Harakânî Hazretleri’nin Memleketi
Kars, Ebul Hasan El Harkani Hazretlerinin manevî kokusu ile tütsülenmiş adeta bir maneviyat beşiğidir. Velilerin ana yurdu, bağrı yanık insanların şehridir… Tarihî eserlerin, ozanların, âşıkların, ariflerin, balın, kazın ve kaşarın yani maddî ve manevî nimetlerin buluştuğu yerdir. Cenab-ı Allah bu güzel şehre nimetlerinin en güzellerini vermiş.
Bazıları bir şehir hakkında güzel sözler söylediğimiz zaman, bunları abartılı bulabiliyor. Oysa bizim şehre bakışımız aynı zamanda o şehir hakkındaki duamız, temennimiz ve hüsn-ü zannımızdır. Şehri güzel görmeyi başaramadan o şehri güzelleştiremezsiniz. Şehre bakışımız bizim hangi dünyanın insanı olduğumuzla da ilgilidir. Mesela Ankara’ya baktığımızda biz ilk olarak Hacı Bayram türbesini görürüz. Kars’a baktığımız zaman Kars bizim için Ebul Hasan El Harkani Hazretleri demektir.
Harkani Hazretleri, silsilede Bayezid-i Bistami Hazretlerinden sonra yer aldığı için veliler zincirinin ilk halkalarındandır. Büyükler onun türbesindeki enerjinin yüksek olduğunu söylerler. Gölün ikliminde dolaşanlar, gülün kokusunu arayanlar mutlaka gidip orayı ziyaret etmelidir. Merhum Mehmed Zahid Kotku Hazretleri dermiş ki: “Her insan ömründe bir defa bile olsa Ebul Hasan Harakânî Hazretleri’nin kabrini ziyaret etmeli, o da ona yeter.”
Sevap yumağı
Ebul Hasan El Harkani Hazretlerinin bir menkıbesi şöyledir: Ebul Hasan Hasan El Harkani Hazretlerini ziyaret etmek için talebeleri evine gitmişler. Kapıyı çaldıklarında hanımı içeriden “kim o” demiş. Dervişler Harkani Hazretlerini ziyarete geldiklerini söylemişler. Hanımı; “Ormana odun getirmeye gitti. Ne buluyorsunuz bu adamda bilmem ki?” diye de söylenmekten geri durmamış.
Aylar sonra aynı talebeler şeyhlerini tekrar ziyarete geldiklerinde onu yine evde bulamamışlar. Fakat bu kez kapının arkasından gelen ses pek müşfik ve pek naif imiş. “Çocuklar Hocanız ormana odun getirmeye gitti, biraz sonra gelir. Siz geçin bahçede bekleyin” demiş. Bir müddet sonra Harkani Hazretleri gelmiş, dervişler elini öpmüşler ve sohbetini dinlemişler.
Sohbet esnasında akıllarına bir şey takılmış. İçlerinden birisi biraz çekinerek de olsa merakını gidermek için şöyle demiş: “Efendim önceki gelişimizde farklı bir annemiz karşıladı bizi. Bu seferki karşılayan annemiz ise daha farklı birisiydi.” Harkani Hazretleri; “Bahsettiğiniz hanımım rahmetli oldu. Ben o zaman kendi yumağımı sarıyordum. Yeni hanımım ise kendi yumağını sarıyor!”
Ne demek istediğini bir büyüğümüze sorduğumda; “Eski hanımı aksi biri olduğu için ona sabrederek kendi sevap yumağını sarıyordu. Yani sevaplarını çoğaltıyordu. Yeni hanımı ise çok anlayışlı bir insan olduğu için o da kendi yumağını sarıyor ve sevaplarını çoğaltıyordu” dedi. Bu güzel menkıbeden anlıyoruz ki eşler zaman zaman birbirlerine sabrederek kendi sevap yumaklarını büyütmeliler.
Bir rüya
Yine Recep Koçak Hoca’nın bir yazısından öğrendiğime göre, rivayet olunur ki Ebul Hasan Harkani, Kars’ın fethine katılmış ve kale önlerinde şehid düşmüştür. Kars’ta, Hasan Harkani’nin kabrinin bulunmasıyla ilgili bir rivayeti Evliya Çelebi nakletmiş. Rivayete göre Kars kalesi Osmanlılar tarafından III. Murad Han devrinde tekrar geri alınınca, kalenin tamiratı Lala Mustafa Paşa’ya verilmiş. Tamirat esnasında Hafız Osman isimli hal sâhibi bir asker rüyasında Harkani Hazretlerini görmüş.
