Emîr Sultan Hazretleri’nin Menkıbevî Hayatı
Emîr Sultan Hazretleri, Emîr Buhârî diye de tanınır. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in neslindendir. Kendisi Şeyh Şemsettin Muhammed bin Ali El-Hüseynî olarak bilinir aslen Buhâralı olup burada tahsil yapmış ve tarîkat terbiyesi görmüştür. Kendisi Kübreviyye tarîkatının Nurbahşiyye kolundandır. Hac yolculuğu sırasında Bağdat’a uğramış hacdan sonra da Anadolu’ya gelmiş ve Bursa’ya yerleşmiştir. Kendisi Seyyid ve Şerif’tir. Kısa sürede hâl ve hareketleri, ilmi ve olgunluğuyla herkesi etkilemiştir. Yıldırım Bâyezîd’in damadı olmuş kızı Hunda Sultan ile izdivaç yapmıştır. Yıldırım’ın İstanbul kuşatması sırasında dervişleriyle birlikte kuşatmaya katılmıştır. Ankara Savaşı’ndan sonra esir alınarak Timur’a götürülmüş fakat Timur Emîr Sultan’a izzet ve hürmet göstermek sûretiyle kendisini Bursa’ya tekrar göndermiştir. Tarihimiz boyunca Türk hükümdarlarının sadât-ı kirâma yani Seyyidlere karşı büyük bir tazim içerisinde olduğunu görmekteyiz.
Yıldırım Bâyezîd 'ın, Emîr Sultan ile Tanışması
Yıldırım Bâyezîd, Macarlarla savaşında kolundan yaralanmış ve genç bir hekim ona yardım ederek yarasını sarmıştı Yarası derin olmasına rağmen hekim öyle bir sarmıştı ki, Yıldırım Bâyezîd sabah sargıyı çözdüğünde hayretten donakalmış ve yaradan eser kalmamıştı. Bir de sargıda kullanılan bezin bir parçası hanımının nişanlıyken kendisine verdiği mendilin yarısıydı. Bunun sebebini öğrenmek, sırrını çözmek istedi; ancak yarasını saran hekim çoktan sırra kadem basmıştı. Osmanlı ordusu Niğbolu'da büyük kayıplar vermiş ve kaleye girmekte oldukça zorlanmıştı. Ama Sultan Bâyezîd büyük bir azim ve kararlılıkla taarruza geçecek ve kale kapısını açmayı başaracaktı. Orduyu âdeta kaleye buyur eden asker, yarasını saran aynı genç hekimdi. Bu arada padişah Edirne'deyken, kızı Hundi Hanım’ın kendi rızası alınmadan evlendirildiğini duymuş ve çok öfkelenmişti. Bu işi gerçekleştirenleri cezalandırmak için bir adamını Bursa'ya gönderecek; fakat araya hatırı sayılır kişilerin girmesi üzerine, cezadan vazgeçecekti.
Rüya ve Kutlu İzdivaç
Yıldırım Bâyezîd’in kerîmesi, rüyasında Peygamber Efendimiz’i gördü. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) ona; "Oğlum Muhammed Buhârî ile evlen, sakın beni kırma ve sözümü dinle!" buyurdu. Temiz rûhlu, edeb ve hayâ sâhibi Hundî Fâtıma Sultan, rüyasını kimseye söyleyemedi. Ertesi gün yine Peygamber Efendimiz’i rüyada gördü. Server-i âlem, ona; "Eğer âhirette benden şefâat etmemi istiyorsan, Muhammed Buhârî ile evlen." buyurdu. Hâlbuki Hundî Fâtıma Sultanın, Rumeli Beylerbeyi Süleyman Paşa ile evleneceği söylenmekte idi. Emîr Sultan, zâhiren fakir ve garip bir kimse idi. Hundî Sultan, bu çaresizlikler içinde bunalıp, duâ etti.
