YÂR-I SÂDIK
Sâdık olmak¸ aynı zamanda ihlâslı ve samimi olmaktır. Şartlara göre¸ çıkarlarını ön plana alarak konuşmaktan ve hareket etmekten sakınmaktır. Zor da olsa¸ zararımıza da olsa doğruluktan¸ haktan ve adaletten ayrılmamaktır. Acı da olsa gerçeği söylemektir¸ zâlimin karşısında mazlûmun yanında yer almaktır:
Doğru sözlü¸ dürüst ve güvenilir olma gibi anlamlara gelen "sıdk"¸ ahlâkî erdemlerin başında gelir. Kişinin özü ve sözünün bir olması¸ konuştuğu her şeyin hakikate uygun olmasıdır sıdk. Sâdık olan kişi duygu ve düşüncelerinde¸ hayallerinde hatta niyetlerinde doğru olandır; doğruluktan ayrılmayandır.
Peygamberliğin en önemli özelliklerinden birisi olan ve bu kutlu elçileri yücelerin yücesine çıkaran sıdktır.
Hz. İsmail sâdıklardandır: "Kitap'ta İsmail'i de an. Şüphesiz o¸ sözünde duran bir kimse idi (sâdıku'l-va'd)."[1]
Hz. Yûsuf sıddîktir: "Yûsuf¸ ey doğru sözlü (sıddîk)."[2]
Hz. İbrahim doğruluktan ayrılmamıştır: "Kitap'ta İbrahim'i de an. Gerçekten o¸ son derece dürüst bir kimse (sıddîk)¸ bir peygamber idi."[3]
Hz. İdris sözünün eridir: "Kitap'ta İdris'i de an. Şüphesiz o¸ sözünde duran bir kimse idi (sâdıku'l-va'd)."[4]
Evliyânın¸ ulemânın mânevî tekâmülünün en büyük âmili sıdktır. Hâsılı her Müslümanın sahip olması gereken en önemli vasıflardandır sâdık olmak. Nitekim "Sâdıku'l-Va'di'l-Emîn" olan Peygamberimiz bu hususa işaretle sözümüzde ve işimizde doğru olmamız gerektiğini belirtmiş¸ doğruluğun hayra ve iyiliğe götüreceğine dikkatleri çekmiştir. İyilik cennete götürecek¸ kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilecektir. Allah korusun bu durumun tam tersi de söz konudur. Bu durumda yalancılık¸ kişiyi yoldan çıkmaya (fücûr) sürüklemekte¸ fücûr ise cehenneme götürmektedir. Kişi yalancılığı meslek edindiği vakit ise Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılacaktır.[5]
Sâdık olmak¸ aynı zamanda ihlâslı ve samimi olmaktır. Şartlara göre¸ çıkarlarını ön plana alarak konuşmaktan ve hareket etmekten sakınmaktır. Zor da olsa¸ zararımıza da olsa doğruluktan¸ haktan ve adaletten ayrılmamaktır. Acı da olsa gerçeği söylemektir¸ zâlimin karşısında mazlûmun yanında yer almaktır:
İnsana sadâkat yakışır görse de ikrâh
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allâh[6]
İnananların olmazsa olmaz sıfatlarından olan sıdk/sâdıklık kavramı Hulûsî Efendi'nin şiirlerinde de kendisine yer bulur. Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi altı beyitten oluşan bir gazelinde¸ uğruna yanıp küle döndüğü¸ gözyaşlarını pınar eylediği¸ huzuruna varmak istediği bir "yâr-ı sâdık"tan¸ sâdık bir sevgiliden bahseder:
1. Aşkın yakıp eyledi nâr cümle işimi kıldı zâr
Gitdi kamu nâmûs u âr ey yâr-ı sâdık yâr yâr
Aşkın yaktı beni¸ ateş eyledi. Ağlayıp inlemekten başka yapacak işim kalmadı. Başkalarının¸ içine düştüğüm aşktan ötürü beni ayıplamaları umurumda değil; bu anlamda utanma nedir bilmem¸ ey sâdık sevgili. Ey sevgili¸ en sevgili.
2. Gönlüm sana hayrânedir dîdelerim giryânedir
Bu cân dahi kurbânedir ey yâr-ı sâdık yâr yâr
Gönlüm¸ güzelliğin karşısında hayret makamındadır. Ağlamaktan gözyaşlarım çağıl çağıl akmakta; canım sana kurbandır¸ ey sâdık sevgili. Ey sevgili¸ en sevgili.
3. Bî-çâre kıldın gönlümü âvâre kıldın gönlümü
Bîmâre kıldın gönlümü ey yâr-ı sâdık yâr yâr
Çaresiz kıldın gönlümü¸ perişan ettin kalbimi. Hasta ettin sen beni¸ ey sâdık sevgili. Ey sevgili¸ en sevgili.
4. Bu gözlerim ermek diler dîdârını görmek diler
Pâyına yüz sürmek diler ey yâr-ı sâdık yâr yâr
Bu gözler sana ermek¸ seni görmek ister. Bu gözler ayaklarına yüz sürmek ister¸ ey sâdık sevgili. Ey sevgili¸ en sevgili.
5. Mürüvvet issi âlî-şân müştâkadır sana bu cân
Derdinledir hâlim yamân ey yâr-ı sâdık yâr yâr
Ey iyilikler¸ cömertlikler sahibi¸ şanı yüce olan! Bu can sana iştiyaklı¸ bu can seni özlemekte. Bu can sana can atmakta. Derdinle hâlim perişan¸ ey sâdık sevgili. Ey sevgili¸ en sevgili.
6. Hulûsî'nin yüzü kara her dem düşer âh u zâra
Huzûruna nice vara ey yâr-ı sâdık yâr yâr
Hulûsî'nin utancından sana bakacak yüzü yok. Her an ağlayıp sızlamakta. Bu kara yüzü ile huzuruna nasıl gelsin¸ ey sâdık sevgili. Ey sevgili¸ en sevgili.
[1] 19/Meryem¸ 54.
[2] 12/Yûsuf¸ 46.
[3] 19/Meryem¸ 41.
[4] 19/Meryem¸ 56.
[5] İmâm Nevevî¸ Riyâzü's-Sâlihîn (Tercüme ve Şerh: M. Yaşar Kandemir vd.)¸ Erkam Yay.¸ İstanbul¸ 2008¸ I/281.
[6] Ziya Paşa¸ Tercî-i Bend ve Terkîb-i Bend¸ s.102¸ Şule Yay.¸ İstanbul¸ 1999¸ s. 102.
Abdülmecit İSLAMOĞLU
YazarRamazan ayının kalan yarısını idrak ederken, bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi’ni ve Ramazan’ın bitimiyle de bayramı yaşayacağız inşaallah. Bu mübarek günler, hayırların tavsiye edildiği ve mü’minle...
Yazar: Raziye SAĞLAM
Her ilim dalı ‘hoca-talebe’ münasebetinin zorunlu olduğu süreçlere şahitlik eder. Örneğin bir ustanın dizinin dibine oturmadan usta bir marangoz olunmayacağı gibi bir kimsenin alanında uzman bir hocan...
Yazar: Fatih ÇINAR
"Nefsini/kendini bilen Rabbini bilir." gerçeğinden yola çıkan es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi¸ "nedir" redifli aşağıdaki manzumesiyle¸ insanın anlam arayışına dikkat çekm...
Yazar: Abdülmecit İSLAMOĞLU
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