Hacıveyiszâde Mustafa Efendi Merhamet Aşılardı
Konya âlimlerinden Hacı Veyis Efendi eşine az rastlanılan faziletlere sahip müstesnâ bir şahsiyettir. Çevresi tarafından ihlâsı ve samîmîyeti ile tanınır. Gönlü Allah ve Rasûlü’nün sevgisi ile dolu bağrı yanık çok güzel bir zattır. Onun en önemli özelliklerinden birisi de faziletlerini evlâtlarına ve torunlarına aktarmayı başarabilmiş olmasıdır.
Ailesinden çok sayıda hocalar ve âlimler çıkmıştır. Bunların en meşhur olanları oğlu Hacıveyiszâde Mustafa Efendi ve torunu Ali Ulvi Kurucu Bey’dir. Daha önceki yazılarımızda Hacı Veyis Efendi’den ve Ali Ulvi Kurucu Bey’den bahsetmiştik. Bu yazıda da Hacıveyiszâde Mustafa Efendi’den bazı hatıralar nakledip, onun etkilediği bazı şahsiyetlerden bahsetmek istiyoruz.
Bir Çuval Patlıcan
Ali Ulvi Kurucu Bey anlatıyor: “Bir gün amcam Hacıveyiszâde ile yakındaki bir sebze pazarına gittik. Meydanın orta yerinde elinde şemsiyesiyle bir ihtiyar, bahçesinden topladığı patlıcanları küçük bir çuvala koymuş, çuvalın ağzını açmış müşteri bekliyor. Amcam vardı, adamcağıza selâm verdi. “Kaça babam?” dedi. “Şu kadara.” Peki dedi pazarlık etmedi. Adam patlıcanları bizim sepete döktü, çuvalını aldı. Sepeti eve götürdüm. Yengem şaştı. “Allah’ın kulu kaç gün pişireceğiz bunları? Burada bir çuval patlıcan var!”
Sonra bunu yengem amcama da söyleyince, Amcam şöyle demiş: “Koskoca insan. Hangi köyden geldi, bahçesi neredeydi kim bilir? Ekti, dikti, suladı, toparladı, pazara kadar yayan geldi. Hanım, pişireceğin kadarını pişir, pişiremeyeceğini komşulara dağıtıver. O anda o adamın malını satıp, kurtulup, çuvalını silkeleyip, şemsiyesini alıp bir gidişi var evine… Onun oturduğu yerden kalkıp, ferahlayıp, çuvalını katlayıp koltuğunun altına alıp evine gitmesinden aldığım zevk, pişireceğin patlıcandan kıymetli geldi bana… Komşulara veriver, komşular yesinler… O Müslümanın gönlünü aldık ya, patlıcan yemeğinden de kebabından da zevklidir.”
Efendim Allah’ın güzel kulları; “Yaratana itaat, yaratılana da şefkat” düstûru ile hareket ettikleri için onların gözleri fakiri fukarayı görmekte, kulakları dertlileri dinlemekte, elleri ise yardıma ihtiyacı olanlara uzanmaktadır. Merhamet Rahman’ın bir güzel hediyesidir ki ancak güzel kullar merhamet sahibi olabilir.
İnsan merhamet adlı o güzel duyguya sahip olduğunda Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu Efendi gibi, yaşlı bir pazarcının derdiyle hemhâl olur ve onu sevindirmek ister. Güzel insanların kafası hep böyle güzelliklere çalışır. Nerede Rabb’imizi razı edecek bir iyilik varsa onu işlemek isterler. Mânevîyat iklimlerine yönelen insanları bu güzelliklerinden tanırsınız.
İstanbul’un meşhur vâizlerinden Cemal Öğüt Hoca’nın kızı Hikmet Hanım’ın anlattığı bir hatırayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir kış günü dışarıda yoğurt satıcısının sesini duyan Cemal Hoca; “Kızım dışarıdan yoğurt alır mısın?” der. “Babacığım evde yoğurt var.” diye cevap verir kızı. Babası aynısını bir kez daha tekrarlar, o da aynı cevabı ona tekrarlar. Bunun üzerine babası; “Evlâdım bu karda kıyamette bu adam satabilse buradan bir daha geçer mi? Harcayacak yer bulursun, alıver, alıver.”
