Gönül Dili-Fetih Ruhu
İslam dini, insanların hem aklına hem de gönlüne hitap eder. Davette, gönül dilini kullanır. İslam’ın mesajı gönüllere hitap eder, zira imanın mahalli kalptir. İnsanlar, dinini dili ile ikrar ederler, kalp ile tasdik ettikten sonra İslam’a girmiş olurlar. Müslümanlığın ve dindarlığın kalite seviyesinin oluştuğu yer de kalptir. Amellerin fazileti de kalpte verilen kararlara ve niyetlere göre oluşur. Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.v.), “Ameller niyetlere göredir.” buyurmuştur.
Köle ruhlu insanlar para ile satın alınabilir ve belli amaçlar doğrultusunda kullanılabilirler. Sıkıyönetim kanunları ile de insanlar bir yere kadar kontrol edilebilirler fakat insanların gönlüne sadece Allah hükmedebilir. Gönülde neler olup bittiğini, nelerin hissedildiğini sadece gönül sahibi açıklarsa öğrenebiliriz. Fakat âgâh olanlar, halden anlayanlar, empati duygusu gelişmiş olanlar iletişime geçtiği insanların gönlüne dokunarak gönülleri kazanabilir.
Gönül kazanmak, birinin suyuna giderek onun hoşuna gidecek şekilde hareket edip beğeni kazanmak değildir. Böyle yapmak, insanın kişiliğinden ödün vermesi anlamına gelir. Gönül kazanmak, gönül dili ile konuşarak, ortak duygu, düşünce ve değerleri paylaşarak yapılır.
Gönüle sevgi ve merhamet kapısından girilir, gönülde iyi niyet ve dostluk ikram edilir, orada samimi olanlar ve yoldaş olanlar barınabilirler. Gönül insanı Fethi Gemuhluoğlu, yol evladı, bel evladından (kardeşten) evladır, yol evladı yani gönül insanı olunuz, demektedir. Yine gönül insanı ve mana eri Yunus Emre, gönüle girmenin değerini bir dörtlüğünde şöyle ifade etmektedir:
Yunus der, ey hoca / İstersen var bin hacca
Hepsinden iyice, bir gönüle girmektir.
Yunus Emre, gönül yıkanları da ağır bir şekilde şöyle eleştirmektedir:
Bir kez gönül yıktın ise/ Bu kıldığın namaz değil.
Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil.
Gönül yıkmak da yapmak da kolaydır. Gönül yapmak için öncelikle gönül insanı olmak, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek ve özverili olmak gerekir. Gönül yapmak için muhataba samimiyetle yaklaşmak, güler yüzle bakmak, yapıcı bir üslupla ve pozitif duygularla konuşmak gerekir.
Bencil ya da sencil olanlar değil, bizcil olanlar gönül yapabilirler. Yaşça büyük olanlara, ilim erbabına saygılı olanlar, yerli yerince hareket edenler, adab-ı muaşerete hassasiyetle dikkat edenler, küçüklere sevgi ve şefkatle yaklaşanlar, bir yetimin başını okşayanlar, beşerî ilişkilerde almayı değil, vermeyi önceleyenler gönül kazanma ve gönül yapma hususunda başarılı olabilirler.
Bu vasıflara sahip olan tasavvuf erbabı gittikleri her yerde baş tacı edilmişler, örnek alınan insanlar olmuşlardır. Özellikle Türkler arasında Orta Asya’da ve Anadolu’da İslam dini, tasavvuf erbabı gönül insanı alperenlerin adanmışlık ruhu ile yaşamaları sayesinde hızla yayılmıştır. İslam dininin muhatabı insan olduğundan tebliğde insanı kalıcı olarak kazanacak yöntemler uygulanmalıdır.
Miladi 1200’lü yıllarda büyük askerî güçle gittikleri her yeri talan eden Moğolların şimdi esamesi bile okunmamaktadır. Kalıcı hiçbir eserleri de mevcut değildir. Müslümanlar ise daha az bir güçle gittikleri yerlere adaleti ve merhameti götürmüşler, gönüller kazanmışlar ve Allah’ın izni ile başarılı olmuşlardır.
