FELAKET YILLARI VE BATINİ / HAŞHAŞİLERİN SONU- 2
Haşhaşîler, Katl ve Korku Bâtınîler, Sultan Melikşah'ın ölümünden sonra hanedan mensupları arasında başlayan taht kavgaları ve Haçlılar'ın bazı Müslüman topraklarını işgal etmeleriyle oluşan ortamdan faydalanarak nüfuz sahalarını genişletip faaliyet ve cinayetlerini arttırdılar. 1096 veya 1102'de Lemeser'in bir baskınla ele geçirilmesi Hasan Sabbah için önemli bir başarı oldu ve bu sayede Rûdbâr'daki hâkimiyetini daha da pekiştirdi. Aynı tarihlerde Girdkûh, Şahdiz ve Hâlincân Kalelerini de zaptetmeleri Bâtınîler'in stratejik konumunu büyük ölçüde kuvvetlendirdi. Böylece Hasan Sabbah bir yandan önemli yeni mevziler kazanırken bir yandan da ehl-i sünnetin ve Selçuklu Devleti'nin başlıca merkezlerini propaganda ile baskı altında tutuyordu. Bu karışık ortamdan faydalanarak hemen her gün beş on Müslümanı öldüren fedailer, Bâtınîler'e düşman birini vezir tayin ettiği için Sultan Berkyaruk'a da saldırıp yaraladılar. Fedailer daha sonra Berkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki mücadele sırasında Berkyaruk'un ordusuna sızarak ordu içinde nüfuzlarını arttırmaya başladılar. Hasan Sabbah'ın siyasî, dinî ve askerî şahsiyetleri öldürtmesi bir terör havası oluşturdu; ona muhalif emir ve kumandanlar elbiselerinin altına zırh giymeden evlerinden dışarı çıkamaz oldular. Bâtınîlerle Berkyaruk ve Muhammed Tapar’ın Mücadelesi Hasan Sabbah'ın fedailerinin estirdiği bu terör havasından endişeye kapılan devlet adamları, Sultan Berkyaruk'u uyararak vakit geçirmeden tedbir alınmadığı takdirde telâfi edilemeyecek zararlara uğrayacaklarını söylediler. Bunun üzerine Sultan Berkyaruk Haziran 1101’de Bâtınîler'e karşı harekete geçti. Halife Müstazhir-Billâh'a da haber gönderip Bağdat'ta Bâtınî oldukları bilinenlerin yakalanmasını istedi. Aynı yıl Emîr Bozkuş'un sevk ve idaresindeki büyük bir ordu Kuhistan üzerine gönderildi. Emir Çavlı da bu yıl içinde Fars ve Huzistan'daki Bâtınîler'e karşı bir sefer düzenledi. Emir Bozkuş 1104’de, Horasan askerleriyle gönüllülerden oluşan bir ordu ile Tabes Kalesi'ne saldırdı; kale ve civarındaki köyler tahrip edilerek Bâtınîler'in bir kısmı öldürüldü, bir kısmı da esir alındı. Sultan Melikşah’ın oğlu Sultan Berkyaruk, Hasan Sabbah’ın üzerine yürüdü. Haşhaşîlere ağır bir darbe indirildi. Sultan, bu arada vefat etti. Hasan Sabbah'ın fedaileri, Berkyaruk'tan sonra tahta geçen Sultan Muhammed Tapar devrinde de cinayetlerini sürdürdüler. Yerine geçen kardeşi Sultan Muhammed Tapar mücadeleyi kıyasıya sürdürdü. Hasan Sabbah'la uğraşmayı kâfirler üzerine yapılacak gazâdan daha üstün tutan Muhammed Tapar onunla ciddi bir şekilde mücadele etmek üzere harekete geçti. Sultan ilk seferini Şahdiz Kalesi üzerine düzenledi ve burayı kısa bir kuşatmadan sonra zaptetti; kale hâkimi Ahmed bin Abdülmelik bin Attâş öldürüldü. Bu zafer Müslümanlar arasında büyük bir sevinçle karşılandı ve her tarafa fetihnâmeler gönderildi. Muhammed Tapar Alamut'u ve Hasan Sabbah'ı ele geçirmek üzere yine Emir Anuştegin Şîrgîr'i görevlendirerek Karaca, Gündoğdu, İlkavşut ve Bozan gibi birçok kumandanı onun emrine verdi. 