Şeyh Hasan Sezâî Efendi’nin Kerâmet ve Menkîbelerinden Örnekler
Huzuru Saâdet
Hasan Sezâî Hazretleri, İstanbul’a gelmişti. Daha önce Edirne’de iken ismi her tarafta duyulmuş olduğundan, İstanbul’a gelince birçok kimse onu görmek arzusu ile bulunduğu yere akın etti. Fakat o, tevazuûnun çokluğundan dolayı, gayet sakin bir hâlde bulunuyordu. Böyle gelip sohbette bulunanlardan bazılarının kalbine, Hasan Sezâî’yi tahmin ettikleri gibi bulamama düşüncesi geldi. O gece bu kimselerin her biri, rüyalarında, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i ziyâret için Medine-i Münevvere ’ye gittiklerini, fakat kapıda Hasan Sezâî’nin bulunduğunu ve huzuru saâdete girebilmek için onun yardımı gerektiğini gördüler. Ertesi gün rüyalarını birbirlerine anlattıklarında, hepsinin aynı rüyayı gördükleri anlaşıldı. Böylece Hasan Sezâî Hazretleri’nin, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in vârisi olan büyük âlimlerden olduğunu müşâhede etmiş oldular.
Deryanın Büyüklüğü
Zamanın Edirne valisi, adamlarından ikisine birer kese altın vererek; “Gidiniz. Bu altınlardan bir kesesini Güzelce Baba’daki dergâhın şeyhi Enis Dede’ye, diğerini de Bostarı Pazarı’ndaki Hasan Sezâî’ye veriniz.” dedi. Vazifeliler Enis Dede’ye gelip parayı vermek istediklerinde, Enis Dede; “Evlâdım, vali paşaya selâmlarımı söyleyiniz. Biz bir şeyimiz kalmadığı zaman sahip olduklarımıza bakarız ve Rabb’imize şükrederek ne kadar çok şeye sahip olduğumuzu anlarız. Siz lütfen bunu ihtiyacı olan birine veriniz ki ben de memnun olayım.” dedi. Bunun üzerine oradan ayrılan vazifeliler Hasan Sezâî’nin dergâhına doğru yola çıktılar.
Bu sırada da Hasan Sezâî Efendi’nin dergâhının esnafa olan borçları birikmiş olduğundan, bazı esnaf, alacaklarını istemek üzere dergâha gelmişlerdi. Hasan Sezâî alacaklıları iltifat ile karşılayarak; “Buyurunuz. Lütfen oturunuz. Paranız gelmek üzeredir.” dedi. Hasan Sezâî’nin yanında para olmadığını bilen yakınları, bu alacaklıların sıkıştırmasından, bu sebeple hocalarının zor durumda kalacağından dolayı üzgün idiler. Az sonra valinin adamları geldiler. Hasan Sezâî Hazretleri onları görünce; “Nerede kaldınız evlâtlarım. Bizleri beklettiniz. Şu altınları verin de alacaklıların hesaplarını kapatalım. Kendilerini bekletmeyelim.” dedi. Oradakiler Hasan Sezâî Hazretleri’nin bu kerameti karşısında şaşa kaldılar. Hepsi onun talebesi oldular. Valinin adamları gelerek, gönderilen altınlar karşısında her iki zatın nasıl hareket ettiklerini anlattılar. Valinin maksadı da zaten bunu öğrenmek idi. Enis Dede ile görüştüğünde; “Siz altınları kabul etmediniz. Ama Hasan Sezâî Efendi aldı.” dedi. Enis Dede tebessüm ederek; “O öyle bir deryadır ki, ufacık kirli bir taş parçasının o deryaya düşmesiyle o derya kirlenmez. Deryanın büyüklüğü içinde erir kaybolur. Paraları, mutlaka bir ihtiyaç sebebiyle kabul etmiştir. Yine mutlaka kendisi için değil, başkalarına faydalı olmak için kabul etmiştir ve bunu kabul etmesi de ihlâsına zarar vermez.” dedi.
Daha sonra Hasan Sezâî Hazretleri ile görüşen vali; “Altınları Enis Dede almadı ama siz aldınız.” dedi. O da buna cevap olarak; “Efendim! O zât öyle yükseklerde uçan bir zümrüd-ü ankâ kuşudur ki, leşe konmağa dünyalık şeylere el sürmeğe tenezzül etmez.” dedi. Vali her iki zatın tevazûları ve birbirlerine olan edepleri karşısında hayrette kaldı. Onlara olan muhabbeti daha çok arttı.