Harkani Hazretleri rüyada bu askere; “Oğlum Hafız Osman! Uzun müddetten beri toprak altında yatmaktayım. Paşana söyle, kabrimi ayan edip açığa çıkarsın, okunacak Fatihalardan nasibdar olmak isterim” demiş. Hafız Osman birkaç gün aynı rüyayı üst üste görmüş. Son rüyasında kabrin yeri iyice tarif edilmiş ve yanına da bir mescid yapılması söylenmiş.
Hafız Osman gördüğü sadık rüyayı ertesi gün Paşa’ya büyük bir heyecanla anlatmış. Paşa da aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü söylemiş. Lala Mustafa Paşa bir tamim yayınlamış ve dualarla zikirlerle kabri bulmuşlar. Mübareğin bozulmamış bedeni ve taze damlayan kanıyla karşılaşmışlar. III. Murad’a kabrin bulunduğu haber verilince vasiyete uyarak yanına mescid yapılmasını emretmiş.
Hafız Osman rüyayı paşaya ileterek bir güzelliğe vesile olmuştur. Güzelliklere vesile olan nice Hafız Osmanlar vardır ki onları da yeri geldikçe anlatacağız. Burada dikkatimizi çeken bir şey daha var; o da Ebul Hasan El Harkani Hazretlerinin belli bir müddet toprağın altında gizli kaldıktan sonra bir rüya vesilesi ile açığa çıkmasıdır. Allah Teâlâ bazı veli kullarını gizleyip vefatından yıllar sonra ortaya çıkarıyor demek ki…
Allah Teâlâ’nın öyle kulları var ki yaşarken hiç kimsenin bilmediği veya çok az kişinin bildiği bu güzel kullar vefat ettikten sonra bir veli olarak anılmaya başlıyor. Mezarı çok uzaklarda bile olsa, Kars’ta bile olsa, bir bakıyorsunuz onu dünya gözü ile görmemiş insanlar onun kabrini ziyaret etmek için Kars’a gidiyorlar.
Kars kazı
Sevgili okuyucu, eskiden beridir Kars’a gitmek istediğimi yakınlarıma hep söylerdim. Kars deyince de aklıma Allah’ımızın o şirin mahlûkları yani kazlar gelirdi. Yeri gelmişken kazla ilgili bir de hatıramı paylaşmak isterim. Bir dönem kazlara karşı bir merakım olmuştu. Kazlar hakkında ne kadar video bulduysam izlemiştim. Hatta Fransa’da ciğerleri için beslenen kazların videosunu bile izlemiştim. Doğrusu daha önce hiç yemediğim kaz etinin tadını da merak ediyordum.
Bir gün bir kasabın camında; “Kars kazı bulunur” diye bir yazıya rastladım. İçeri girdim ve fiyatını sordum. Çok pahalıydı. Sonra eşimi aradım, Kars kazı bulduğumu ve almak istediğimi söyledim. Eşim; “Alışık olmadığımız bir et, yenmezse israf olur” dedi. Tabi biraz da ben madden zorlanmayayım diye böyle demişti, çünkü borç ödüyorduk o zamanlar. Ben biraz ısrar edesi oldum fakat alma dediği için almadım.
Yine de merakımı gidermek için kasap beyefendiden rica ettim, dondurulmuş kazı içeriden getirdi. Başı ve ayakları da bir set halinde yanındaydı. Öğrendiğime göre hiçbir şeyi boşa gitmiyormuş. Neyse teşekkür edip ayrıldım. O günden sonra da kaz muhabbetine bir müddet devam ettim. Kazlarla ilgili yeni öğrendiğim bilgileri ailemle ve öğrencilerle zaman zaman paylaşıyordum.
O sıralar bir okulda müdür yardımcısıydım. Birkaç gün sonra okuldaki idare odasına gözlerini tutarak bir erkek öğrenci geldi. Bir başka öğrenci bir şey fırlatmış ve gözüne değmiş. Öncelikle çocuğu oturttum ve endişesini yenmesi için teskin ettim. Gözünü elimle açıp içine baktığımda küçük bir kızarıklık gördüm. Ciddi bir şey olmadığını ve eliyle kaşımaması gerektiğini söyledim.
Çocuk bir müddet sonra geldiği andaki telaşını yendi ve acısı hafifleyince de gözünü açmaya başladı. Masamda genellikle gül suyu bulundururdum. Başım ağrıyor diye yanıma gelen öğrencilerin üzerlerine biraz gül suyu serperdim. Dişi ağrıyanlara da karanfil verirdim. Çocuklar rahatlar ve iyi olduklarını söylerlerdi. Biraz da şaşırır ve gülerlerdi.