"Acaba Emîr Buhârî'nin bundan haberi var mı?" dedi. Kiminle ve nasıl haber gönderebileceğini düşünüyordu. Sonra kendisi gibi edep ve hayâ sahibi hizmetçisine rüyasını anlattı ve durumu Emîr Sultan'a bildirmesini söyledi. Hizmetçisi gidip durumu Emîr Sultan'a anlatınca, o; "Bizim de malûmumuzdur. Nikâhımız, Allahu Teâlâ tarafından kıyıldı. Dinimiz üzere burada da kıyılması gerekir. Durumu Hundî Fâtıma Sultan'a iletin." dedi. Bunun üzerine Emîr Sultan, dünürler gönderip sultanın kızını istedi. Fakat Valide Sultan kızını vermek istemeyip, işi zora sürerek, dünürlere; "Emîr Sultan'a söyleyin, kırk deve yükü altın getirirse kızımı veririm." dedi. Emîr Sultan Hazretleri de; "Sultan validemiz develeri göndersinler, isteklerini yerine getirelim. İstediği altınları gönderelim." deyince, sarayı bir telâş aldı. Bu işe kimsenin aklı ermedi. Böyle fakir bir dervişin kırk deve yükü altını nasıl vereceğini, şaşkınlıkla karşıladılar. Saraydan kırk deveyi Emîr Sultan'a götürdüler. Emîr Sultan, develerle birlikte Nilüfer Çayı’nın kenarına gitti. Develeri getirenlere; "Heybeleri bu kumlarla doldurun, sizler de istediğiniz kadar alın. Aldığınız altın olsun." buyurdu. Kimisi şüphe ederek bir şey almadı. Kimisi de heybeleri ve keselerini doldurdular. Kırk deveden meydana gelen kervan saraya girince, Emîr Sultan; "Boşaltın, istediğiniz altın olsun." dedi. Heybeler boşaltılınca, hepsi altın oldu. Kimi kendisi için de almadığı, kimisi de yolda aldıklarını döktüğü için çok pişman oldu.
Emîr Sultan ile Hundî Fâtıma Sultan'ın evlenmelerine karar verilince, Fâtıma Sultan, kendi el işlemesi gömlek ve çamaşırları Harem Ağası ile Emîr Sultan'a gönderdi. Emîr Sultan, bohça geldiği zaman bir odada mangal yakmış, talebeleri ile sohbet etmekte idi. Harem Ağası içeri girip; "Valide Sultan'dan." diyerek, bohçayı Emîr Sultan'a verdi. Bohçayı bir kenara bırakan Emîr Sultan, onların sıhhat ve âfiyetleri için duâ etti. Sonra bohçayı açıp, içinden bir mendil aldı. Mendilin içine birkaç köz parçası koyup, mendili kapadı. Tebessüm ederek Harem Ağasına; "Valide Sultan'a selâm söyleyiniz. Biz fakir dervişlerin, sultanlara hediyesi ancak böyle köz parçaları olur, kabul etmelerini arz ederim." dedi. Harem Ağası, herkesin şaşkın bakışları arasında oradan ayrıldı. Yolda giderken mendilin yanıp yanmadığını merak etti; fakat mendilden duman bile çıkmıyordu. Saraya kadar kendisini zor tuttu. Hediyeyi Valide Sultan’a teslim etti. Mendil sarayda olanların merakları arasında açıldı. Mendilin içinden ateş taneleri değil, gözleri kamaştıran elmas parçaları çıktı. Bu durumun, Emîr Sultan Hazretleri’nin kerâmeti olduğu anlaşıldı.
Şeyh Hâmid-i Velî ve Emîr Sultan Hazretleri
Şeyh Hâmid-i Velî/Somuncu Baba Hazretleri’nin Bursa’da hakîkî hâlini ilk kez gören ve anlayan, onun feyzinden istifade eden mâneviyat büyüğü Emîr Sultan Hazretleri olmuştur. Şeyh Hâmid-i Velî Hazretleri ile Emîr Sultan’ın ilk tanışması şu şekilde olmuştur: Somuncu Baba Hazretleri fırının önünde ekmeklerin pişmesini bekliyordu. Başında yeşil bir sarık üzerinde nohudî renkte bir elbiseyle bir genç adam geldi. Elinde küçük bir çömlek vardı. Göz göze gelmişler bir tek kelime etmemişlerdi. İki büyük şahsiyet hiç konuşmadan tanışmışlardı. Emîr Sultan çömleği pişirmesi için Somuncu Baba’ya verdi. Şeyh Hamid-i Veli Hazretleri çömleği fırına sokmak istedi fakat çömlek fırına girmiyordu. Bunun üzerine Emîr Sultan’a dönerek; “Bu çömleği ancak sen fırına sokabilirsin.” dedi. Emîr Sultan çömleği fırına sürdü fakat fırın soğuktu. Ateş yoktu fırında, fırın yanmıyordu. Buna rağmen Somuncu Baba fırının kapağını kapatarak birazdan pişer, çömleğini alırsın, dedi. Böylece iki gerçek dost birbirini bulmuş; Emîr Sultan, Somuncu Baba Hazretleri’nin feyzinden yararlanmaya başlamış, gerçek sırrına vakıf olmuştu.