Gül bahçesi
Edirne’de devlet erkânından bazıları güle çok meraklı idiler. Bir gün o gül yüzlü Hasan Sezâî Efendi’yi ziyarete gittiler. “Efendim, sizin güllerinizi görmeye geldik.” dediler. O da; “Maddî güllerimizi mi yoksa mânevî güllerimizi mi?” deyince, onlar, “Her ikisini de.” dediler. Birlikte bahçeye geçtiler. Hasan Sezâî oraya bir nazar edince misafirler kendilerini mânâ âleminde, fevkalâde güzel güller, sarmaşıklar arasında gördüler. Güllerin kokusundan mest oldular. Bundan sonra hepsi Hasan Sezâî Hazretleri’nin talebelerinden oldular.
Mektup
Hasan Sezâî Efendi uzak bir yere gittiğinde oğullarına ve talebelerine yahut uzakta bulunan sevdiklerine mektuplar gönderir, onların dinin emir ve nehiylerini yerine getirmekte gayret ve şevklerini artırırdı.
Oğluna yazdığı bir mektupta şöyle geçmektedir:
“Gözümün nûru evlâdım. Her hâlinle seni Yüce Allah’a emânet ettim. Kalp gözün açık olsun. Mahlûklara güzel ahlâk ile muamele edesin. Bütün amellerin en güzellerinden birisi de güzel huylu olmaktır. ‘Dili tatlı olanın dostu çok olur.’ buyrulmuştur. Daima insanların ayıbını gizle. Kimsenin şahsî ayıbını yüzüne vurma ve insanlara ifşâ etme. Gadab ve kızgınlığını yenmeye çalış. İhtiyarlara karşı hürmet et. Bir fakir gördüğün zaman, gücün yettiği kadar elinde bulunandan yardımda bulun. Bunlara riayet edersen ömrün uzun olur, Allahu Teâlâ her yerde seni azîz eder. Daima affedici ol. Vasiyetlerimi tutarsan dünyada rahat ve muhterem, âhirette de mükerrem olur ve rızâmı kazanırsın. Daima itikadı düzgün, sâlih kimselerle birlikte bulun. Dünya fânîdir. Ne sana kalır ne de başkasına. Bâkî kalacak şey, Allahu Teâlâ’nın rızâsını kazanmaktır.”
Başka bir talebesine yazdığı bir mektupta Hasan Sezâî şöyle buyurmaktadır:
“Allahu Teâlâ mânevî nimetlerden hisse almanı nasip eylesin. Sakın ha, dünya itibarına, makamına aldanıp mânevî yükselmeden geri kalmayasın. Sûret ve görünüşe itibar etmeyesin. Zira görünüşteki itibar, olsa olsa su üzerinde meydana gelen dalgaya benzer. Su üzerindeki dalganın devamlı olması mümkün müdür ve ona bağlanıp kalmak akıl kârı mıdır? Allahu Teâlâ mana âlemimizi ihyâ eylesin. Bize ve size hidâyet versin. Çeşitli yanlışlara düşerek, mâneviyâtımızın harap olmasından Allahu Teâlâ’nın rahmetine sığınırız.”
Merhamet
Hasan Sezâî Hazretleri zamanında Edirne'de, kötü yola düşmüş bir kadın vardı. Bir zaman bu kadın halisane tevbe edip, eski halinden vazgeçti. Salih ameller işlemeye başladı. Fakat uygunsuz kimseler tarafından tedirgin ediliyor, rahat bırakılmıyordu. Bu kadın Hasan Sezâî Hazretleri'ne gelerek kendisine yardım edilmesini istedi. O da, dergâhta kadınlara mahsus kısımda kalabileceğini bildirince, bir oda tahsis edilip, kadın orada kalmaya, ibâdet ve taatle meşgul olmaya başladı. Bu arada boş durmayan fitneciler, Hasan Sezâî Hazretleri hakkında çirkin iftiralar yapmaya başladılar. Daha da ileri giderek, bir gece dergâhın kapısına geyik boynuzu astılar. O ise olanlara sabrediyor, kimseye bir şey demiyordu. Geyik boynuzunu dergâhın içine aldırdı. Edirne günlerce bu dedikodularla çalkalandı. Hasan Sezâî Hazretleri yine sabrediyor, kimseye bir şey söylemiyordu. Bu şayianın yayılmasından az zaman sonra, Edirne'de müthiş bir uyuz hastalığı peyda oldu. Hasan Sezâî Hazretleri hakkında her kim dedikodu etmiş ise veya her kim bu dedikoduları dinleyip kabul etmiş ise, bu hastalığa yakalandı. Hastalık, bu sözlere adı karışmış olanlara yayılıyor, diğer insanlara bir şey olmuyordu. Hastalığa yakalananların bütün vücutları yara bere içinde kaldı. Hiçbiri derdine çare bulamadı. Affı ve merhameti çok olan Hasan Sezâî Hazretleri, onların bu hastalık sebebiyle şiddetli acı ve sıkıntı çekmelerine dayanamadı. Mübarek kalbi tahammül edemeyip, bir gece kılık kıyafetini değiştirerek çarşıya çıktı. Kahvelerden birine girdi. Hiç kimse onu tanıyamadı. Uyuz olanlara yaklaşarak; "Sizin derdinizin ilacı Hasan Sezâî'dedir." diyerek oradan ayrıldı. Ertesi gün dergâhın önü ana-baba gününe döndü. Hastalığa yakalanan herkes çare bulmak ümidiyle dergâha koşuyordu. Hasan Sezâî Efendi, gelenlerden her birine, onların dergâh kapısına astıkları geyik boynuzundan kazıyıp, toz hâlinde veriyordu. O tozu yarasına süren herkes Allahu Teâlâ’nın izniyle şifâ buldu. Bu arada herkes hatasını anlayıp, yaptıkları iftira ve dedikodulara pişman oldular, tevbe ettiler. Böyle bir dertten kurtulmuş olmanın verdiği sevinçle, bir sergi açıp üzerine para attılar. Toplanan paralarla dergâhın kapısına bir çeşme yapıldı. Tüm İnsanların istifadesine sunuldu.