Bu çocuğumuzla da aynı şekilde ilgilendim. Çocuğun gözleri renkli, iri ve güzeldi. “Bak” dedim: “Senin gözlerin güzel, gözlerine bundan sonra dikkat et nazar değebilir. Nas ve Felak surelerini sürekli oku, Fatiha ve Ayetel Kürsi de arkadaşın olsun. Hatta annene babana söyle, seni her gün nazara karşı okusunlar.” Çocukla bir müddet sohbet ettik. Memleketini sorduğumda Karslı olduğunu söyleyince; “Kaz eti yedin mi?” diye sordum. “Evet” dedi. Çok efendi bir çocuktu, konuşkan değildi, çok fazla da bir şey konuşmadık.
Gözünde ağrı sızı kalmayınca odadan çıktı. Ertesi gün öğle arasında baktım bu çocuk elinde bir poşetle odama geldi. “Annem benimle dün ilgilendiğiniz için teşekkür etti. Bunu da size gönderdi” deyip poşeti verdi. Poşeti elimle yokladığımda sıcak olduğunu hissettim. Şöyle bir içine baktım ki güzelce paketlenmiş bir güveç tabağı, içinde pilav ve bir tane de but var. Okulda yiyeceğim düşünülerek yanına bir tane de ayran konulmuş.
“Bu nedir?” dedim. “Hocam bu Kars kazı, annem pişirdi” dedi. Teşekkür ettim ve çocuğu gönderdim çünkü bu kadirşinas davranıştan çok etkilenmiş ve duygulanmıştım. Çıkınca da zaten gayri ihtiyari gözlerim dolmuştu. Oysaki dün ona sadece; “Kaz eti yedin mi” diye sormuştum. Her hangi bir ima ile bir şey de istememiştim. Önceden haberim olsa engel de olurdum. Öğretmenlik hayatımda hatırladığım kadarı ile bir defa okula yemek geldi ve o da bu kaz oldu. Bir sefer de Urfalı bir öğrencim akşam eve yumurtalı köfte getirmişti.
Bu hatırayı uzun yıllar kimseye anlatmadım. “Dualarım kabul olur mu?” diye tereddüt eden insanlar oluyor, bazen öyle birisi ile karşılaştığım zaman anlatmışımdır. “Ben kaz yemek istiyordum, Rabbim bana kaz gönderdi” demişimdir. Rabbim duaları kabul edeceğini söylüyor zaten. Fakat nefsime bir pay çıkar mı diye endişelendiğim için hâlâ da içimden “estağfirullah” diye diye bu hatırayı yazdım.
Tabi devamı da var. Kazı öğleyin yemedim akşam eve götürdüm. Hanıma; “Senin sözünü dinlediğim için Allah da bize bunu ikram etti” diyerek bir latife yaptım. “Sen aldırmasan da Allah bana gönderdi” demekten de kendimi alamadım. Hanım da ben de böyle şeylere fazla anlam yüklemeyiz. Rabbimizin lütfudur der geçeriz. Çoğu insan niyetine göre böyle şeyler yaşıyordur elbette. Sizlerin de benzer hatıralarınız vardır mutlaka. Canınız bir şey istemiştir, bir bakmışsınız onu birisi getirmiştir. Bütün bunların hepsi Allah Teâlâ’nın lütfudur.
Aydın BAŞAR
YazarMüslümanlar, günlük hayatları içerisinde; namaz ve namaz dışında olmak üzere Fâtiha Sûresi’ni sürekli olarak tekrar ederler. Bu tekrarların öneminden dolayıdır ki bu durum bir âyet-i kerimede şöyle zi...
Yazar: Aydın BAŞAR
1930’lu yıllarda Ali Ulvi Kurucu Bey’in babası İbrahim Efendi mahalle camiinde imamlık yapmaktadır. Din eğitiminin baskı altında tutulduğu yıllardır. Bir gün sabah namazı öncesi görev yaptığı camide ç...
Yazar: Aydın BAŞAR
2008 yılınca Mehmet Nuri Yardım Bey ve arkadaşları tarafından Eskader kurulmuş ve derneğe bağlı sanatalemi diye de bir site açılmıştı. Arkadaşım Umut Bulut derneğin Cağaloğlu’nda Timaş’ın karşısındaki...
Yazar: Aydın BAŞAR
-15 Temmuz şehitleri Erol Olçok ile oğluAbdullah Tayyip’in aziz hatırasına-15 Temmuz gecesi,Bir panikle uyandım.Uçaklar tepemizeİndi, inecek sandım.Baktım ki canım annemBabama sarılmıştı.Jetlerin tiz ...
Şair: Yusuf DURSUN