Yüce Allah Dinine Tuzak Kuranların Tuzağını Başlarına Geçirir
İslâm’ın ilk yılları... Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın alenî olarak İslâm’ı açığa vurduğu günlerdi. Hz. Ömer’in İslâm’la şereflendiğini gören Mekke müşrikleri infiâle ve telâşa kapıldılar. Derhal Mekke müşrik parlamentosu olan Daru’n-Nedve’de olağanüstü bir toplântı düzenlediler.
Toplântı sonrası, “Mekke’de her geçen gün Muhammed (s.a.v.)’in gücü artıyor. Biz ise, eksiliyoruz. Kurulu düzenimiz tehdit altında. Muhammed (s.a.v.) gücümüzü kırıyor ve birliğimiz, dirliğimizi dağıtıyor. O çoğalıyor, aksine biz ise her geçen gün kan kaybediyor, azalıyoruz. Haydin, varlığımızı korumak için Muhammed (s.a.v.)’in faaliyetlerini mercek altına alalım, kısa ve uzun önlemlerle stratejimizi devreye sokalım.” gibi bir karar ortaya çıktı.
Müşrik parlamenterler arasında yer alan Utbe b. Rabi’a, Ebû Cehl b. Hişam, el-Veîid b. el-Muğîre, Ebu’l-Bahterî b. Hişam ve ‘Amr b. Umeyr b. Mes’ûd’un bulunduğu vekiller istişâre etmek için Daru’n-Nedve’de toplândılar. İblis de yaşlı bir adam kılığında onlarla birlikte meclise girdi.
Ona, “Ey ihtiyar! Seni buraya kim getirdi, sen kimsin? Biz buraya kimsenin bilmesini istemediğimiz gizli bir iş dolayısıyla geldik.” dediler. İblis, “Allah’a yemin ederim ben Tihameli değil, Ezdlilerden bir adamım. Ben Yemen’den geldim, Irak’a gitmek istiyorum.
Görülecek bir işim var, fakat baktım ki sizin yüzleriniz güzel, kokularınız hoş; dinlenmek ve sizin konuşmalarınızı dinlemek istedim.” dedi. İçlerinden biri, “Bundan bize bir zarar gelmez, çünkü o Tihameli değildir.” dedi. Bunun üzerine, “Ey yaşlı!” dediler, “Kapıyı kilitle ve otur.”
Darun’n-Nedve’de meclis başkanlığı yapan Ebû Cehl b. Hişam, gizli oturumu başlattı ve “Saygıdeğer Arap uluları; atalarımızdan devraldığımız inançlarımıza muhâlefet eden, ilâhlaştırdığımız putlarımıza söven, bizleri dinimizden başka bir dine davet eden Muhammed (s.a.v.) hakkında ne önerirsiniz? Gün geçtikçe onun bağlıları artıyor, altımızdaki toprak kayıyor, taraftarlarımız azalmaya başladı, buna âcil bir çare bulmamız gerekir.” dedi.
Ebû Cehil bu konuşmasının ardından müşriklerin aksakalı hükmünde olan Amr b. Umeyr’e, “Bu hususta senin görüşün nedir?” dedi. Bu soru üzerine Amr söz alarak, “Benim görüşüm, Muhammed’i bir deveye bindirelim, onu sıkı sıkı bağlayalım, Harem Bölgesinin dışına çıkaralım, böylece onun şerri bizden uzaklaşmış, başkalarına bulaşmış olur.” dedi.
Bu teklif üzerine İblis ya da İblisleşmiş bir müşrik, itiraz ederek şunları söyledi: “Ey yaşlı! Bu ne kadar kötü bir görüş. Sen aranızda yaptıklarını yapmış olan bir adamı tutacaksın, yapmış olduğu bu kadar büyük işe rağmen onu kovmakla kalacaksın. Kuşkusuz o da pek çok kimseyi etrafında toplar ve sizi topraklarınızdan çıkartır.”
Sonra meclis başkanı Mekke’de gün geçtikçe güçlenen İslâm’ın önünü kesmek ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ne gibi cezâ verileceğini müzâkere etmek için Ebu’l-Bahterî’ye dönerek, “Sen ne dersin?” dedi. O da, “Muhammed’i bir eve hapsedelim, kapıyı üzerine kilitleyelim; sadece yiyecek ve içecek verecek kadar bir delik açalım, ölünceye kadar onu bu durumda bırakalım.” önerisinde bulundu.
İblis durur mu, tekrar devreye girdi, Ebu’l-Buhterî’nin bu görüşüne de itirâz ederek şunları söyledi: “Ey yaşlı adam! Allah’a yemin ederim ki görüşün çok kötü. Siz düşmanınız olan bir adamı tutacak ve besleyeceksiniz. Kuşkusuz kavmi onun lehine öfkelenecek, onu kurtarıncaya kadar sizinle çarpışıp duracaklar. Siz nerde, böyle bir kötülük nerde?”
Bu görüş üzerine meclis üyeleri İblise hak verdiler; onun doğru söylediğini teyit ettiler. Ardından da, parlamento başkanı Ebû Cehile dönerek, “Ey Ebû Cehl! Sen ne dersin?” diye sordular. Ebû Cehl de şöyle cevap verdi: “Kureyş’in her bir kolundan bir adam seçip ellerine birer kılıç verelim; hepsi birden üzerine yürüyüp onu öldürsünler.
Bu durumda Hâşimoğulları bütün Kureyşlilere düşmanlık besleyemez. Biz de onun diyetini öderiz.” Bunun üzerine İblis, “Allah’a yemin ederim ki, başkan çok doğru söyledi.” dedi. Yapılan oylamada Ebû Cehil’in bu görüşü oybirliği ile kabul edildi ve Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında alınan bu kararı hayata geçirmek üzere hepsi toplantıdan ayrıldı.
