Dahîlek Yâ Rasûlallah
Yaman Dede (1887-1962)
Gönül hûn oldu şevkinden boyandım yâ Rasûlallah
Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım yâ Rasûlallah
Ezel bezminde bir dinmez figândım yâ Rasûlallah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Yanar kalbe devâsın sen bulunmaz bir şifâsın sen
Muazzam bir sehâsın sen dilersen rûnümâsın sen
Habîb-i Kibriyâsın sen Muhammed Mustafâsın sen
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Gül açmaz çağlayan akmaz İlâhî nûrun olmazsa
Söner âlem nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa
Firâk ağlar visâl ağlar ezel mesrûrun olmazsa
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Erir canlar o gülbûy-ı revanbahşın hevâsından
Güneş titrer yanar dîdârının bak ihtirâsından
Perîşân bir niyâz inler hayâtın müntehâsından
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Susuz kalsam yanar çöllerde can versem elem duymam
Yanardağlar yanar bağrımda ummanlarda nem duymam
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Ne devlettir yumup aşkınla göz râhında cân vermek
Nasîb olmaz mı Sultânım Haremgâhında cân vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhında cân vermek
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Boyun büktüm perîşânım bu derdin sende tedbîri
Lebim kavruldu aşkından döner pâyinde tezkîri
Ne dem gönlüm murâd eylerse taltîf eyle kıtmîri
Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Rasûlallah
Gönüller sultanı Mevlânâ’nın meşhur çağrısının yankı bulduğu bir gönül eri; Yaman Dede… Gayrimüslim bir aileden gelmesine rağmen Müslümanca bir hayat süren ve Müslümanca ölen bir dede… Yaman Dede, içinde bulunduğu durum sebebiyle Müslümanlığını elli beş yıl gizlemek mecburiyetinde kalmıştır. Hukuk Fakültesinden sonra yirmi sene avukatlık yaptıktan sonra öğretmenlik yapan bu yürekli insan, Galata Mevlevîhânesi’nde kendisini yetiştirmiş ve Diyamendi olan adını İslâm’la müşerref olduktan sonra “Mehmed Abdülkadir Keçecioğlu” şeklinde değiştirmiştir.
Yukarıya aldığımız na’tın ilk mısraında şair, soyut bir kavram olan gönlüne somut bir şekil vermiştir: “Gönül, hûn oldu.” Gönlün kan olması şiddetli ızdırapların, çekilen acıların beyanı için söylenmiş bir sözdür. Hz. Muhammed (s.a.v.)’i özlemekten yahut O’na olan sevgisini yıllarca dışa vuramamaktan kaynaklanan bir rûh hâlini dile getiriyor bu mısra. Peygamberine olan hasret ateşi, içinde o denli birikmiştir ki bu ateşi bir yanardağın sıkışan lavlarını püskürtmesi gibi dışa vuruyor. Şair hasret yangınını cehennem ateşiyle aynı şiddette görüyor. Zaten rûhlar âleminde bile kendisini sadece bir “feryât”tan ibaret gören şair, O’na kavuşup cemâlini görmek suretiyle rahata erebileceğini anlatıyor. Çünkü O, yanan kalbi serinletir; dert çeken yüreklere bir şifâdır. Maddî ve mânevî anlamda muhtaç olanlara cömertçe davranır. Çünkü O, Habîb-i Kibriyâdır. O, Muhammed Mustafâ’dır.
Üçüncü kıt’ada şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dünyanın yaratılışına sebep olma özelliğini dile getiriyor. “Ey Muhammed (s.a.v.), senin ilâhî nûrun dünyaya ışık salmasa gül açmaz, sular akmaz; bakışlarını bu dünyadan çevirecek olsan dünya yok olur, hayat diye bir şey olmazdı. Eğer sen olmasaydın bu dünya olmazdı; ezel ve ebed olmazdı, ayrılık veya kavuşma diye bir şey bulunmazdı.” ifadeleriyle “Levlâke levlâk lemmâ halaktü’l-eflâk” kutsî hadisine telmihte bulunuyor.
Dördüncü kıt’ada Peygamberimiz’in mübârek vücudu ile terlerinin gül koktuğunu hatırlatan şair, duyabilene, hayat bahşeden o gül kokusunu alan bir insanın duygusuz kalamayacağını ifade ediyor. Bu kıt’ada, sıcak bir havada Güneşe bakıldığı zaman onun titrermiş gibi görülmesini şair, farklı bir şekilde yorumlamak suretiyle hüsn-i ta’lîl sanatı yapıyor. Şair, Güneşin bu titrer gibi görünüşünü ve yakıcılığını Peygamber Efendimiz’in yüzünü görme hasret ve şevkine bağlayarak, son nefesinde bile O’na olan hasretini dile getireceğini anlatmak istiyor.
