DÖRT YAŞ DÖRT AY
Küçük bir çocuk sokakta dolanırken, komşu teyze görür ve hayretle “Oğlum, senin ne işin var sokakta, annen nerde?” diye sorar. Çocuk, ağız dolusu güler ve “Annem evde beni uyutuyor teyze.” der. Anne nasıl yorgunsa, çocuğu uyuturken kendisi uyuyakalmış ve onun evden çıkıp gittiğini bile duymamış. Anne olanlar bilir, çocukları büyütürken geçirilen uykusuz gecelerden sonra, hiç durmadan geçirilen gündüzlerle de insan nasıl yorulur ve her fırsatta uykuda kalır gözü ama evladının bir gülüşü ona her şeyi unutturmaya yeter. O gülüş, onun için taze bir enerji kaynağı gibidir. Tabii, bu hisler karşılıksız değildir. Bebek ya da çocuğun, etrafında başka insanlar olsa da, annesini gördüğü andaki gülümsemesi, sevinci bir başkadır. Hiç kimseye güvenmez annesine güvendiği kadar. Anne çocuk arasındaki bu kuvvetli bağ bütün bir ömür sürer. Doğrusunu söylemek gerekirse; çocuklarımızı büyütürken yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizle aslında biz kendimizi de büyütürüz. Onlarla birlikte koşulsuz sevme ve sonsuz fedakârlıkta bulunma arzusu, sabır ve en önemlisi Yaratan’a şükür, hayatımızda gerçek anlamını bulur. Onlar için en iyisini dilerken dua etmenin tadını daha çok alırız. Bebekken bir an önce büyümelerini isteriz ama bu büyümenin aslında ne kadar hızlı olduğunun farkında olamadan, bir bakmışız, koca insan olup ya okumak için ya da evlenerek evden uçup gitmişlerdir bile. Bize daha dün gibi gelen bebeklik günlerini arada özleriz ve eski fotoğraflarına baktıkça, senelerin ne ara bu kadar geçtiğine şaşırıp kalırız. Yunus Emre’nin Ana rahminden geldik pazara Bir kefen aldık döndük mezara dizelerinde anlattığı gibi, hayatın çok kısa olduğunu bir kez daha görürüz. O hâlde nasıl ki; herhangi bir iş için (ki bu temizlik, misafir ağırlama hazırlığı ya da girdiğimiz bir sınav olabilir) zamanımız kısıtlı olduğunda daha planlı hareket edip daha verimli olmaya çalışıyorsak, evlatlarımızı bedenen ve manen yetiştirip hayata hazırlarken de aynı titizliği göstermeye dikkat etmeliyiz. Çok klişe gelse de atalarımız “Ağaç yaşken eğilir.” sözünü tam da bu konuya dikkati çekmek için söylemiştir. Bir komşumuz, oğlu dört yaş dört aylık olduğunda, okuma yaşı geldiği için evinde kalabalık bir davet vererek dualarla kutlama yapmıştı ve ardından çocuğuna hemen Kur’an-ı Kerim’i, abdest, namaz ve Esmaü’l-Hüsna’yı öğrenmesi için ders aldırmaya başlamıştı. Aslında bu, toplumumuzda yaygınlaşan bir gelenek hâline gelse, her çocuk Kur’an’ı ve dinini öğrenerek büyüse, kütüphanelere götürülüp kitaplarla tanıştırılsa, çocuklarımız telefona ve televizyona bağımlı, hayatta bir amacı olmayan gençler olarak yetişmez. Aksine, ne istediğini bilen ve bunun için mücadele eden, dinine ve vatanına bağlı, elinden ve dilinden başta kendisi olmak üzere, kimsenin zarar görmediği insanlar olarak topluma karışır. Bu da onlar için yapacağımız en büyük hayır olacaktır.
Raziye SAĞLAM
YazarSevgili çocuk dostlarım;Kar iyice bastırdı. Bugünlerde bizim çiftliğe yakın kayak merkezi açılıyor. Ömer ve Zeliş de dahil köyün bütün çocukları çok heyecanlı. Teleferikler kurulmaya başlandı. Kayak m...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Nefsin başı hoş olur gerçi bî-namaz ileSen namazı bırakma, mi’rac et namaz ileGeçtiğimiz günlerde bütün İslâm âlemi olarak, Ramazan Bayramı’nı idrak ettik. Haberlerde Mescid-i Aksa’da tüm engellemeler...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Yeni bir öğretim yılı başlarken aileler tatlı bir telaş içindeler. Bizim zamanımızda eve en yakın okul, en çok tercih edilen okuldu ki bunlar da çoğunlukla devlet okulları olurdu. Zaten özel okulların...
Yazar: Raziye SAĞLAM
İçinde yaşadığımız yüzyıla 'bilgi çağı' deniyor. Bilgiye ulaşmanın çok hızlı ve bir o kadar da kolay olduğu bir zaman dilimi. Yeni dünya düzeninde toplumların gelişerek değişmesi ve dönüşmesinde ise b...
Yazar: Asuman DÜZGÜN