İslâm Şahsiyeti ve Müslüman Şahsiyetin Nitelikleri
Batı literatüründe şahsiyet kavramı karşılığında tiyatro oyuncularının oyun esnasında yüzlerine taktığı maske anlamına gelen persona sözcüğü kullanılır. Oyuncular konuşmalarını bu maske altında yaparlar. Her oyuncuyu birbirinden farklı kılan bu maske tarzıdır. Ama bu tarz, İslâm’da kullanılan “şahsiyet” sözcüğünün ihtiva ettiği manayı ihtiva etmez.
Birinde salt şekilcilik, her an değişkenlik, diğerinde ise oturmuş karakter vardır. İslâmî literatürde şahsiyet, kişiyi başkasından ayıran ve onu kendi yapan özellikler toplamı olarak tanımlanır. “Şahsiyet” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de iki âyette şu şekilde geçer: “(Rasûl’üm!) Sakın, Allah'ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı (teşhasu) bir güne erteliyor.”[1] “Şaşmaz sözün gerçekleşmesi yaklaşmıştır; bir de bakarsın ki inkârcıların gözleri yerinden fırlamış! (şâhısa) “Gerçekten biz, bu konuda gaflet içindeymişiz; daha da ötesi büsbütün zulme batmışız” diye yakınmaktadırlar!”[2]
Bu âyetlerde “teşhasu” ve “şâhısa” kalıbında geçen kelimelerin ortak manası “belirmek”tir. Arapçada “şuhus” kökünden gelen şahsiyet; belirgin özellik, uzaktan görünmek ve kişilik demektir.[3] İşte İslâm şahsiyeti veya İslâmî şahsiyet dediğimiz zaman, bir kişinin İslâm dininin öğretilerine ve değerlerine uygun şekilde geliştirdiği kimlik ve kişilik yapısının ön plana çıkması akla gelir.
Bu kavram, kişinin dinî inançları ve ahlâkî değerleri doğrultusunda hayatını şekillendiren, toplumla ilişkilerinde İslâmî ölçütlere uyan bir bireyi tanımlar. İslâm şahsiyeti, insanın Allah'a olan kulluğunu, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in örnekliğini ve İslâm'ın temel öğretilerine sadakatini bir arada barındıran bir yapıdır.
İslâm şahsiyeti ya da Müslüman şahsiyet, Yüce Allah’ın kendisine verdiği temyiz gücü olan aklı doğru kullanır ve hikmetli düşünmeyi önemser. Kararlarını, yalnızca duyguları ile değil, akıl ve mantıkla şekillendirir. Aklını kullanarak dinî öğretileri anlamaya çalışır ve bu anlayışı hayatına uygular.
Bunun neticesinde Yüce Allah’ın kendisine lütfedeceği hikmet sayesinde, doğru söz söylemek, doğru kararlar almak ve toplumda faydalı işler yapmak gibi eylemler için kendisini adar. Çünkü o, adanmış kimsedir.
İslâm şahsiyeti, dünyaya aşırı bağlanmamaya ve dünya nimetlerini aşırı arzulamadan geçici şeylere değer vermemeye dikkat eder. Her şeyin geçici olduğunu bilir ve ahiret için çalışmayı esas alır. Ancak bu, dünyada yaşamaktan ve çalışmaktan kaçınmak değil, dünya işlerini dengeli bir şekilde yürütmek anlamına gelir.
İslâm şahsiyeti Yüce Allah’a gönülden bağlanır, hayatını ihsan üzere temellendirir. İhsan, Allah’a karşı olan ibadeti, sanki O’nu görüyormuş gibi bir bilinçle yapmaktır. Bu manada İslâm şahsiyeti, tüm davranışlarında yüksek bir ahlâkî standarda sahip olur ve Allah'a olan kulluğunu en iyi şekilde yerine getirmek için çaba gösterir. İhsan sahibi olmak, kişinin Allah’a olan bağını güçlendirir ve kalbini temizler. Eli karda, gönlü yârde olur. Böyle bir şahsiyet, her an Allah’la birlikte olma duyarlılığını korur.
İslâm şahsiyeti, sorumluluğunun şuurunda olan bir kimsedir. O, hayatını amaçsız olarak yaşamaz. Hayatının bir amacı olduğunu bilir. Onun sorumluluklarının başında içinde doğduğu ailesi gelir. Aile bireylerine karşı sevgisini ve saygısını gösterir, onları korur ve onlara en iyi şekilde hizmet eder.
Aile içinde dengeyi sağlamak, eşine ve çocuklarına karşı adaletli olmak, İslâm’ın öngördüğü değerlerden biridir. Bu sebeple kendisine emanet edilen aile bireylerini İslâmî değerler üzere yetiştirir. Onun ailesi, küçük bir dâru’l-İslâmdır.