Peygamberimiz’e olan sevgi yoğunluğu daha doğrusu aşk, şairde öyle bir hâl almıştır ki dış dünyada olup bitenler onu zerrece etkilemez. Ne soğuk üşütür ne sıcak yakar. Yanan çöllerde susuz kalsa, bu çöllerde can verecek olsa bile elem duymayacağını söyleyen Yaman Dede, bağrında yanan ateşin dış âlemdeki ateşten daha şiddetli olduğunu söylüyor. Öyle ki içindeki ateş bir yanardağ misalidir. Yanardağdan fışkıran lavların yanında, çöl sıcağının hükmü olamaz. Bu yangınla birlikte hasretin ifadesi olan ağlayış ve gözyaşları da ummanlardan daha çoktur. Ummanlar onun gözyaşları yanında ancak bir “nem” mesâbesindedir.
Ateş ve su birbirine zıttır ancak şair, kendisinde hem ateş hem de su bulunduğunu söylüyor. Şairde bu iki unsur birbirine galebe etmeyecek oranda dengelidir… Şiddetli sevginin sonu cünun (delilik) hâlidir. Bu kıt’ada “Mecnûn” mazmunu vardır. Mecnûn da Leylâ’nın aşkından dolayı insanlardan uzaklaşıp kendisini vahşi bir çölün ortasına bırakıyor. Dışarıdaki çöl sıcağı Mecnûn’u hiç etkilemiyor; vahşi hayat da… Zira içinde bulunduğu rûh hâli onun dış dünyadan kopmasına sebep olmuştur. Yani dış âlemde olup bitenler onu ilgilendirmeyecek durumdadır. Yalnız, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’unda, Mecnûn: “Yâ Rab belâ-yı aşk ile kıl âşnâ beni/Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni” diyerek sevgisinin çoğalması, daha doğrusu derdinin artması, için duâ eder. Çünkü âşık o hâl ile vardır. Yoksa adı sanı silinecektir. Sevgiliden gelen belâ ise âşığa minnettir. Derdin çoğalması âşıklığın pâyesini artırır. Yaman Dede ise bütün sıkıntıları ateşleri, çölleri, yangınları hiçe saymasına rağmen yine de yandığını ve artık ferahnâk olmak istediğini söylüyor. Bunun için Hz. Muhammed (s.a.v.)’den imdat diliyor, ona sığınıyor.
Âşık, bir pervâne misâli alevde yok olmayı arzular. Bu, sevginin en şiddetli noktasıdır. Kendini sevdiği varlıkta yok etmek… Bunun tasavvuftaki ifadesi “fenâfillah”tır.
Altıncı kıt’ada şair, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yolunda can vermenin büyük bir mutluluk olacağını ifade ediyor. Peygamberimiz’in kabri başında ölümü diliyor. Ve yine son nefeste Allah ve Rasûl’ünün adıyla yani “kelime-i şahâdet” getirerek can vermenin kolay ve güzel olacağını söylüyor.
Son kıt’ada şair niyazda bulunuyor. Derdin dermanı Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. O’na olan susuzluktan dudakları yanmış, kavrulmuştur. O’nun ayağının ucunda zikredip dolanıp durmaktadır. Kendisini sahibine yaranmak için ayakucunda türlü hareketler yapan bir kıtmire benzeten şair, ondan bir işaret bekler. Bir iltifat görse hemen yanına koşacaktır.
Şiir, aruzun 4 mefâîlün kalıbıyla yazılmış bir musammattır. Bu kalıpta yazılan bir şiir, rastgele bir okunuşta bile âhengi sezilebilen bir yapıya sahiptir. Şair zaman zaman iç kafiyeler de kullanmak sûretiyle âhengi artırmasını bilmiştir.
Vedat Ali TOK
Yazar
Salâhî-i Uşşâkî (1705-1782)Gönül fikr-i hayâlinle sabahlar yâ RasûlallahOlur şem’-i cemâlinle sabahlar yâ Rasûlallah Alîl-i pister-i hicrin enîn ü zâr edip dildenTemennî-i visâlinle sabahlar yâ R...
Yazar: Vedat Ali TOK
- Kıymetli hocam öncelikle kısaca özgeçmişinizden bahsedebilir misiniz?- 1967 Mersin/Anamur doğumluyum. Antalya İmam-Hatip Lisesi mezunuyum. Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde lisans ...
Yazar: Musa TEKTAŞ
Dergimiz yazarlarından Fatih Çınar Hocamız Osman Hulûsi Efendi Hazretleri’nin muhterem babaları Hatip Hasan Feyzî Efendi’nin hayatını kaleme aldığı Şeyh Hâmid-i Velî Evlâtlarından Es-Seyyid Hatip Hasa...
Yazar: Yusuf HALICI
Devlet ol başun ki şer’üni idendür reh-nümâHavf-ı a’dâdan ne gam ana ki sensin pîşvâİrmez ol ten sıhhate derdinle olmazsa marîzBulmaz ol baş devleti yolunda olmazsa fedâSidre-i ravzan havâss ervâhına ...
Yazar: Vedat Ali TOK