Hacıveyiszâde’nin Gülleri
Konya’nın güzel insanlarından Muzaffer Dereli Hocamızdan Hacıveyiszâde’nin gölgesinde yetişen bazı mübarekleri de öğrenmiştim ki onlar için Hacıveyiszâde’nin gülleri desek herhâlde yanlış olmaz. Onlar da hocalarının sohbetine katıla katıla güzelleşmişler ve güzel rayihalar yayar olmuşlardır. Hacıvesyiszâde’deki merhametin aynısını onlarda da görüyoruz.
Bu zatlardan birisi eski insanlardan rahmetli Yusuf Batı Amca’dır. Çok zengin olmamasına rağmen çarşı pazardan evine erzak alıp gelirken at arabacısına fazlasıyla ödeme yaparmış. Tabiî ki arabacı da sevinçle karşılar ve ona duâ edermiş. Bazıları; “Yusuf Amca niçin fazla veriyorsun? Herkes pazarlık eder, sen ise bol bol veriyorsun.” derler. O da; “Olsun evlâdım! Allah onlardan razı olsun, atı var, arabası var, onlar bize hizmet ediyor. Fazlaca verelim ki gönülleri hoş olsun, dualarını alalım.” der.
Ah Yusuf Amca’yı bir anlayabilsek! Merhametli olmasa, insanları sevmese bu davranışı yapabilir mi? Keşke biz de insanlar hakkında onun gibi böyle güzel düşünebilsek. Evet, merhum Yusuf Amca bir hoca değildir ama hocalara pek düşkündür, onlara pek hürmetlidir. Patlıcan çuvalını satın alan hocası gibi o da çok merhametlidir.
Muzaffer Dereli Hocamızdan öğrendiğime göre Hacıveyiszâde’nin bir diğer gülü de helvacı Musa Ortakara amcadır. Onun fotoğrafını görünce ürpermiş ve ne kadar güzel bir sîmâ diye gönlümden geçirmiştim. Muzaffer Hoca ondan bahsederken; “Edep, terbiye, nezaket, cömertlik ve ahlâkına hayran kalırdık. Gıybet ondan sadır olmazdı. Ehl-i tarîk idi. Âlim ve sâlihleri, hocaları çok severdi. Disiplinli ve programlı idi.” diyordu.
O çocukken Hacıveyiszâde’nin görev yaptığı Aziziye Camii civarında çırak olarak çalışırmış. Namazlarını onun ardında kılar, sohbetlerini dinler, dükkânlarına geldiği zaman de elini öper, kahvesini ikram eder ve duâsını alırmış. İlerleyen yaşlarından bu zat Toptancılar Camii’nde Muzaffer Dereli Hoca’nın cemaatinden olmuş. Bir gün ona şöyle bir hatırasını anlatmış.
Hacıveyiszâde Hocaefendi hastadır ve Ankara’dadır. Herkes merak içerisinde onun durumunu merak etmektedir. Hocaefendi’yi çok sevdikleri için herkes üzüntülüdür. O zamanlar genç olan Musa Amca camiye gelir, daha namaz vaktine vardır. Bakar ki caminin müezzini İbrahim Efendi başı önde, merdivenlere oturmuş düşünüyor.
Merak ve heyecanla sorar; “İbrahim hocam hayırdır? Hocamdan kötü bir haber mi var?” Müezzin İbrahim Efendi başını sallar ve “Evet önemli bir ameliyat olacak.” der. Musa Amca bir anda kıbleye yönelir, ellerini açar ve içinden şöyle duâ eder: “Allah’ım! Hocama iyilik lütfeyle. Benim ömrümden al, ona ver! Âmin.”
Günler geçer, herkes merakla bekler ve “Hocaefendi geldi elhamdülillah.” derler. Mübarek ilk cuma namazına gelir. Cami dopdoludur ve cemaatte anlatılmaz bir sevinç vardır. Onun mübarek feyiz dolu iklimine yeniden kavuşulmuştur. Cemaat böyle ağlamaklı bir şekilde, gözleri ışıl ışıl Hocafendi’ye bakarlar.
Hocaefendi hutbe irad eder. Hutbeyi bitirdikten sonra herkese teşekkür eder ve der ki; “İçinizden bir genç ‘Allah’ım benim ömrümden al, hocama ver.’ diye duâ etti. Allah ondan da sizden de razı olsun. Ona da sizlere de hayırlı ve uzun ömürler versin.” O esnada boynunu bükmüş olarak hutbeyi dinleyen Musa Amca bu söz ile irkilir ve şaşırır.