1109’da Nizamü’l-Mülk’ün oğlu Vezir Ahmed’in kumandasındaki askerlerle Alamut kuşatıldı ise de kış sebebiyle ordu geri çekilmeye mecbur oldu. 1117’de Alamut daha güçlü bir ordu ile kuşatılarak kalenin dışarısı ile irtibatı kesildi. Hasan Sabbah ve adamları açlıktan perişan bir duruma düşmüşlerdi. Kale alınarak fitne fesat yuvası temizlenmek üzere iken Sultan Muhammed Tapar'ın ölüm haberi geldi ve askerler kuşatmayı kaldırıp İsfahan'a döndüler. Muhammed Tapar'ın yerine Sencer geçti. Muhasara kaldırıldı ve Hasan Sabbah rahat nefes aldı. Felâket Yılları Haşhaşîlerin lideri Hasan Sabbah, İran’ın kuzeyindeki müstahkem Alamut Kalesi’nde dünyayı korkuya salan planlarını yapıyor; kendisiyle kimse baş edemiyordu. Haşhaşîler fesat ve cinayetlerine devam ettiler. Suikastlarını Musul ve Diyarbekir’e kadar uzandırdılar. Kimse, elbisesinin içine zırh giymeden dışarı çıkamaz oldu. Güvercinlerle haberleşme tekniğini çok iyi kullanan Hasan Sabbah, Haçlılarla da irtibata geçerek Sünnîlere karşı onları destekledi. Selçuklu Devleti’ni zayıflatan ve Türk-İslâm birliğini tehdit eden en büyük fitne oldu. O devirler felâket yılları olarak tarih sayfalarına geçti. Her türlü zulüm, yağma ve katliamlar yapıldı Haşhaşîlerce. Hasan Sabbah, pek zeki, kabiliyetli, teşkilatçılıktan, matematikten büyüye kadar çok ilme vâkıftı. Çevresindeki insanları kandırarak kendisinin gerçek yüzünü gizlemeyi başardı. Kendisini adil, dindar, ciddi, çilekeş ve kanaatkâr bir imaj verirdi. Güya iyi bir insandı ama her defasında oyun içinde oyun kuruyor binlerce masumun kanına giriyor vermiş olduğu zararlar haddi aşıyor, olanlar ise masum insanlara oluyordu. Maksadı Sünnî-İslâm fikriyatında olan tüm devletlere, devlet adamlarına âlimler ile onlara tabi olan herkese zarar vermek onları ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırmaktı. Tüm hedefi mevcut siyasî ve sosyal yapıyı çökertmekten ibaretti. Bu doğrultuda yapmış oldukları tüm faaliyetleri ve canilikleri mübah görüyorlardı. Adamlarını, dinî ve siyasî bakımdan motive ettiği için, sistemi sağlam ve uzun ömürlü oldu. Bâtınîlerin Sonu Dünya Hasan Sabbah’a ve Haşhaşîlere de kalmadı. Tüm canlılar gibi onunda ömrü nihayet buldu. 1124’te 80 yaşlarında iken Alamut’ta öldü. Kaleme aldığı eserlerden pek azı günümüze gelmiştir. Sergüzeşt-i Seyyidinâ, Hasan Sabbah’ın hayat hikâyesini; el-Fusulü’l-Erbaa ise mezhebinin esaslarını anlatır. “Dinsizin hakkından imansız gelir.” kaidesince, Moğol valisi Hülâgu’nun birlikleri, 1256’da Alamut’u yerle bir edip, fedaileri imha etti. Kaçabilenler Azerbaycan ve Anadolu’ya gelerek cahil halk arasında Hurûfîlik adıyla yeni Bâtınîlik inancını yaydılar ve zamanla bazı