İslâm’da İyi ve Kötü Çığır Açmak
İnsanoğlu bu dünyada yalnız yaşayan bir varlık değildir. Her sözü, her davranışı, her tercihi, başka hayatlara dokunur. İyi de olsa, kötü de olsa, insanın eylemleri zamanın akışına karışır; bazen bir damla gibi görünür ama bir gün bir nehrin yönünü değiştirir. İslâm ahlâkı, insanın sadece kendi fiilinden değil, o fiilin başkaları üzerindeki etkisinden de sorumlu olduğunu öğretir. Çünkü her iyilik bir tohumdur, toprağa düşer, filiz verir, meyveye durur; her kötülük ise bir ateştir, kıvılcım olarak başlar ama zamanla ormanı tutuşturur. Hz. Peygamber (s.a.v.), bu derin hakîkati şu veciz hadisle dile getirmiştir: “İslâm’da iyi bir çığır açan (sünnet-i hasene) kimseye, bunun sevâbı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevâbından da kendisine verilir. Fakat onların sevâbından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa (sünnet-i seyyie), o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.”[1] Bu hadis, insanın hayatına sadece bireysel bir ahlâk perspektifinden değil, toplumsal bir yankı ve süreklilik bilinciyle bakmasını ister. Çünkü insanın açtığı yollar, attığı adımlar, söylediği sözler bir gün kendisinden çok sonra da yaşamaya devam eder. Kimi bir hayır geleneğinin başlangıcı; kimi de bir bozulmanın ve bir fesadın kaynağı olur.
Hadisin ilk kısmı, insanın hayırda öncü olmasının ne büyük bir değer taşıdığını vurgular. Bir kimse bir iyiliği başlatır, insanlar ondan ilham alırsa, o kişi her birinin sevâbından pay alır. Böylece iyiliğin meyveleri sadece yapanın değil, onu örnek alanların da elinde yeşerir. Rivâyetlere göre, bu hadis, fakir sahâbîlerin sıkıntı içinde olduğu bir gün, ashaptan birinin elindeki azıkla gelip sadaka vermesi üzerine söylenmiştir. O an Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yüzü sevinçle parlamış, “Kim iyi bir çığır açarsa...” buyurarak bu davranışı övmüştür. Bir kişi, bir adım atmış; ardından başkaları da onu görüp aynı iyiliği yapmıştır. Böylece bir hayır zinciri doğmuştur.
İyilik, bazen bir tebessümdür. Bir yetimin saçını okşamak, bir kalbi incitmemek, bir hasta ziyâretine gitmek, bir öğrencinin yolunu açmak… Bunların her biri bir sünnet-i hasenedir; çünkü başlatan kişi, o davranışı görenlerin gönlüne de iyiliğin tohumunu eker. Bazen bir iyilik, sözle olur. Bazen bir yazıyla, bir fikirle, bazen de bir örnek duruşla. Bir âlim doğruyu söyler, bir adâlet ışığı yakar, bir insanlık kıvılcımı tutuşturur. O kıvılcım nesiller boyu sürer. İslâm tarihinde bunun sayısız örneği vardır. Hz. Osman (r.a.)’ın Medine’deki Rûme Kuyusu’nu satın alıp halka bağışlaması, bir “sünnet-i hasene”dir. Bugün hâlâ o kuyudan su içen herkesin sevâbında, onun payı vardır. Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar kurulmuş binlerce vakıf, medrese, imârethâne, hep bu hadisin rûhunu taşır. İnsanlar sadece iyiliği yapmamış, iyiliği kurumsallaştırmış, kalıcı hâle getirmiştir.
Günümüzde de bir hayır kurumu açmak, bir burs fonu oluşturmak, bir çevre temizliği başlatmak, bir eğitim projesi kurmak aynı sevap zincirine dâhildir. Çünkü bir kimse iyi bir örnek oluşturur ve bu örnek toplumda yayılırsa, o insan hayattayken de, öldükten sonra da ecir almaya devam eder. Kur’ân bu anlayışı şöyle temellendirir: “Kim bir iyiliğe vesile olursa, o iyiliğin sevâbından bir pay alır.”[2] Bir insanın ardında bıraktığı en güzel miras, işte bu vesile olma hâlidir. Zira dünya geçicidir, ama iyilik kalır. Bir ağacı diken, gölgesinden istifade eden herkes kadar sevap alır. Bir cami yaptıran, o camide edilen her duâdan pay alır. Bir öğrenciyi okutmak, bir insanın kalbine iman sevgisi koymak, bir topluluğu hayra teşvik etmek... Bütün bunlar, kıyâmete kadar sürecek bir sadaka-i câriyedir. Çünkü iyilikte öncü olanlar, insanlığın gizli kahramanlarıdır. Onlar bir kapı açar, ardından yüzlercesi geçer. Bir yetim güler, bir gönül huzur bulur, bir hayat değişir. Ve her defasında o ilk adım atan kişinin defterine yeni bir sevap yazılır.
