Dijital Bağımlılık ve Görünmeyen Pranga
Bazı zincirler gözle görülmez. Sessiz ve sinsi bir şekilde, tıpkı bir sarmaşık gibi sarar hayatımızı. Buna en güzel örnek, başta telefon olmak üzere, tüm dijital aygıtlar diyebiliriz. El telefona gider, göz ekrana takılır, ardından akıl dağılır… Sadece “bir bakıp çıkmak” için açılan telefonlar saatlerimizi nasıl da alır, fark ettirmeden. İşte böyle başlar dijital bağımlılık.
Bugün sohbetler yarım, ilgi alaka bölük pörçük. Yan yanayız ama bir türlü “birlikte” değiliz. Çocuklarımızın gözleri, ekrana bakmaktan adeta kan çanağına dönmüş. Aile sofraları sessizleşti, birlikte geçirilen zamanın tadı kaçtı. Bu bağımlılığın en tehlikeli yanı da bu olsa gerek: İnsan, zinciri kendi eliyle takıyor; sonra da anahtarın nerede olduğunu unutuyor.
İnsanın yaratılışına baktığımızda bir denge ve ölçü görürüz. Şöyle ki kalp, durup dinlendiğinde toparlanır. Göz yalnızca görmez, baktığında derinlik ister. Kulak, sadece sesleri duymak için değil, anlamak için yaratılmıştır. Şu an içine hapsolduğumuz ekranlar bize bunların hiçbirini sağlayamaz. Biz, içimizdeki boşluğu doldurduğumuzu sanırız yalnızca. Oysa ekran doldukça gönlümüz boşalır.
En üzücü olan ise çocuklarımızın bu dijital girdabın içinde büyüyor olması. Artık çocuklar hayal kuramıyor, sokak oyunları oynayamıyor. İki üç çocuk bir araya geldiğinde ağızlarından dökülen ilk cümle “Canımız sıkılıyor.” olur. Canları sıkılmasın diye onlara ekran veriyoruz; ama aslında onların hayal gücünü susturuyoruz. Oysa bir çocuğun canı biraz sıkılsın; düşünsün, hayal kursun, kendi oyununu bulsun. Çünkü boşluk bazen büyütür insanı. Başarılarla dolu bir geleceğin yolu belki de buradan geçer.
Çare, teknolojiyi silip atmak değil elbette. Mesele onunla mesafeyi korumak. Ekranı bir kenara bırakıp karşımızdakine gerçekten bakmak. O anı kaçırmadan, dikkatle dinlemek. Belki de en çok da kendimize dönmek. Çünkü iç sesimizi unuttukça neye yöneldiğimizi de unutuyoruz.
Dijital dünyaya doğru mesafe koymak, aslında özgürlüğe doğru bir adım atmak demektir. Kendi hayatımızı yeniden sahiplendiğimiz, neyi neden yaptığımızı sorguladığımız bir yolculuk… Ailece bilinçle ekran karşısında geçirilen süreyi azaltmak; sohbeti, paylaşımı çoğaltmak gerekir. Bu görünmeyen pranga, önce fark etmekle çözülür. Sonra küçük adımlarla gevşetilir: bir sessizlik, bir es, bir dua, bir farkındalık… Ve zamanla insan yeniden kendine döner. Çünkü özgürlük, en çok da içinden geçtiğimiz bu kalabalıkta kendine sahip çıkabilmektir.
Rabb’imiz Ra’d Suresi 11. ayette ne güzel buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah, bir kavmi, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.”
Belki de bu çağın en çok ihtiyaç duyduğu dua şudur: “Rabb’im, kalbimizi Sana yönelt; dikkatimizi dağıtan her şeyden bizi koru.”
Gülşen CANPOLAT
YazarSen gittin ey Sultan’ım âlemde elem kaldıAltın kubbelerınden geride alem kaldıSöğüd’ün yaylasını uzattın Viyana’yaÇizdiğin haritadan elimde kalem kaldıAtların nal sesini işiten o yıldızlarDöküldü bire...
Şair: Ekrem KAFTAN
Hz. Ebû Berze’nin asıl ismi “Nadle bin Ubeyd” idi. Bazı Asr-ı Saadet tarihçilerinin beyanına göre, ismi “Nadle bin Niyar” idi. Niyar’ın şeytanın isimlerinden olduğunu söyleyen Peygamberimiz, değiştire...
Yazar: N.Nida DURAN
Ebû Talha (r.a.) Peygamber aşığı bir genç... Gönlü cihad ruhuyla dolu bir yiğit... Allah yolunda infakta malıyla, cihadda canıyla cömertlik yapan bir kahraman.Müslüman olduktan sonra Rasûlullah (s.a.v...
Yazar: Sema KORKMAZ
Beni çölden çöle salmış,Sen’in aşkın, Sen’in aşkın...Titreyen rûhumu almış,Sen’in aşkın, Sen’in aşkın...Sana ermek bize nîmet,Sana cennet bile hasret!Olmuş Âlemlere Rahmet,Sen’in aşkın, Sen’in aşkın.....
Şair: Halil GÖKKAYA