Esmâü’l-Hüsnâ: El-Vâcid
Yüce Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-Vâcid, hiçbir vâsıtaya ihtiyaç duymaksızın “mücerret bilme” mânâsınadır. Zira Yüce Allah, yaratıklara mahsus olan el ve ayak gibi organlara, âlet ve araçlara sahip olmakla nitelendirilmekten uzaktır, münezzehtir.
Cenâb-ı Hakk’ın güzel isimleri arasında yer alan el-Vâcid, “kendisine darlık, yoksulluk ve âcizlik bulaşmayan” anlamları da taşır. Çünkü “darlık, yoksulluk ve âcizlik” gibi haller, kullara mahsus olan durumlardır. Bu sebeple, İlâhî Zât olan Yüce Allah, kullara mahsus olan durumlardan müstağnîdir; her türlü yaratılmışlık özelliklerinden uzaktır.
Darda kalmışın da yoksul ve âcizin de yegâne sığınağı O’dur. Mutlak anlamda ilticâ edilecek tek makam, Âlemlerin Rabb’i olan Yüce Allah’tır. Dünya hayatında mal, servet, makam, güzellik, ilim gibi varlıklı olma diye nitelendirilen hasletlerin insan için bir garantisi yoktur.
Vâcid, kendisi için lüzumlu olan şeylerin hiçbirinden mahrum olmayan demektir. Ulûhiyet sıfatları ve bunların kemâli hususunda kendisine gerekli olan her şey, İlâhî Zât’ta mevcuttur. Bu itibarla, ancak O vâciddir. İnsan, kendisine gerekli olan şeylere ulaşmış olsa da bunun yarınlara bir garantisinin olduğu iddia edilemez.
Elinde bulunan varlığını her an kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Meselâ insan, hâfıza kaybı yaşar; bilgisini kaybedebilir. Bir yangın ya da depremde bütün varlığı yok olabilir. Mahrûmiyet insan içindir. Kaldı ki, sınırsız arzu sahibi olan bir varlık, doyumsuz ve açtır. Kanâat ahlâkı gibi bir ahlâkla beslenmezse, açgözlülük hastalığı onu yer bitirir.
Akıllı bir mü’min, fânî varlıklarına güvenmemelidir. El-Alîm ve el-Ganî olan Allah’ın yanında, insanın ilim ve mal sahibi olması denizde bir damla bile değildir. Bu anlamda, insan fâkittir. Yitiren, elde edemeyen, arzusuna ulaşamayandır. O hâlde, Allah’ın dışındaki varlıklar, ancak kendilerinden aşağı olanlara nisbetle vâcid olabilirler.
Bilindiği gibi, “vecd” tasavvufta mü’minin kalbine Hak’tan gelen tecellî mânâsına gelir. Bu da bir bulmadır. Kalbin hüzün ve neşe cinsinden yaşadığı bütün hallerin her birisi bir vecddir. İşte, vecde gelene mecâzî anlamda ‘vâcid’ denilir. Elbette bu vâcidlik, Allah’a iman, amel-i sâlih, hakkı ve sabrı tavsiye sonucunda elde edilen bir lütuftur. Onun için vecd hali, mânevî feyiz ve bereketin kaynağıdır. Bu da mü’minin İlâhî ahlâkla ahlâklanmasının bir meyvesidir.
Öte yandan, vecd halinde bulunan Müslümanların birtakım özellik ve güzelliklerinden söz edilebilir. Bu hali yaşayan kimseler, yaptıkları ibadetlerden mânevî haz alırlar, huşû duyarlar. Meselâ namaz, oruç, hac vb. hiç bitmesin isterler. Onların hayatında ibadetler, şekil ve mânâ bütünlüğüne sahiptir.
Vecd ehli şekvâ değil, şükür ehlidir. Onlar, zor zamanlarda bile, içlerinde ferahlık hissederler. Çünkü her an Allah’la birlikte yaşamayı yüksek bir şuur haline getirmişlerdir. Onlar için, “gökten belâ kar gibi yağsa, anın adı aşk”tır. Öyleyse; Allah’ı bulan neyi kaybeder, O’nu kaybeden ise neyi bulur? Her mü’min, bu sorunun cevabını aramalıdır.
Editör
YazarBir varmış bir yokmuş… Çok ama çok uzaklarda, büyük bir padişahın küçük bir oğlu varmış. Adı Mehmet’miş. Bu Mehmet öyle sıradan bir çocuk değilmiş; çok meraklı, çok zekiymiş.Küçük yaşta kitaplar okuma...
Yazar: Editör
Tebriz'de esnafı denetleyen, ticarî hayatın düzenini sağlayan Bedreddin Ömer adında zengin biri vardı. Zenginliğinin yanında, cömertliğiyle de dillere destan olmuştu. Bu kerem sahibi eli açık zatın şö...
Yazar: Ayşe Gül PINAR
Hz. Peygamber (s.a.v.), asıl amacının Allah’ı sevmek ve bu sevgiyi başkalarına da aşılamak olduğunu belirtmiştir. Bu doğrultuda, tebliğ ve insanlarla iletişiminde sevgiyi merkeze almış ve sosyal yaşam...
Yazar: Editör
Geçtiğimiz ay, güneşli bir günde Bilecik ve Söğüt’e gitmek için ablam ve yeğenimle yola çıktık. Niyetimiz; Ertuğrul Gazi’yi ve Ertuğrul Gazi’nin, oğlu Osman Gazi’ye olan vasiyetinde “Oğul! Beni incit,...
Yazar: Raziye SAĞLAM