Hadisin ikinci kısmı ise insanın içini ürperten bir uyarıdır. Çünkü kötülük de tıpkı iyilik gibi yayılır; ama bu kez bir vebal halkası oluşturur. Bir kimse kötü bir davranışı başlatır, başkaları da onu örnek alırsa, o kimse onların her birinin günahını da taşır. Bir yanlış, sadece bir kişiyi değil, bazen bir toplumu bozar. Yalanın yayılması, haksızlığın meşrûlaşması, iffetsizliğin teşvik edilmesi, adaletsizliğin sistemleşmesi hep birer sünnet-i seyyiedir. Bugün bir kötülüğü normal hale getiren, aslında yarının vebâlini de hazırlar. Dinde aslı olmayan bir bid‘atı yayan, hurâfeyi din gibi anlatan, haramı câzip gösteren bir insan, sadece kendi hatasını değil, ondan etkilenenlerin günahını da yüklenir. Bu, bireysel değil, toplumsal bir sorumluluktur.
Bir davranış biçimi düşünelim: Birisi gıybet etmeye başlar, diğeri onu örnek alır, sohbetlerin konusu hâline gelir. Bu küçük görülen günah, bir anda toplumun ahlâkını kemiren bir alışkanlığa dönüşür. İşte kötülüğün çığırı böyle açılır. Kimi zaman bir moda, kimi zaman bir ideoloji, kimi zaman bir medya akımı bu kötü çığırı başlatır. İnsanlar farkında olmadan onun izinden gider. Lüksü, bencilliği, şiddeti, haksızlığı özendirir ve sonunda bir nesil, o kötü örnekle büyür. İşte o zaman vebâl sadece “yapanın” değil, “başlatanın” omzundadır. Kur’ân bu gerçeği şöyle açıklar: “Kim bir kötülük işlerse, kendi aleyhine işlemiş olur.”[3]
Bir kötülüğü yaymak, bir fitneyi körüklemek, bir günahı alenîleştirmek… Bütün bunlar insanın ömrü bittikten sonra da defterine günah olarak yazılmaya devam eder. Oysa insan öldüğünde, amel defteri kapanır; ama başlattığı iyilik ya da kötülük kalır. Bu yüzden, kötülükte öncü olmak, sadece bireysel bir hata değil, toplumun vicdanını kirleten bir miras bırakmaktır.
Sonuç: Kalıcı İzlerin Sorumluluğu
Bu hadis, İslâm’ın toplumsal sorumluluk anlayışını en özlü şekilde dile getirir. İnsan, hem kendinden hem de kendisiyle yol bulanlardan sorumludur. İyilikte öncü olan, rahmetin kapısını aralar; kötülükte öncü olan ise fitnenin kapısını açar. Bir Müslüman, hayatını değerlendirirken sadece “Ben ne kazandım?” diye sormaz; “Benden sonra kim ne kazandı, kim ne kaybetti?” diye de düşünür. Çünkü davranışlarının yankısı, bazen asırlar sonrasına kadar uzanabilir. İyilikte öncü olmak bir ibâdettir; kötülükte öncü olmaksa bir vebâldir. Birincisi kalpleri yeşertir, ikincisi çoraklaştırır. Birincisi merhameti yayar, ikincisi zulmü büyütür. O hâlde insan, ardında nasıl bir iz bırakmak istediğini düşünmelidir. Bir gül mü ekecek cennet yoluna, yoksa bir diken mi bırakacak cehennem yoluna? Zira dünya bir gün bitecek, ama iyilikle başlatılan her çığır, cennetin kapısına açılan bir nur; kötülükle başlatılan her çığır, karanlığa düşen bir gölge olarak kalacaktır.
[1] Müslim, “Zekât” 69; Tirmizi “İlim” 15. Ayrıca bk. Nesâî, “Zekât” 64.
[2] 4/Nisâ, 85.
[3] 41/Fussilet, 46.
Ramazan ALTINTAŞ
Yazar
Filozofların hareketin sayımı dedikleri zaman, yaratılmıştır. Biz, süreli bir hayatta yaşıyoruz. Bütün yaratılmışlar bir zamanla kayıtlıdır. Kur’ân’da asra, kuşluk vaktine, geceye, gündüze, sabah vakt...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Bir garip kul düşse dara Hızır olup varmak gerek.Hüzün yüklü gönüllere Yûnus gibi girmek gerek.Her zerrenin var hikmetiSabır söndürür zulmeti. Çektiğin onca zahmeti Daim hayra yorm...
Şâir: Ahmet Sami BENLİ
Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin en müstesnâ simalarından biri olan Beşiktaşlı Yahyâ Efendi, tarih sayfalarında yalnızca bir müderris, bir şeyh veya bir şair olarak değil; ilmiyle amel eden, gönüller...
Yazar: Kemal DEMİR
Âlim, Arapçayı ve bu dilin özelliklerini, Yüce Allah’ın yaşam kılavuzu olarak gönderdiği Kur’ân-ı Kerimi ve Kur’ân ilimlerini, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadislerini ve Nebevî sünnetini iyi derecede bi...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