Cânân Diye Sevdim
Sevdim seni hep canlara cânân diye sevdim
Bir ben değil âlem sana kurbân diye sevdim
Ecrâm-ı felek levh ü kalem mest-i nigâhın
Dîdârına âşık ulu Yezdân diye sevdim
Mahşerde nebîler bile senden medet ister
Gül yüzlü melekler sana hayrân diye sevdim
Aşkınla buhurdân gibi tütmede bu kalbim
Sensiz bana cennet bile nîrân diye sevdim
Tâ arşa çıkar her gece âşıkların âhı
Âsilere lütfun yüce fermân diye sevdim
Doğ kalbime bir lâhzacık ey nûr u dilârâ
Sevdânı gönül derdine dermân diye sevdim
Bülbül de senin bağrı yanık âşık-ı zârın
Feryâdı bütün âteş-i sûzân diye sevdim
Hûriler ezelden beri şeydâ-yı cemâlin
Yanmıştı sana Yûsuf-ı Kenân diye sevdim
Evlâd ü iyâlden geçerek Ravzan’a geldim
Evsâfını medhetmede Kur’ân diye sevdim
Kıtmîrinim ey Şâh-ı Rusûl kovma kapından
Âlemlere rahmet dedi Rahmân diye sevdim
Şeydâ kuluna eyle nazar merhametinle
Bir lâhza nazar en büyük ihsân diye sevdim
Daha çok “Kur’an-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm” isimli tefsir ve meali ile tanıdığımız Hasan Basri Çantay, şiirlerinde “Şeydâ” mahlâsını kullanmıştır. Yukarıya aldığımız bu naat bestelenmiştir ve bugün de severek dinlediğimiz naatlar arasındadır.
Şair, bu naatinde Hz. Muhammed (s.a.v.)'e olan sevgisinin sebeplerini anlatıyor. Hz. Muhammed (s.a.v.)'i seviyor; çünkü herkes O’nu sevmektedir. Sadece kendisi değil, bütün âlem O’na kurban olmaya hazır olduğu için sevmektedir. Gökteki yıldızlar, levh ü mahfûz ve O’nu yazan kalem, O’na hayrandır. Üstelik Allahu Teâlâ, O’nun yüzüne âşık olduğu için sevmektedir. Şair, burada Mirac hâdisesinde gökteki yıldızların O’nunla müşerref olmaktan duyduğu mutluluğa telmihte bulunuyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “Habîbullah” (Allah’ın sevgilisi) sıfatına işaret ediyor. Mahşer gününde diğer peygamberler bile Hz. Muhammed (s.a.v.)’den medet isteyeceklerdir. Şairin kalbi, peygamberinin sevgisinden dolayı yanmakta, buhurdan gibi tütmektedir. “Buhurdan” içinde hoş kokulu bitki yakılan bir çeşit kaptır. Burada şair, Peygamber Efendimiz’in gül kokulu oluşuna işarette bulunuyor.
Âşık sevgilinin olmadığı yerde gariptir. Etrafındaki hiçbir güzellik de sevgilisiz güzel görünmez. Neşâtî: “Bâğa sensiz bakamam çeşmime ateş görünür/Gül-i handânı değil serv-i hırâmânı bile” diyor. Sevgilisinin olmadığı bağda her şey gözüne ateş gibi görünüyor. Öyle ki, kırmızı güller renginden dolayı ateşi hatırlatıyor. O kadar ki sevgilisinin olmadığı bahçede, yeşil servi ağaçları bile gözüne ateş görünüyor.
Gönül ateşini söndürmek kolay değil. Fuzûlî’nin de: “Âb-gündür günbed-i devvâr rengi bilmezem/Yâ muhit olmuş gözümden günbed-i devvâre su” şeklinde tasvir ettiği gözyaşları, kubbeyi sardığı hâlde gönlündeki ateşi söndürmeye yetirememişti.