tekkelere sızarak Anadolu Bektaşîliğine tesir ettiler. Haşhaşîlerin sekizinci ve son imamı Rükneddin’in veziri meşhur âlim Nâsırüddin Tûsî, Hülâgu’nun hizmetine girdi ve muazzam Alamut kütüphanesini imhadan kurtardı. Karmâtî Devleti 983’te yıkıldı. Fâtımî Devleti’ni de 1171’de Salâhaddin Eyyûbî ortadan kaldırarak, Kuzey Afrika’da tekrar Sünnî hâkimiyetini tesis etti. Buradaki Bâtınîlerin Müsta’liyye kolu, Hindistan’a ve Yemen’e yerleşerek faaliyetlerini daha yumuşak tarzda devam ettirdi. Rivayete göre Kuzey Afrika’dan bir grup Bâtınî Sicilya’ya geçti. Burada yerli halka karışarak faaliyetlerini gizli devam ettirdiler. Hasan Sabbah aralıksız otuz beş yıl faaliyet gösterdi. Onun çağdaşı olan Ebu Hamid İmam Gazâlî, Bâtınîliğin görüşlerini reddetmek amacıyla Feḍâʾiḥu'l-Bâṭıniyye adlı bir eser yazmıştır. Daha sonra İmam Gazâlî eserin, bilginin kaynağını masum imamın oluşturduğu ve elde edilmesinin onun tâlimine bağlı olduğu yolundaki Bâtınî iddialarını çürüten altıncı babını Kavâsımü'l-Bâṭıniyye adıyla yeniden kaleme almıştır. Tarih süreci içerisinde Bâtinîlik ciddi anlamda darbe yiyerek yok olmaya yüz tutarken sünnî düşüncesi ise inkişaf etmiştir. Osmanlı Devleti’ninde tarih sahnesine çıkması ile sünnî düşünce ve yaşayış cihanşümul hale gelmiş tüm coğrafyalara yayılmıştır. Bâtınîlerle İlgili Son Söz Hasan Sabbah’ın ölümünden sonra yerine en güvendiği komutanı Buzurg Umid geçti. Onun da yerini oğlu Muhammed aldı. Daha sonra görevi devralan oğlu Nureddin Muhammed, Bâtınîlerin sapık ve sapkın düşüncelerini savunmaya devam etmiştir. Hatta o zamana kadar Alamut’ta saklandığı söylenen Nizar soyundan gizli imamın artık ortaya çıkacağını ilan etmiş, bu doğrultu da çevresine tekrar fedailer toplamaya çalışmıştır. Bu dönemde İsmailîler, Elburz bölgesini denetim altına alabilmek için çok sayıda kale kurup tahkim etmişlerdir. Amaçları Hasan Sabbah Dönemi’nde olduğu gibi bir yapı oluşturmaktı fakat bu hususta başarılı olamadılar. Moğollar ise tüm alanlara zarar veren bu taifeye karşı harekât başlattılar. 1252’den itibaren İran’ın en disiplinli, güçlü ve örgütlü askerî topluluğu sayılan İsmailî kalelerini hedef aldılar. Alamut Kalesi’ni 1256’da ele geçirip dinî önder Rükneddin’i tutsak ettiler, ardından öldürdüler. İsmailî/Bâtınî-Haşhaşî Dönemi’ne son verdiler. Son Haşhaşî imamı Rükneddin’in soyu, Doğu İran’da küçük bir topluluğun lideri olarak günümüze kadar devam etmiştir. Bu soydan geldiğini iddia eden Radıyüddin, 1507’de Şah İsmail’den kaçarak Türkistan’a gelmiştir. Soyundan gelenler sonraki İran şahlarının valisi olarak vazife yaptılar ve gizli imam sıfatı taşıdılar. Bu soydan 1792’de ölen Ebu’l-Has Han, resmen İsmailî imamı olduğunu ilan etti. Onun torunu ve İsmailîlerin dinî lideri I. Ağa Han, 1838’de İran’da bir ayaklanma çıkarıp yenilince, Hindistan’a sığınarak Bombay’da bir çiftlik aldı ve İngilizlerce prens unvanıyla İsmailîlerin lideri