalarını sağlamak için gönderilmiştir.
Yani sadece Peygamber Efendimizin övgüsünü anlatan bir kitap değildir. Tabi ki burada şair, cüz’ü külle şâmil kılarak mecazlı bir anlatıma başvuruyor ancak sözün gerçek mânâsı düşünüldüğünde bu anlatımın mübalağadan ibaret olduğu hemen anlaşılır.
Şair, ilk dört beyitte umûmî olarak Peygamber Efendimizin vasıflarından söz ederken son beyitte düşüncelerini şahsîleştiriyor ve kendi hâlinden bahsederek umûmî bir kanaate varıyor: “Gönül senin esirin olduğu günden beri her türlü kayıttan kurtulmuştur; bir kere sana bağlanan vicdan artık hiç bu dünyaya bağlanır mı?”
Bu beyitteki esaret kelimesi ile Peygamber Efendimizin söylediklerine iman etme anlamı kastediliyor. O’na ve Allah’a inanan insan, dünya nimetlerine bel bağlamaz. Dünya kaydından, insanların söylediklerinden, hatta insanlar için çok önemli görülen maddî kaygılardan elbette âzâde olur. Esir, âzâde, bağlanmak kelimeleri bir anlam ilgisi oluşturuyor.
Muallim Nâcî, naatini, hem şekil hem de muhteva bakımından Divan tarzında yazmıştır. Beyitler hâlinde yazılan bu şiir, klâsik edebiyatımızdaki gazel şeklidir. Aruzun “Fâilâtün/ Fâilâtün/ Fâilâtün/ Fâilün” kalıbıyla yazılmış bu şiirin muhtevâ ve anlatım tarzı, mazmunları da klâsik edebiyatımızla örtüşmektedir.
Vedat Ali TOK
Yazar(Buhûrîzâde Mustafa) Itrî (1640-1712)Sâyesi düşmez yere bir böyle nahl-i Tûr’sunMihr-i âlem-gîrsin başdan ayağa nûrsunTarîk-i gülzâr-ı âlem, mâlik-i mülk-i âdemMünkîrine mahz-ı mâtem mü’minine s...
Yazar: Vedat Ali TOK
1. Karanfiller tütsün dursunÇiçeklerin başı güldürBülbülleri ötsün dursunGözlerimin yaşı güldür2. Somuncu Baba’nın iliTâze açar gonca gülüBağında öter bülbülüKokar dağı taşı güldür3. Hulûsî sulbümüz e...
Yazar: Es-Seyyid Osman Hulusi Ateş Efendi
Cemi’-i enbiyâlardanMuhammed cümlenin şâhıYüzü nurundan almışlarFelekler şems ile mâhıYedi kat gökleri geçtiKadem arş üstüne bastıErişdi kâbe kavseyneTavâf eyledi dergâhıAnın seyr ü sülûkundanMelekler...
Yazar: Vedat Ali TOK
Âlim, Arapçayı ve bu dilin özelliklerini, Yüce Allah’ın yaşam kılavuzu olarak gönderdiği Kur’ân-ı Kerimi ve Kur’ân ilimlerini, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerini ve Nebevî sünnetini iyi derecede bi...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