Dünyada en fazla Müslüman nüfusun yaşadığı (200 milyondan fazla) bir ülke olan Endonezya’ya İslam dini 1200’lü yıllarda sûfi tüccarlar tarafından götürülmüştür. Onların samimi çalışmaları sayesinde İslam dini Uzak Doğu’da hızla yayılmıştır.
Bir ordunun bir yeri silah zoru ile zapt etmesi “işgal”, bir ordunun rakip orduyu savaş meydanında yenmesi “zafer”, zapt edilen yöre halkının galip orduya gönüllü olarak katılması ise “fetih”tir. İslam tarihinde düzenlenen seferlerde mümkün olması halinde fetih daima Müslüman komutanların önceliği olmuştur.
Peygamberimiz (s.a.s.) emin belde Mekke’de kan dökülmesini istemediği için şehrin fetih yoluyla müşriklerden arındırılmasını planlamış ve bunda da Allah’ın yardımı ile muvaffak olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u alması da tarihte “fetih” olarak nitelendirilmiştir.
Çünkü İstanbul’un alınmasından sonra kendi yönetimlerinin baskıcı uygulamalarından usanan Bizans halkı, “İstanbul’da kardinal kavuğu görmektense, Müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz.” demiştir. Anadolu’da farklı etnik yapıya mensup olan unsurlar, İslam’ın gönül coğrafyasına dâhil olmuşlar ve iman ortak paydasında birleşmişlerdir.
Orta Çağ’da 30 yıl, 80 yıl süren mezhep savaşları meydana gelmiştir. Büyük yıkımlara ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan 1. ve 2. Dünya Savaşları da Batılı ülkeler arasında olmuştur. Müslümanlar arasında meydana gelen anlaşmazlıkların ise daha çok otorite boşluğundan ve asayişin sağlanamamasından kaynaklandığı görülmektedir.
Müslüman gruplar arasındaki anlaşmazlıklara ve sıcak çatışmaların sebeplerine baktığımızda bireysel ve toplumlar arası ilişkilerde gönül dili yerine çatışma dilinin kullanılmasının başlıca sebep olduğu görülecektir.
Gönül yıkarak elde edilecek hiçbir başarı yoktur. Yüce gönüllerin birliği ile aşılamayacak zorluk da yoktur. Büyük fetihler, geçmişte, adanmış ruhlu gönül erlerinin azim ve sebatıyla kazanılmıştır, bundan sonra da eğer yeni fetihler bekleniyorsa bu fetih ruhuna sahip gönül erlerinin organize çalışmasıyla mümkün olacaktır. (İnşallah.)
Emine Büşra YÜKSEL
YazarSismolog bir bilim adamından dinlemiştim: “Yeryüzü hareket ettikçe yer altında enerji birikiyor, biriken enerji yer kütlesinin kırılması ile tahliye oluyor. Yer kabuğunun kırılması ise depremlere yol ...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL
Altın kemer takmışlar Boğaz’ın bir yerine,Abide kondurmuşlar ünlü Beylerbeyi’ne.En nadide eserler Topkapı’da saklanmış,Erenler, evliyalar İstanbul’da toplanmış.Ey İstanbul, İstanbul hadisle kutlu şehi...
Şair: Rabia BARIŞ
Şu anda siz bu satırları okurken, dünyanın dört bir tarafında sadece Rabb’imizin bilebileceği ve insan aklının alamayacağı ve anlayamayacağı milyarlarca olay yaşanıyor. Biz iyiliklerin olduğu olaylara...
Yazar: Esra GÖKTEPE
Her gün tanıdıklarımızdan, komşu ve akrabalarımızdan bazen de ailemizden birileri hayata veda etmektedir. Camilerden sabahları yükselen salâ sesleri, yine birilerinin vefatını haber vermektedir. “Nasi...
Yazar: Emine Büşra YÜKSEL