İslâm şahsiyeti, başkalarına İslâm’ı zorla kabul ettirmektense, barışçıl yollarla İslâm’ın güzelliklerini ve doğruluğunu söz ve eylemleri ile gösterir. İslâm’ın barış, hoşgörü ve adalet mesajını yaymaya çalışır. Kendisinin ve toplumunun iyiliği için çalışır, düşmanlık yerine dostluğu tercih eder.
İslâm’ın yayılış tarihiyle ilgili davet kitaplarına baktığımız zaman İslâm’ın uzak diyarlara âlimler kanalıyla değil, Müslüman tüccarlar kanalıyla gittiği anlatılır. Belki bu Müslüman şahsiyetler İslâm âlimleri kadar İslâm bilgisine sahip değillerdi. Ancak onlar, İslâm’ın kendilerine yüklediği ahlâkî sorumlulukları birebir hayatlarında yaşıyorlardı.
Muhatap oldukları müşteriler de bunların temiz hayatına gıpta ediyor ve böylece onların sahip olduğu inançlarını kolayca benimsiyorlardı. Unutmayalım ki, İslâmî şahsiyetler yapıyı kurar, bu yapı da İslâmî şahsiyetleri yetiştirir. Eğer bizler kadınıyla erkeğiyle, hangi meslek ve sanatı icrâ ediyorsak, bulunduğumuz mahalde
Müslüman şahsiyeti örnekliğini sergileyebilirsek, mıknatısın demiri çektiği gibi, çevremizde arayış içerisinde bulunan insanların da bizim temsil ettiğimiz İslâm’a teveccüh edeceklerini göreceğiz. İdeal Müslüman şahsiyeti, ancak, İslâm dini inşâ edebilir.
İslâm, uzak doğu dinî öğretileri gibi ne nefsi öldürmeyi, ne de materyalist Batı gibi nefsi azdırmayı hedefler. O, nefsi terbiye ve tezkiye ederek nefisle birlikte var olmayı temel ilke edinir. Bu mânâda İslâm şahsiyeti, nefsini terbiye etmek ve sürekli olarak kendini geliştirmek için çaba gösterir.
Özellikle rûhsal huzur ve mânevî güç için dua eder ve Allah’ı sürekli zikreder. Zikr-i kül üzere bir hayat yaşar. Zikir, kalbin huzura kavuşmasını sağlar ve insanı Allah’a yakınlaştırır. Duâ etmek ise, insanın kendisini Allah’a teslim etmesinin bir yolu olup, İslâm şahsiyetinin mânevî hayatını güçlendirir.
Tevbe ameli ile nefsini kötü arzu ve davranışlardan temizlemek sûretiyle arınır. Kendini mânevî anlamda geliştiren bir kimse, eksik ve kusurlarını görür, insan-ı kâmil olma yolunda mücâdeleden geri durmaz. Bu özellik ve güzellikleri sinesinde toplayan Müslüman şahsiyeti görüldüğü zaman Yüce Allah’ı ve erdemleri akla getirir.
Böyle bir donanıma sahip olan Müslüman şahsiyet, güçlüklerle sınandığı, ateş çemberinden geçmek zorunda kaldığı anlarda yaşantısından tâviz vermez, onurlu bir duruş sergiler, kimlik krizine asla girmez ve kıblesini yitirmez. Nasıl ki göz gözü görmeyen fırtınalar dindiği zaman dikili bir taş ya da ağacın tekrar görünür hâle geldiği gibi, bütün belâ ve imtihan fırtınaları dindiği zaman Müslüman şahsiyet de dimdik Müslüman kimliği ile ayakta varlığını korur.
İslâm şahsiyeti tam bir vefâ âbidesidir. Vefâ, kişinin sözünde durması, verdiği sözü yerine getirmesi ve diğer insanlarla ilişkilerinde güven oluşturmasıdır. İslâm, sözün ve anlaşmanın büyük önem taşıdığı bir din olduğu için, İslâm şahsiyetinde de vefâ yüksek bir değere sahiptir.
Bugün yaşadığımız toplumda “vefâ” problemi yaşanmaktadır. Herkes birbirini “vefâsızlık” yapmakla suçlamaktadır. Güven duygusunun zedelendiği bir toplumda birlik, sosyal dayanışma ve yardımlaşma bağları zayıflar. Bu durum toplumların tarihsel sürekliliğinin en büyük düşmanı hâline gelir.
