Yıkıntıların Ardında Şehir
Malumunuz olduğu üzere geçtiğimiz Şubat ayında büyük bir deprem yaşamıştık ve içinde olduğumuz Malatya ile beraber Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman çok şiddetli bir şekilde bundan etkilendi. Diğer şehirlerimizde de ciddi etkilenmeler oldu ama bu dört şehirdeki tahribat daha fazlaydı.
Malatya özelinde yazıma devam etmek istiyorum, zannediyorum ki ciddi derecede zarar gören diğer şehirlerimizde de durum aynıdır. Şehirlerin bir ruhu vardır, ona o ruhu katan insanların şehirlerde yaşaması ve yaşanmışlıklarla geriye kalan anılardan ibarettir.
Dolayısıyla şehir anılarla ileriye gider, anlam bulur, canlı kalır. Bugün deprem felaketini yaşadığımız şehirlerde maalesef insanlar hem barınacak yerlerini hem de işlerini kaybettikleri için farklı şehirlere zorunlu göç etmiş durumdalar. Hiç kimse için bu zaman dilimi kolay değil, bulunduğun şehri terk etmek, bütün anıları geride bırakıp gitmek bazen kolay olmuyor.
Kalanlar için de ayrı bir dert başlıyor çünkü yıllardır yaşadıkları şehrin adım adım yıkılışına şahit oluyorlar. Her köşe başında bir yıkıntıyı görmek, oluşan boşluklarda daha önce burada ne vardı diye hafızayı yoklamaya koyuluyoruz. Yaşayan bir şehrin yıkılışına şahit olmak da insanın canını acıtıyor bir bakıma.
Tabii yapacak bir şey yok, bundan sonrası için sağlam adımlar atmalı, sağlam yapılar yapmalı ve ders çıkarması gereken herkes dersini iyi çalışıp şehrin mimarisine kafa yormalıdır. Tabii şehrin de ruhunu tekrar kazanabilmesi için yine hasbi duygularla hazırlanmış projeler olmalıdır. Şehrin sıcaklığını hissettirecek, soğuk bir yapıda olmaması önemli.
Yıllar geçtikçe aşırı bir tüketim çılgınlığına gitsek de son birkaç yılda yaşadıklarımız aslında içinde bulunduğumuz dünyanın da nimetlerinin artık çok fazla olmadığı gerçeğini yüzümüze vuruyor. Bizim hesap kitap bilmez savurganlığımız sonucunda dünya kaynaklarını hızlı bir şekilde tüketmemizin faturası bir şekilde karşımıza çıkıyor ama bunun da muhasebesini yapma gereği duymuyoruz. Çünkü parasını verdiğimiz müddetçe her şey bizim deme hakkını kendimizde görüyoruz!
Şehrin ruhunun geri kazanabilmesi için bir an önce yıkıntıların ortadan kaldırılması elzemdir. Çünkü bu acı hatıralar durdukça bizi belki atalete sürükleyecek ve karamsar bir düşünce yapısından çıkmayacağız. Bu demek değil ki depremi unutalım, bu yapı yanlışlarını unutalım ve hayatımıza bakalım.
Ders çıkaralım, aynı hataları tekrar yapmayalım, insanlarımız depremden dolayı ölmesin, yaralanmasın. Dünyanın bir dengesi var, ona müdahale etme şansımız yok. Dolayısıyla biz sadece müdahale edebileceğimiz kısmıyla ilgilenmemiz lazım. Bunlara dikkat ettiğimiz zaman yine yeni yaşam alanları olur, insanlar yaşar ve o şehrin canlılığı sağlanır, hatıralarla şehir büyür. Kitaplara hikâyeler girer, şarkı ve türkülere sözler çıkar bu şehirlerden.
Şehirlerin ruhu insandır bir bakıma, bir şehirde insan yoksa orası viraneye dönmüştür. İnsan tek başına yaşayacak bir varlık değildir, elbette insanlardan uzak bir şekilde yaşamak isteyenler oluyor. Ama tamamen insanlardan soyut bir şekilde bir yerlerde sürekli olarak yaşamak fıtrata uygun değil.
İnsan konuştukça, paylaştıkça, gezdikçe, okudukça gelişir, değişir ve buna paralel olarak bulunduğu ortamın da gelişmesine, değişmesine katkıda bulunur. Bu vesile ile şehirlerimiz de gelişir, değişir. İşte nasıl bir şekilde geliştirip, değiştirdiğimiz de toplumsal hafıza ile mümkün. Karamsarlık bulutları içinde kaybolmadan şehrimizin ve şehirlerimizin ayağa kalkması için üstümüze düşeni yapacağız ve gerisi çorap söküğü gibi gelecek.
Şehirler ayağa kalkmazsa insanlar da ayağa kalkamaz çünkü şehrin varlığı da bir umuttur, insanın varlığı da bir umuttur. Güneşin doğması, batması, mevsimlerin birbirini kovalaması, kainattaki bütün denge hepsi ayrı bir umut. Umut varsa hayat vardır ve umut varsa yaşam sevinci devam eder. Bizler aslında yıkıntıların ardında kendini kaybetmiş şehri arıyor ve tekrar şahlanması için gayret etmek istiyoruz.
Erol AFŞİN
YazarHayatımızda birçok olay gelişiyor, kimisine müdahil olabiliyoruz, kimisinde aciz kalıyoruz. Özellikle ülkemizde üç dört yıldır açıkça sıkıntısını çektiğimiz olaylar silsilesi yaşanıyor. Bütün bu olayl...
Yazar: Erol AFŞİN
Bayrâmî-Melâmî geleneğinin önde gelen isimlerinden olan Hâşimî Emîr Osman, XVI. yüzyılda faaliyet yürütmüş sûfîlerdendir. Hâşimî, döneminin şartları içerisinde görüşlerini bir usûl dâiresince serdetme...
Yazar: Fatih ÇINAR
Hoca Ahmed Yesevî’nin hikmetleriyle İslâm’ı anlatmak adına Buhâra’dan yola çıkan, Anadolu’nun ayakta kalmasını sağlayarak Bursa’da duraklayan alperen dervişlerin bayrağını Balkanlara taşıyan alperen b...
Yazar: Oğuzhan AYDIN
Balkanlarda İslâm’ın yayılıp neşvü nema bulması birincisi Kur’ân ve cami merkezli ikinci olarak ise tasavvuf ocakları vasıtasıyla olmuştur. Yüce kitabımız Kur’ân’ın ve hadis-i şeriflerin oluşturduğu a...
Yazar: Kemal DEMİR