Karar, çok korkunçtu. Bu resmen Peygamber Efendimiz’e operasyon düzenleyip onu öldürmekti. Bu alınan gizli karardan Peygamberimiz’in amcası Ebû Tâlib haberdâr oldu. Bunu yeğenine bildirmedi. Muhtemelen öldürülmekten çekinip kaçacağından korktu. O vakit bu aleyhlerine konuşulmasına sebep olacaktı. Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.), Rasûl’üne şu mesajları indiriyordu:
“Onlar bir şeye kesin karar verdilerse biz de vermişizdir. Yoksa onlar, gizlediklerini ve fısıldaştıklarını bizim işitmediğimizi mi sanıyorlar! Hayır! Doğrusu şudur ki onların yanındaki elçi meleklerimiz her şeyi kaydediyorlar.”[1] Bu âyetten anlaşıldığı kadarı ile “Eğer onlar Muhammed (s.a.v.)’i öldürmek istiyorlarsa, biz de onları Bedir’de öldürmeyi kararlaştırdık.” demektir. “Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Ama asıl tuzağa düşecek olanlar inkârcıların kendileridir!”[2]
Gerçekten de Mekke müşrikleri müstağnî bir edâ ile İslâm’a, Müslümanlara ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’e tuzak kuruyorlar, hile yapıyorlardı. Rabb’imiz de İslâm yolunda çalışan kullarını korumak için İslâm düşmanlarına bir plân kuruyordu. Bu husus Kur’an’da şöyle anlatılır: “Onlar bir tuzak kuruyorlar; Ben de bir karşı plân hazırlıyorum.”[3]
İslâm yolunda samimiyetle çalışan, terleyen ve hasbî olarak mücâdele veren kullarını Rabb’imiz hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Yeter ki inançlı ve usûlüne göre dâvâya hizmet edilsin. Yüce Allah, müşriklerin bu insanlık dışı, korkakça tuzakları konusunda Hz. Peygamber Efendimiz’e şu çağrıda bulunmuştu: “Sen o inkârcılara süre ver, onlara biraz zaman tanı.”[4]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in dâvâsının en büyük destekçisi olan amcası Ebû Tâlib bu konuda durur mu? Hemen aktif rol oynadı. Korkunç plânı deşifre etmek adına yeğeninin yanına koştu, onu korumak ve davasında desteklemek için elinden ne gelirse yapacaktı.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, şefkat ve merhamet Peygamberinin amcası Ebû Tâlib yeğenine şunları söyledi: “Ey kardeşimin oğlu! Bu sesler, gürültüler nedir?” Allah Rasûlü (s.a.v.): “Amcacığım! Kureyş’in ne yapmak istediğini bilmiyor musun?” diye sordu.
Amcası, “Kardeşimin oğlu! Yoksa benim duyduğumu sen de mi duydun?” diye karşılık verdi. Allah Rasûlü, “Evet.” dedi. Amcası, “Peki sana bunu kim haber verdi?” diye sorunca, O (s.a.v.), “Rabb’im” dedi. Bunun üzerine Ebû Tâlib, “Allah’a yemin ederim ki ey kardeşimin oğlu, şüphesiz senin Rabb’in seni çok iyi koruyor. Ey kardeşimin oğlu! Neyle emrolunduysan onu yap. Bundan dolayı senin çekinmeni gerektirecek hiçbir şey yoktur.” dedi.[5]
Bilindiği gibi bu olaydan sonra hicret olayı yaşanacak ve İslâm Mekke’nin dışına çıkacak, kendi Medine’sini oluşturarak dünyaya açılacaktı. Böylece Hak bâtıla galip gelecek, evrensel ölçekte bütün bir dünyada İslâm yankılanmaya başlayacaktı.
Yeter ki Müslümanlar üzerlerine düşen görevi yerine getirsinler. Güçleri nisbetinde Allah’a karşı olan sorumluluklarının farkında olarak Müslümanca bir hayatı yaşasınlar. Bize düşen İslâm’ı en güzel bir şekilde temsil etmektir, gerisini yaratacak olan Yüce Allah’tır. Tarih boyunca İslâm’ın kaderi böyle olmuş, bundan sonra da böyle olmaya devam edecektir.
[1] 43/Zuhruf, 79-80.
[2] 52/Tûr, 42.
[3] 86/Târık, 15-16.
[4] 86/Târık, 17.
[5] Bkz. Mukâtil b. Süleyman, Tefsîr-i Kebîr, terç. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul: İşaret Yayınları, 2006, IV, 391-92.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarÂlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, yeryüzünü maddî-mânevî anlamda imar etme ve yönetme ehliyetiyle insanı ‘halîfe’ makamına getirirken, ruhlar âleminde verdikleri söze sâdık kalmalarını hatırlatıcı peyg...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Şiâr, sözlükte, “bir şeyin kendisine özgü niteliklerine kılavuzluk eden alâmet, nişan, sembol, parola” anlamlarına gelir. Çoğulu, şeâir olup, bir şeye alem kılınan, bir şeyle alâmetlendirilen he...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Hicretin 6. yılı…Hz. Peygamber (s.a.v.) Müstalikoğullarının Medine’ye baskın düzenlemek için asker topladıkları haberini alır. Yapılan araştırma neticesinde olay doğrulanır. Bunun üzerine Rasûl-i Ekre...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Arapça bir kelime olan “kalb”, sözlükte, insanın yolunu ve elbisesini değiştirmesi gibi, bir şeyi bulunduğu hâlden bir başka hâle çevirmesi mânâsına gelir.[1] İnsan aklının değiştiriciliği gibi ...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