Bu sebeple yeniden insanlar arası ilişkilerde güven duygusunun sağlanmasında “vefâ” erdeminin geliştirilmesine ve ahlâkî bir ilke olarak insanların hayatında yer alması konusunda aile başta olmak üzere eğitim kurumlarında erdem eğitimine ağırlık verilmelidir.
İslâm şahsiyeti, insan haklarına saygı duyar, hoşgörülü ve açık fikirli olur. İnsanların farklı inanç ve düşüncelere sahip olabileceğini kabul eder, onlarla iyi ilişkiler kurar ve onlara saygı gösterir. Farklılıklar karşısında adâletli ve hoşgörülü bir yaklaşım sergiler.
Çünkü ‘hoşgörü’ kavramının özünde her ne kadar ‘öteki’ benden farklı düşünüyorsa da ben önyargısız olarak onun farklı olan ontolojik varlığını benimsiyorum ve onun ahlaki sorumluluğunu üzerime alıyorum düşüncesi vardır. İslâm'ın zengin entelektüel geleneği “öteki”ni bir realite kabul edip “ötekileştirmeden” onunla kendi anlam çerçevesinde ilişki kurmayı, onu kendi beyanıyla esas alıp konuşmayı temel alır.
İslâm şahsiyeti, başkaları için fedakârlık yapmayı ve sabırlı olmayı öğrenmiştir. Zorluklar karşısında sabır gösterir, sıkıntılarla mücâdele ederken Allah’a güvenir ve O’nun takdirine rıza gösterir. Ayrıca, toplumun refahı için kendi isteklerini bir kenara koyarak başkalarına yardım etme bilincine sahiptir.
Çünkü insanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. Müslüman şahsiyet; sıradan, düz, silik, eğilip bükülen, menfaatine göre maske kullanan ve duyarsız bir kimse değil, tam aksine sözü dinlenen, başı dik, şahsiyetli ve farklı olan kimsedir. O, içinde yaşadığı toplumun ve İslâm dünyasının sorunlarına karşı duyarsız, dertsiz, amaçsız, kişiliksiz ve ruhsuz değil, zamanın râhunu iyi kavramış olarak gücü nispetinde sorumluluklarını hakkıyla yerine getiren bir dava eridir.
Sonuç olarak, İslâm şahsiyeti, sorumluluk duygusu ile hareket eder. Onun hayatı; Allah’a karşı kulluk borçlarını yerine getirdiği, ahlâkî değerlerle hareket ettiği, toplumsal huzuru ve barışı sağlamak için çaba harcadığı bir yaşam tarzıdır. İslâm şahsiyeti, sadece dindar bir birey olmakla sınırlı değil, aynı zamanda İslâm'ın rûhuna uygun şekilde topluma faydalı, âdil ve merhametli bir birey olmayı da ifade eder.
İslâmî şahsiyet, Müslüman kavramı içerisinden süzülmüş çıkmış, İslâm’ı hayatında tavizsiz bir şekilde yaşayan, çevresine örnek olan, adanmışlık rûhuyla hareket eden, dava bilincine ve liyakatine sahip bir dava adamlığıdır. Bugün ümmet olarak böyle bir Müslüman şahsiyeti yetiştirmek hepimizin boynunun borcudur. Var olmak istiyorsak hiçbir Müslüman bu sorumluluğu yüklenmekten kaçınmamalıdır.
[1] 14/İbrahim, 42
[2] 21/Enbiya, 97
[3] Bkz. Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’an, İstanbul: Kahraman Yayınları, 1986, s. 376.
Ramazan ALTINTAŞ
YazarYüce dinimizin altı iman esasını hepimiz küçük yaşlarda öğrenmişizdir. Çünkü yazları gidilen Kur’ân kursları ile diğer dinî eğitimlerde ilk öğrendiğimiz şeylerden biri de imanın şartlarıdır. Bu altı e...
Yazar: Enbiya YILDIRIM
Kaç hicranlı gün kuşandın, aşkı kuşandığın gibiBedir’den, Uhut’tan, Hendek’ten mi geçtinTanrı dağlarında mı konakladın, su mu içtin Tuna’danBir elinde Kürşat’ın gürzü, diğer elinde Ali’nin ZülfikârıHa...
Şair: Celalettin KURT
İslâm’a göre insan hayatı kutsaldır ve bu hayatın korunması için emniyet, huzur, güven, özgürlük ve barış ortamının sağlanması gerekir. İslâm geleneğinde Hanefî-Mâtürîdî âlimler, kimin, insan ha...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v.) hayattayken vahiy nâzil olmaya devam ediyordu. Sahâbe, amelî ve dünyevî konularda olduğu gibi îtikâdî konularda da kafalarına takılan her türlü soruyu sevgili Pey...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