Yıldırım Bâyezîd 1396 Niğbolu Zaferi’nin bir nişânesi olarak Bursa Ulu Cami’nin inşâsını başlatmıştı. Ulu Cami 1399’da tamamlanmıştır. Hatta caminin inşâsı sırasında işçilerin ekmek ihtiyacını Şeyh Hâmid-i Velî karşılamış, kendi fırınında pişirmiş olduğu ekmekleri işçilere dağıtmıştır. Ulu Cami’nin tamamlanmasından sonra İslâm dünyasında mevcut olan âdet üzerine açılışı Cuma günü yapılacak, ilk namazı kaza borcu olmayan birisi kıldıracaktı. Yıldırım Bâyezîd de bu ulvî görevi damadı Emîr Sultan’a vermek istiyordu. Fakat Emîr Sultan bu görev teklifi üzerine görevi kabul etmemiş ve Şeyh Hâmid-i Velî ’yi işaretle şunları söylemiştir: “Kutbu zaman ve Halîfe-i hakîkat-i Habîb-i Rahmân hâlâ şehr-i Bursa’da iken bu fakiri böyle hizmete lâyık ve şayan görmek münâsip değildir. O ki sahib-i zaman ve kutb-u daire-i imkândır. İlm-i zâhirde efdaldir.”
Böylece Ulu Cami’nin şanına, şöhretine yakışır şekilde açılmasının ona ait olacağını dile getiriyordu. Somuncu Baba Hazretleri ise sırrının açığa çıktığını anlıyor ve Emîr Sultan’a “Hay Emîr hay! Niçin bizi fâş ettin.” diyor fakat yine de Ulu Cami’nin açılışı içinde harekete geçiyordu. Bursa Ulu Cami’nin açılışında imam ve hatiplik yapan Somuncu Baba Hazretleri Fâtiha Sûresi’nin yedi türlü tefsirini yapıyordu. Bursa’da böylesine hutbe okuyan, insanları derinden etkileyen biri daha görülmemişti. Herkes şaşkınlık ve hayranlık içerisinde Somuncu Baba Hazretleri’ni izlemiş ve kendisine bakakalmışlardı. Tüm insanlar onun büyük bir velî, zamanın kutbu, sultanı olduğunu anlamışlardı.
Vefâtı
İsmail Beliğ'in Güldeste'sinde ifade edildiği gibi, "Cenâb-ı Hakk'ın füyüzâtına mazhar kerâmet sahibi, velâyet tahtının sultanı" olan Seyyid Şemseddin Emîr Sultan Hazretleri; mücâdele, mücâhede, riyâzât, zikir, duâ, niyaz, tazarru, cihad, hizmet ve sa'y-u gayret dolu bir hayatta bin bir tatlı hatıra bıraktıktan sonra 1429 yılında Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.
Şair Ahmed Paşa şu mısralarıyla tarih düşmüştür:
İntikâl-i Emîr Sultan'a
Oldu tarih: İntikâl-i Emîr
Cenaze namazını Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri kıldırmıştır. Emîr Sultan Hazretleri, türbesinde eşi Hundi Fatma Sultan, oğlu Emîr Ali ve iki kızı ile yatmaktadır. Türbesi Bursa'nın güneydoğusunda isminin verildiği mahallede, yüksek bir yerdedir. Türbesinin hemen karşısında, iki minareli Emîr Sultan Camii vardır. Etrafında büyük bir mezarlık bulunur. Allah'ın bu sevgili kulunun Bursa'ya kazandırdığı mânevî havadan herkes hissesine düşeni almaya çalışır.
BİBLİYOGRAFYA
Resul KESENCELİ
Yazar-LeMan dergisinin 26 Haziran 2025 tarihli sayısında Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed ile Hazreti Musa’yı aşağılayan bir karikatür yayınlandı.-Gül Resul’e kin kusandaTükürecek surat mı var?Çirkef...
Şair: Yusuf DURSUN
BeyitSaâdetdir o yârın uğruna cânı nisâr etmekKabâhatdır ana cân vermeyip de i’tizâr etmek(O sevgilinin uğruna can vermek âşık için mutluluk kaynağıdır. O sevgiliye can vermek yerine özür beyân etmek ...
Yazar: Resul KESENCELİ
Bitlisli Zaro Ağa, Türkiye’nin en uzun yaşayan insanı unvânıyla tarihe geçmiştir. Kimi kaynaklara göre de, dünyanın en uzun yaşayan birkaç kişisinden biridir. Osmanlı Devleti vatandaşı olarak doğmuş, ...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile olan anlaşmalarını bozup ihânet eden Yahudiler, Medine'den sürgün edilmiş ve çoğu Hayber’e yerleşmiştir. Burada Peygamberimiz (s.a.v.) ve İslâmiyet aleyhinde çeşidi if...
Yazar: Resul KESENCELİ