tanındı. Ağa Han’ın soyu bugüne kadar gelmiştir ve dünyanın en zengin insanları arasındadır. Hindistan’da İngiliz hâkimiyetini desteklemiş; diplomatik misyon üstelenmişlerdir. Oğlu Ali Han, Hollywood artistlerinden Rita Hayworth ile evlidir. Ancak şu unutulmamalıdır ki Hak geldiği anda batıl zail olur. Hiçbir bozulmaya uğramadan aslî hüviyetini koruyan ilâhî dine hak din, çeşitli mezhepler arasında bu dini en doğru temsil ettiği kabul edilen mezhep veya mezheplere de hak mezhep denilmektedir. Hakkın karşıtı bâtıldır. Buna göre bâtıl da terim olarak asılsız, gerçeğe uymayan inanç, hüküm ve düşünceleri; ayrıca ilâhî kaynaklı olmadığı için hak olma özelliği de taşımayan veya ilâhî kaynaklı olmakla birlikte belirtilen özelliğini kısmen ya da tamamen kaybetmiş dinleri ve mezhepleri ifade eden bir terimdir. Buradaki hak, Allah’ın hoşnut olduğu, O’na itaat anlamı taşıyan her şeyi kapsar. İnsanı şeytana uymaktan koruyan her şey hak, şeytana boyun eğme sayılabilecek her şey de bâtıldır. Kaynakça 1- Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi, Ankara, 1990. 2- Ahmet Ateş, “Gazalî’nin Bâtınîlerin Belini Kıran Delilleri: Kitab Kavasim el-Batiniyya, Ankara Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi Dergisi. 3- Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi; Siyaset, Teşkilât ve Kültür, Ankara, 1995. 4- Carl Brockelmann, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, (Çev. Neşet Çağatay), Ankara, 1992. 5- Cüveynî, Tarih-i Cihan Güşâ, (Çev. Mürsel Öztürk), Ankara, 1999. 6- İbrahim Kafesolu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul, 1953. 7- Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara, 1989. 8- Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul, 1969. 9- Ömer Rıza Doğrul, Hasan Sabbah’ın Cennet Fedaîleri, İstanbul, 1975. 10- Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İstanbul, 2007. 11- Yaşar Şahin Anıl, Alamut Terörünün Kaynakları ve Hasan Sabbah, İstanbul, 2003.
Resul KESENCELİ
YazarEs-Seyyid Osman Hulûsi Efendi bu gazelini şu olay üzerine yazdığını anlatmıştır: Bir gün Aşağıulupınar’da sohbet olduğunu duyduk. Ahmet Nuri Ağabeyimle birlikte gittik. Gittiğimizde bize kapıyı açmayı...
Yazar: Resul KESENCELİ
Annelerimiz başımızın tacı, gönlümüzün süruru, saadet ve selametimizin her daim en büyük duacısı, nadide varlıklarımız. Paha biçilemez mevcudiyetlerini, ancak yokluklarına ve hasretlerine duçar olanla...
Yazar: İsmail ÇOLAK
İslam mimarisinde mekânın işlevine göre sanatsal bir şekilde; tabiatla bütünleşen bir tarzda binaların yapı malzemesi ve renk seçimi yapılır. Toplumun manevî bakımdan beslendiği değerler ve gelenek...
Yazar: Bekir AYDOĞAN
“Ebü’l-Ceyş el-Endülüsî” şeklinde tanınan “Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Ensârî el-Endülüsî” 459/1065’te vefat etmiş bir müelliftir. Onun “el-Arûzu’l-Endülüsî” adlı eseri klasik dönem ilim adam...
Yazar: Fatih ÇINAR