Âşığın gönlüne sevgilinin nûru tecellî ettiği zaman, gönül ateşi yalımını artırır. Fakat kimi yaralara da ateşle dağlama tedavisi uygulanır. Yani ateş, eziyet olmaktan çıkıp derman olur. İşte şair de Peygamber nûrunun gönlündeki sevdaya derman olacağı için onu sevmektedir. “Bülbül de senin bağrı yanık âşık-ı zârın/Feryâdı bütün âteş-i sûzân diye sevdim.” Hasan Basri Çantay, bülbüllerin yanık yanık ötmesini Peygamber Efendimiz’e âşık olmasına bağlayarak hüsn-i ta’lîl sanatı yapıyor. Bülbüller de Peygamberimiz’e âşıktır. Çünkü bülbülün aşkı da “gül”edir. Gül, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in remzidir. Bülbülün yakıcı ateşi andıracak şekilde bir feryat koparması, şair ile gönül ve kader birliğini gösteriyor.
Hûrîler ezelden beri Hz. Muhammed (s.a.v.)'in güzelliğinin aşkıyla çılgına döndüğünden Kenan ilinin Yûsuf’u bile -ki güzelliği dillere destandır- O’na yandığı için sevmektedir.
Şairde Peygamber sevgisi kemâle erdiği için çoluk çocuğundan geçerek, Peygamberimiz’in Ravza’sına gitmiştir. O’nun vasıfları bizzat Kur’ân’da övüldüğü için sevmektedir.
Peygamberimiz’in Ravza’sında insan kendisini kaybeder. Onun yanında kendini değersiz bir varlık gibi gören insan; ondan gelecek bir iltifata neler fedâ etmez ki… Şair de kendini, sahibine sâdık bir kıtmir sıfatında görmeye râzıdır. Yeter ki kapısından kovmasın. Çünkü O’nu, “Vemâ erselnâke illâ rahmete’n-li’l âlemîn” âyetiyle âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir Peygamber olduğu için sevmektedir.
Hasan Basri Çantay, şiirinin sonunda Peygamber Efendimiz’den kendisine merhamet nazarıyla bakmasını yani şefaat etmesini diler. Çünkü onun bir tek bakışının kendisi için en büyük ihsan olacağına inanmaktadır.
Hasan Basri Çantay’ın, yazdığı çok az sayıdaki şiiri ile şairlik sıfatını da hak ettiğini kimse inkâr edemez. Şekil olarak eski şiir kalıplarını kullanmış; fakat söyleyişte tekdüzelikten ve söylenmişi tekrar söylemekten olabildiğince kaçınmış; kendine has bir üslûp oluşturmuştur. Şiirde kelimelerin seçiminde de titiz davrandığını söyleyebileceğimiz şair, âhengi ve akıcılığı yakalayarak Peygamber (s.a.v.)’e lâyık bir naat yazmaya çalışmıştır.
Vedat Ali TOK
Yazar
Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatıyor: “Ey Allah'ın Rasûl’ü! Verilmemesi caiz olmayan şey nedir?” dedim. “Su, tuz ve ateş!" buyurdular. Ben tekrar: “Ey Allah'ın Rasûl’! Evet, suyu anladık öyledir, a...
Yazar: Vedat Ali TOK
Bursalı İsmail Hakkı (1653-1724)Yüzünden okunur “Seb’al-mesânî” yâ RasûlallahGözünden hall olur akd-i maânî yâ RasûlallahSadef-vâr oldu âlem anda sen dürr-i yetîm oldunBulunmaz âlem içre sana sânî yâ ...
Yazar: Vedat Ali TOK
Anadolu’nun kalbi Sivas, tarih boyunca yalnızca coğrafî bir merkez değil, aynı zamanda mânevî bir menzildir. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Cumhuriyet’e uzanan bu şehir; ilim, irfan ve tasavvufun köklü bir ...
Yazar: Kemal DEMİR
Seyrânî (1800-1866)Zülfün gibi âh aklı perîşânım efendimKurban tenine bende olan cânım efendimDîvâneyim aşkınla değil elde irademUslanmağa yok elde bir imkânım efendimHer derde devâ olmağa var sende l...
Yazar: Vedat Ali TOK