Gördesli Şehit Makbule
Kadın savaşçılarımızdan bir diğeri de, Gördesli Makbule Hanım idi. 1902 yılında, Manisa’nın Gördes ilçesinde dünyaya geldi. 12 yaşında babasını kaybetti; ağabeyinin himayesinde büyüdü.
Yunan birlikleri, 15 Temmuz 1920’de Gördes’e saldırdı. Efeler Dağa çıkıp, kendilerinden kat kat üstün Yunan birliklerine karşı kahramanca savaşıyorlardı. Bunlardan biri de Usturumcalı Halil Efe idi. 1921 yılında Gördesli Makbule ile evlenmişti.
Halil Efe, eşinden habersiz bir şekilde efelere dâhil olmak için hazırlanıyordu. Makbule Hanım her şeyin farkındaydı. Kocası, düşmanla savaşmak isterken, Makbule Gelin yerinde durabilir miydi? O, çocukluğundan beri bugünler için yetiştirilmiş bir asker gibiydi. Arkadaşları ona hep “Asker Makbule” derlerdi. Silah kullanmak ve ata binmekte çok hünerliydi. Halil Efe, Akıncılar Birliği’ne katıldığında, henüz iki aylık taze bir gelindi. 21 yaşına yeni girmişti.
Bütün bunlar, onun da kocasının peşinden gitmesine engel olamadı. Makbule Hanım bir çalılığın arkasına gizlenmişti. Fark edilince ortaya çıktı. Kocasıyla birlikte savaşmak istediğini açıkladı. Ancak kocası ve diğer efeler buna razı olmadı. Pes etmedi; efelerin komutanı olan Kaymakam İbrahim Ethem Bey’in yanına gitti. İbrahim Ethem Beye şöyle yalvardı:
- Ben de düşmanla dövüşebilirim. Beni bu mukaddes savaştan ne olur mahrum bırakmayın! Yunanlıların bize neler yaptıklarını gördüm. Bunun hesabını sormak benim de hakkım!
Israrlı ricalara dayanamayan Kaymakam Bey, katılmasını kabul etti. Makbule Hanım’ın üzerinde siyah bir ceket, uzun bir manto, bol bir şalvar, ayağında da çizme vardı. Başında ise, yaz-kış çıkarmadığı, kalpağa benzer bir başlık bulunuyordu. Başı daima örtülü olup, yalnız gözleri görünürdü.
Herkesin atı ve tüfeği olduğu halde onun, sadece yakın mesafelerde etkili olan basit bir tabancası vardı. Makbule Hanım, bu durumdan yine de şikâyetçi değildi. “Ben atımı ve silahımı bulur, başımın çaresine bakarım! Kimseye yük olmam, merak etmeyin!” diyordu. Onun bu gözü pekliği karşısında ne kocası, ne İbrahim Ethem Bey, ne de diğer efeler söyleyecek söz bulamıyorlardı.
Makbule Hanım, bir gün efeleri şaşırtan bir kahramanlık gösterdi:
Çomakla Dağı’nın eteklerinde karargâh kurdukları bir sırada, efelerin konuşmasından düşmanın yerini öğrendi. Gece karanlığı çöktüğünde, kimseye sezdirmeden çadırından ayrıldı. Düşman karargâhına ani bir baskın yaptı. Nöbetçileri, hançeriyle bir darbede yere serdi. Nöbetçinin silahıyla, uyumakta olan düşman askerlerinin üzerine yaylım ateşi açtı. Uyanmalarına fırsat vermeden, onları etkisiz hale getirdi.
Düşman karargâhındaki silah, cephane ve erzakı, onların atlarına yükleyip birliğine döndü. Efeler, silah sesleriyle irkildi. Kendilerine doğru yaklaşan nal seslerine dikkat kesildiler. Efelerin şaşkın bakışları arasında, Makbule Hanım çıkageldi. Topladığı ganimetleri, önlerine döktü.
Artık Makbule Hanım, saldırılara, herkesten önce hazırlanıyordu. Devamlı ön saflarda çarpışıyor, düşmanla korkusuzca vuruşuyordu. İki defa kocasıyla beraber pusuya düştü. Fakat hiç bir zaman cesaret ve soğukkanlılığını yitirmedi. Güvemdere Savaşı’nın kazanılmasında, kahramanlıklarıyla büyük rol oynadı.
Başta kocası olmak üzere bütün efeler onu, cesareti, azmi, çevikliği ve başarılarından dolayı takdir ediyordu. Makbule Hanım her hücumda, her çarpışmada, cephe gerisinde kalmak istemiyordu. Gerekirse, şehit olmayı arzu ettiğini söylüyordu.
Nitekim 16 Mart 1922'de, Akhisar-Sungurlu sınırında bulunan Koca Yayla’da, düşmana karşı en ön safta savaşırken, başından vurularak şehit düştü. Dağa çıkışının ve efelere katılışının sekizinci ayında, daha yeni evli genç bir kadınken, şehitler kervanına katıldı.
Kocası Halil Efe ve silah arkadaşları onu, şehit düştüğü yere elbiseleri ve çizmeleriyle beraber defnettiler. Halil Efe, mezarının başında, üzüntüden kendinden geçti. Gözyaşları onun için aktı. Dualar onun için semaya yükseldi. Yapılan dualara, yer ve gök “Âmin!” dedi.
İsmail ÇOLAK
YazarKurtuluş Savaşı’nın o zorlu ve sıkıntılı zamanlarında Ankara’daki Cebeci Hastanesi’nde, her gün ayrı bir can pazarı yaşanıyordu. Bu can pazarında, bitmek tükenmek bilmeyen bir hayatta kalma mücadelesi...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Safiye Hüseyin, Osmanlı’nın ilk hasta bakıcılarındandı. Savaş sırasında Reşit Paşa Vapuru Hastanesinin baş hastabakıcısıydı.Burada, yüzlerce Mehmetçik’in yarasını bir anne şefkatiyle sarmıştı.Safiye H...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Bilecik İstasyonu tıklım tıklım doluydu. Askeri tren, ağzına kadar asker doluydu. Yine, bitmek bilmeyen bir cepheye uğurlama günü daha yaşanıyordu. İstasyon ana baba günüydü.Analar, babalar, nineler, ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Osmanlı eğitim hayatında, mektebe yeni gelecek çocuklar için Bismillâh ile ilk okuma anlamına gelen “Bed-i Besmele” ve “Âmin Alayları” tertiplemek yüzyıllarca devam eden kadim bir gelenekti. Tahsil ve...
Yazar: İsmail ÇOLAK