Şerbet Oldu
Bir gün içkiye müptela olan bazı gençler, torbalarına içki şişeleri koyarak, kıra içki içmeye gidiyorlardı. Giderken, Hasan Sezâî’nin dergâhının önünden geçmeleri icabetti. Hasan Sezâî Efendi onları görerek; “Evlâtlar, nereye gidiyorsunuz. Torbaların içindeki şişelerde ne var?” diye sordu. O gençler, muziplik olsun diye ve hâllerini gizlemek için gülerek; “Efendibaba! Kıra gezmeye gidiyoruz. Şişelerimizde de şerbet var.” dediler. Hasan Sezâî tebessüm edip; “Peki öyle olsun.” buyurdu. Gençler ayrılıp gittiler. Kıra vardıklarında sofralarını kurdular. Şişelerindeki içkiyi içmeye başladıklarında hepsi birden çok şaşırdı. Çünkü şişelerin içindeki içkilerin hepsi şerbet olmuştu. Hepsi birden yolda Hasan Sezâî Efendi ile karşılaştıklarını ve konuşmalarını hatırladılar. Bu hâlin, o büyük zatın bir kerameti olduğunu anlayıp, hepsi tevbe etti ve ondan sonra bir daha içki içmediler.
Vefatından Yüz Sene Sonra
Hasan Sezâî Hazretleri’nin hayatında çok kerametleri görüldüğü gibi vefâtından sonra da böyle fevkalâde hâlleri, kerametleri çok görülmüştür. Vefâtından yüz sene kadar sonra, kabrini su basmıştı. Dergâhın bulunduğu yerdeki caminin hatibi rüyada birkaç defa ikaz olundu. Bunun üzerine, hürmetle ve hükümetin de malûmatı olarak, tasavvuf ehli zatların da huzurunda, besmele ile kabir açıldı. Bu arada Hasan Sezâî Hazretleri’nin cesedi de göründü. Vefâtından sonra aradan yüz küsur sene geçmiş olmasına rağmen, vücudu taptaze olarak duruyordu. Kabirden alınıp yan tarafta bir odaya kondu. Oraya konulduğu anda etrafı çok güzel bir koku kapladı. Kabir tamir edilip ve su basması önlendikten sonra tekrar aynı kabre defnolundu. Bu hâli gören ve duyanların muhabbet ve bağlılıkları daha da arttı.
KAYNAKLAR
Resul KESENCELİ
YazarBeyitKime arz-ı hâl edem sen var iken ey serv-i nâz Çâresiz derd-i dile sensin tabîb-i çâre-sâz (Ey servi boylu sevgili! Sen varken hâlimi kime arz edeyim. Çaresiz gönlümün derdine çare bulan tabip ya...
Yazar: Resul KESENCELİ
Tohum koymuş meyvesinin özüneAğaçları çekirdeğe saklamışÂlemleri ol Resulün yüzüneHalk eyleyip, nuru ile paklamışArzı dünya döner ismin anarkenLeylü nehar aşkı celil yanarkenZalim nefis imtihanla sına...
Şair: Ramazan PAMUK
Eşrefoğlu’nun Türkçe ve mensûr olarak kaleme aldığı Müzekki’n-nüfûs adlı eseri tasavvuf alanında önemli bir çalışmadır. Dinî, ahlâkî ve tasavvufî mâhiyette; İslâm ahlâkını, tarîkat âdâbını, nefisle mü...
Yazar: Resul KESENCELİ
Eyledüm yâ Rab senün hamdünle buna ibtidâBilmeyince tâ senânı kimse bulmaz çün bekâTâ tecelli kılmadun mirʾât-ı dil pes tîredür Sıklet...
Yazar: Mahmut KAPLAN