Sonra aklına gelir ki bu da Hocaefendi’nin nice kerâmetlerinden biridir. Zira onun daha önce de böyle çok kerâmetine şâhid olmuştur. Allah’ın güzel kulları, dostları böyledir. Allah (c.c.) dilerse gönüllerde geçeni sevdiklerine bildirir. Ve sevdiklerini aralarında zaman perdesi olmasına rağmen birbirine tanıtır ve sevdirir.
Sevgili okuyucu, Hacıveyiszâde’nin çevresinde bulunan ve onun sohbetleri ile gıdalanan bu iki zâttan haberdar olunca çok sevinmiştim. Bu yazıda bu iki güzel zâtı da anmak istedim. Cümlesine birer Fâtiha okursanız çok memnun olurum. Rabb’im cümlemize sâlihleri sevmeyi nasip eylesin. İnşaallah sizler de bizler de onlardan oluruz.
Efendiler Efendisi Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki; “Bütün takva sahipleri Muhammed’in ehlibeytidir.”(Camiu’s Sağir, 1/55) İki Cihan Güneşi bu hadisi ile bizlere tavka sahiplerini ev halkımızdan ayrı görmememiz gerektiğini öğretiyor. Hatta onlar kendi aile halkımızdan da öte Peygamber Efendimiz’in aile halkı sayıldıkları için daha da önemlidirler. Zaten Allah dostlarının bir özelliği de insanlara takvalarına göre değer vermektir.
Meleklerin Kanatları
Hacıvesiszâde’nin bir hatırasını da Doç. Dr. Durak Pusmaz Hoca’nın bir yazsından okumuştum. Özetle şöyle anlatıyordu. Yayıncı Mehmet Doğru Hoca’nın Konya İmam Hatip Lisesi’ndeki hocalarından biri de Hacıveyiszâde Mustafa Efendi imiş. Bir gün derste Hocası onu dalgın görünce; “Mehmet! Dükkân yerinde duruyor, sen burada dersimizi dinle. Siz şuanda Allah’ın huzurunda bulunuyorsunuz, meleklerin kanatlarında oturuyorsunuz.“ diyerek ikaz etmiş.
Durak Pusmaz Hoca bu hatırayı anlattıktan sonra diyor ki; “Ben de bu hatırayı okuyunca çok etkilendim, eski fedakâr, cefakâr, samîmî, ihlâslı hocalarımızı düşündüm, gözlerime hâkim olamadım. Bu ne güzel söz, ne güzel ikaz, ne güzel uyarı!” Cenâb-ı Allah bu şuuru tüm eğitimcilere ve ilim talebelerine nasip eylesin.
Bu hatıra bana Erzurumlu Salih Efendi’nin bir hatırasını hatırlattı. Salih Efendi küçükken medreseye giderken annesi ayakkabılarının altını silermiş. Bir gün annesine; “Anne hiç ayakkabıların altı silinir mi?” demiş. “Oğlum!” demiş annesi; “Siz ilim öğreniyorsunuz, sizi medreseye kadar melekler kanatlarında taşıyor. Onun için ayakkabının altını da siliyorum.”
Efendim işte bu Anadolu irfânıdır. Bunun kaynağı da Efendiler Efendisi Peygamberimiz (s.a.v.)’in; “Melekler ilim tahsil edenlerden hoşlandıkları için onlara kanatlarını gererler.” (Nesâî, Taharet, 113) hadis-i şerifidir. Cenâb-ı Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin.
Aydın BAŞAR
Yazar1930’lu yıllarda Ali Ulvi Kurucu Bey’in babası İbrahim Efendi mahalle camiinde imamlık yapmaktadır. Din eğitiminin baskı altında tutulduğu yıllardır. Bir gün sabah namazı öncesi görev yaptığı camide ç...
Yazar: Aydın BAŞAR
Resul’ün dilinden ilahi müjde,Dalga dalga gönüllere yayıldı.“Fetholunur elbet Konstantiniyye.”Bu mübarek sözler emir sayıldı;Ben de “güzel asker” olayım diye,Gül soylu yiğitler yola koyuldu.Şehzade Me...
Şair: Yusuf DURSUN
İslâm dünyası, iki milyara merdiven dayamış bir nüfusa sahip. Bu nüfusun kâhir ekseriyetini gençler oluşturuyor. Hâlâ buna rağmen İslâm dünyasının kendi aleyhine yönelik askerî, fikrî, kültürel ve siy...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in ismi anıldığında salâvat getirmek kuşku yok ki dinimizin üzerimize yüklediği bir vazife ve Peygamber Efendimiz’in de üzerimizdeki bir hakkıdır. Kaldı ki; Yüce Allah (c....
Yazar: Aydın BAŞAR