Yâ Rasûlallah
Yahyâ Nazîm (1651-1727)
Reh-i aşkında bî-sabr ü şekîbim yâ Rasûlallah
Seni her kim severse ben rakîbim yâ Rasûlallah
Kabul eyle civâr-ı izzetinde çekmeyim gurbet
Bilirsin kendi şehrimde garîbim yâ Rasûlallah
Tavâf-ı Kâbe-yi şevk-i cemâlin farz-ı aynımdır
Nisâb-ı hasretinden bâ-nasîbim yâ Rasûlallah
Gözüm yaş ile mâlâmâl gönlüm aşk ile memlû
Bâidim suretâ mânâ karîbim yâ Rasûlallah
Debistân-ı hakîkatte olup şâkird-i nâ-kâbil
Velî fenn-i mecâzîde edîbim yâ Rasûlallah
Rızâda zühd ü takvâda hemân levh-i derûn sâde
Hatâda safha-i pür-nakş u zîbim yâ Rasûlallah
Karîn eyle gül-i gûş-ı kabûle nâle-i şevkim
Riyâz-i midhatinde andelîbim yâ Rasûlallah
Revâdır tâlihimde devlet-i evsâfın el verse
Felekde mazhar-ı keffü’l-hazîbim yâ Rasûlallah
N’ola şerh eyledikçe vasfını cezb-i kulûb etsem
Senin bîmârın olmuşken tabîbim yâ Rasûlallah
Nazîm-âsâ olup şîrîn-mezâk-ı lezzet-i na’tın
Zebânım mâil-i şehd ü zebîbim yâ Rasûlallah
“Yâ Rasûlallah ben, Senin aşkının yolunda sabırsız ve kararsızım. Seni her kim severse ben onu rakip kabul ederim.” diyor şair.
Gönlünde sevdası olan âşık sabırsız ve kararsızdır.
Fuzûlî;
Ey bana sabr et diyen hâl-i dilimden bî-haber
Aşk olan yerde n’eder ârâm yâ n’eyler şekîb
(Ey gönlümün hâlinden haberdâr olmayan, bana sabret diyorsun. Aşk olan yerde hiç huzur, sabır olur mu?) derken bu duruma işaret eder.
Aynı zamanda Nazîm, Rasûlullah’ı sevene de rakip oluyor. Âşık elbette sevdiğini hiç kimseyle paylaşmak istemez. Fakat şu da var ki Hz. Muhammed (s.a.v.)’i sevgili olarak kabul eden bir insanın, Efendisini ne kadar çok seveni varsa bundan mutluluk duyması gerekir. Çünkü buradaki sevgili sıradan bir insan değildir. Peygamber Efendimiz; “Ben, kıyamette ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim.” demişti. Nitekim dinî konularla ilgili şiirlerde âşık, Allah’ı ve Peygamber’ini başka âşıklardan kıskanmaz. Taşlıcalı Yahyâ Bey’in şu beyti Dîvân şairlerinin umumî kanaatlerini sergiler:
Kâşki sevdüğümi sevse kamu ehl-i cihân
Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa
(Keşke sevdiğimi herkes sevseydi de, hepimiz, yalnız onu konuşsak, ondan söz etseydik.)
Sevgili Peygamber de olsa, Nazîm’de bu gönül genişliğinin olmadığı anlaşılıyor.
Âşık, sevgilinin civarından uzak olmak istemez; çünkü sevgilinin olmadığı her yer gurbettir. Sevgili diyarı, âşık için en mukaddes beldedir. Onun mahallesinin her köşesinde bir güzellik bulur âşık. Hattâ mahallenin köpekleri (Bu, genellikle rakiplerdir.) bile zaman zaman güzel görünür âşık gözüne.
Yahya Nazîm de böyle bir rûh hâli içindedir. Sevgilinin bulunduğu mahalde, ona yakın olmak arzusu içindedir. Ondan uzakta bulunmak gurbette garip olmak demektir. “Garip”, lügatlerde: Kimsesiz, zavallı, gurbette, kendi memleketinin dışında bulunan, yabancı, tuhaf, şaşılacak, bambaşka, dokunaklı gibi çok sayıda mânâ yüklenmiş bir kelime olarak karşımıza çıkar.
Bu mânâlara dikkat ettiğimiz zaman yeryüzündeki her insanın gurbette bir garip olduğunu hemen anlarız. Çünkü insan, “Âlem-i Gayb” olan asıl vatanından yeryüzüne indiği anda “gurbet” hayatına atılmış olur.
Şeyh Gâlib bir beytinde şöyle diyor:
Teb-lerze-zâd gevher-i galtân-ı gurbetem
Mihr-i sadef sabâh-ı Nişâbûr’dur bana
(Gurbete düşmüş, yuvarlanan, sıtma nöbetine tutulmuş gibi tir tir titreyen bir inciyim. Sadefe benzeyen güneş, bana Nişabur sabahı gibi titrer görünür.)
Bu beyite tasavvuf penceresinden baktığımız zaman şöyle bir manzara ile karşılaşırız:
Sadef, “vahdet-i vücûd” felsefesini ifade eder. Sadeften ayrılan inci deyimi ile Vahdet’den ayrılıp dünyaya geliş anlatılıyor ki gurbet kelimesi burada özellikle kullanılmıştır. Gurbetteki oradan oraya gitmeler, kıyâmete kadar sürecek ve kıyamette yeniden Vahdet’e, yani gelinen “Bütün”e dönülecektir.
Tabiî olarak âşığın gözü yaşlı, gönlü sevgilisinin aşkıyla, hayâliyle dopdoludur. Her an ağlamakla meşguldür. Aslında ağlamak bir bakıma âşığın mesleğidir.
Âşık, görünüşte sevgiliden uzak olsa da aslında, mânen sevgilisiyle beraberdir; çünkü sevdiğini her an kalbinde taşımaktadır.
Şair kendisini dünya mektebinde kabiliyetsiz bir talebe olarak görüyor; fakat mecaz ilminin de -kitabını yazacak kadar- edibi kabul ediyor. Zaten âşığın dünya ile fazla bir ünsiyeti olamaz. Etrafında olup bitenlerle ilgilenmez. Onun için varsa yoksa sevdiğidir.
N’ola şerh eyledikçe vasfını cezb-i kulûb etsem
Senin bîmârın olmuşken tabîbim yâ Resûlallah
Yukarıdaki beyitte şair, Peygamber Efendimiz’in vasfını anlattıkça kalplerin dikkatini çeksem/ okuyanların kalplerini cezbeye getirsem bunda şaşılacak ne var; ben senin hastanım fakat başkalarının tabîbiyim, derken bir bakıma yazdığı na’tle de tefahür etmede…
Yahyâ Nazîm, Hz. Muhammed’e en çok na’t yazan Dîvân şairlerimizdendir. Şiirlerinde içten ve farklı bir hava vardır. Anlatımlarında Dîvân şiirinin klâsik mazmunlarına bağlıdır.
Vedat Ali TOK
YazarNiyâzî-i Mısrî (1618-1694)Yine dil na’tini söyler MuhammedDil ü cân mülkünü söyler MuhammedNe kâdirim seni medhetmeye benKemâl-i medhi Hak söyler MuhammedSen ol sultân-ı kevneynsin ki mahlûkSenin medh...
Yazar: Vedat Ali TOK
Yûnus Emre (?-1320)Canım kurbân olsun senin yolunaAdı güzel kendü güzel MuhammedŞefâat eyle bu kemter kuluna Adı güzel kendü güzel Muhammed Mü’min olanların çokdur cefâsıÂhiretde olur zevk ü sefâ...
Yazar: Vedat Ali TOK
On iki yıl kadar, Kayseri’de çıkan Berceste dergisinin yazarlığını, yayın danışmanlığını, genel yayın yönetmenliğini yaptım. Bu sürede genel anlamda dergicilik, yazarlık ve yazarlarla ilgili birçok te...
Yazar: Vedat Ali TOK
Şeyyâd Hamza (13. yüzyılın sonu?-14. yüzyılın ikinci yarısı?)Senün aşkun kamu derde devâdur yâ RasûlallahSenün katunda hâcetler revâdur yâ RasûlallahSenün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlarN...
Yazar: Vedat Ali TOK