Vatana Sevdalı Bir Seyyid
Kokusu, feyzi çağları aşan ilim ve hikmet pınarı Cafer-i Sâdık Hazretlerinden bir hikmeti naklederek söze başlamak istiyorum. Bilindiği gibi Cafer-i Sâdık Hazretleri Peygamberimiz’in soyundan gelen seyyidlerdendir. Seyyidlere hürmet hususunda bir gün şöyle söylemiştir: “Sâlih kul Hazret-i Hızır’ın o iki yetim hakkında gözettiği hususu siz de bizim hakkımızda gözetin.”[1]
Burada Hızır (a.s.)’ın duvarı tamir etmesiyle ilgili şu âyete atıf yapılmıştır: “Duvara gelince o şehirdeki iki yetim çocuğa aitti ve altında onlara ait bir hazine vardı. Babaları da sâlih biriydi. Rabb’in onların erginlik çağlarına ermelerini ve Rabb’inden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını diledi. Ben bunu kendi görüşümle yapmadım. Haklarında sabır gösteremediğin şeylerin iç yüzü işte budur.”[2]
Yani Cafer-i Sâdık Hazretleri demek istemiştir ki; nasıl Hızır (a.s.) sâlih zâtın hatırını gözetmiş ve duvarı onarmışsa, “Bunların babası sâlihtir.” demişse, sizler de seyyidler için deyiniz ki; “Bunların da dedeleri peygamberdir.” Buradan bir ikinci hikmet daha çıkıyor ki, o da şudur: “Siz sâlih kimseler olursanız korkmayın Mevlâ gerekirse Hızır’ını gönderir ve çocuklarınızın hazinelerine sahip çıkar.”
Bu âyetten çıkarmamız gereken bir diğer ders de şudur ki, âlimlerin, hocaların, velî ve sâlih kulların evlâtlarına sahip çıkmak Müslümanların bir âlicenaplığıdır. Hızır (a.s.) nasıl babaları sâlih olduğu gerekçesiyle bu çocuklara iyilik yapmışsa ümmet de bu sırrı kavrayarak onun bu güzel amelini devam ettirmelidir. Osmanlıların seyyidlerin nüfus kayıtlarını tutması ve onlara değer vermesi bu kâbildendir.
“Sahabe-i kiram döneminden itibaren bu ümmet, ehl-i beyt-i Rasûl’e, daima edep ve saygı ölçüleri içinde muamele etmiş, onları muhtaç, yoksun ve yoksul bırakmamıştır. Beytülmâl’de onlar için daima bir tahsîsât bulundurulmuş ve her türlü ihtiyaçları oradan karşılanmıştır.
Malûm ve meşhurdur ki, Osmanlı döneminde tesis edilmiş bulunan Nakibu’l-Eşraflık müessesesi, sadece evlâd-ı Rasûl’ün istismarlara karşı korunması vazifesini üstlenmekle kalmamış, aynı zamanda onların hukukunu muhâfaza ve müdâfaa etme işini de yürütmüştür.
Devlet-i Âliyye bu müessese kanalıyla soy şeceresi sahih olarak tesbit edilen seyyid ve şeriflerin kayıtlarını belli defterlerde tutturmuş ve itinayla muhâfaza etmiştir. Hiç şüphesiz bu uygulama evlâd-ı Rasûl’e gösterilen derin hürmet ve muhabbetin eseridir.”[3]
Yüzlerce yıl öncesinden büyük bilge Yusuf Has Hâcib de seyyidlere hürmet etmeyi tavsiye etmiş ve şöyle demiştir: “Halkın dışında irtibat kuracağın kimseler arasında Peygamber (s.a.v.)’in nesli vardır. Bunlara hürmet edersen mutluluk bulursun. Bunları can-ı gönülden sev. Onlara iyi bak, yardımcı ol. Bunlar ehl-i beyttir, Sevgili Peygamber (s.a.v.)’in soyudur. Onun için onları Peygamber hakkı için sev. Ağızlarından yakışıksız bir söz çıkmadıkça onların içini dışını araştırma.”[4]
Seyyid Hulûsi Efendi
Yaşantısıyla ve ahlâkıyla topluma örnek olan kıymetli seyyidlerimizden birisi de 1914 yılında Malatya’nın Darende ilçesinde dünyaya gelen Seyyid Osman Hulûsi Efendi’dir. Babası Somuncu Baba’nın ahfâdından Hasan Feyzi Efendi, annesi ise Seyyid Tâceddîn-i Velî neslinden Fâtıma Hanım’dır. Baba ve anne tarafından seyyid olup 36. kuşaktan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in soyundandır
Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin en belirgin ve üzerinde durulması gereken vasıflarından birisi de vatan sevgisidir. Onun sinesinde Anadolu insanının kabına sığmayan vatan sevgisi makes bulmuştur. Her fırsatta tavizsiz bir şekilde vatanına, milletine, devletine bağlılığını ifade etmiştir.
Hulûsi Efendi hutbe ve vaazlarında Anadolu’daki birçok vaiz gibi; “Vatan, millet ve ordumuzu mansûr ve muzaffer eyle!” diye Yüce Allah’a yakarmış ve sohbetlerinde sevenlerini vatanı bölmek isteyenlere karşı uyanık ve dikkatli olmaya davet etmiştir. Mürşidi gül yüzlü İhramcızâde Hazretleri de; “Benim bayrağım gibi bir bayrak, benim devletim gibi bir devlet yoktur.” diyerek vatanımıza olan bağlılığını ifade etmiştir.
Vatan Sevgisi
Şunu söylemek gerekir ki Hulûsi Efendi’nin vatan sevgisi denilince, bu kuru kuruya bir edebiyattan ibaret değildir. O bu millete hizmet aşkıyla yanıp tutuşmuştur. Onun; “El kadar bir taş geçse elime, onu memleketimin istifadesine kullanırım.” sözünden de anlaşılacağı üzere ondaki vatan sevgisi bu vatana hizmet etme şeklinde tezâhür etmiştir.
Mahlûkata ve husûsan insanlığa hizmet husûsunda Hulûsi Efendi, tıpkı üstâdı Sivaslı İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak Hazretleri’nin yolundan gitmiştir. O da mürşidi gibi tasavvufu sadece dervişlere zikir ve mânevî ders tarif etmek olarak görmemiş, memleketin maddî ve mânevî ihyâsı için çalışmayı da birer ibâdet olarak değerlendirmiştir.
Malûm olduğu üzere gül yüzlü İsmail Hakkı Efendi memleketi Sivas’ta birçok eserin yapım ve onarımında öncülük etmiştir. Bunlardan birisi de 1954’e kadar bir harabe görünümünde olan Sivas Ulu Cami’nin onarılmasıdır. Sivaslılar bu velinin peşine takılmış ve o yokluk günlerinde yaptıkları bağışlarla o tarihî mirası yeniden ayağa kaldırmışlardır.
İşte bu heyecan verici imar ve ihyâ faaliyetlerinin aynısını Hulûsi Efendi de Darende’de yapmıştır. Sivil girişim alarak cami, okul, vakıf, hastane ve kütüphane gibi çeşitli hizmet kurumlarının açılmasında ve yol, çeşme gibi sadaka-i cariyelerin hizmete girmesinde öncülük etmiştir.
Anadolu İnsanı
Allah dostlarının bu vatan sevgisi Anadolu insanının gönlünde her zaman makes bulmuştur. Anadolu’nun hangi köşesine giderseniz gidin, sade ve seviyeli hayat tarzlarıyla, güzel huylarıyla, kanaatkârlıklarıyla, hatır gönül dinlemeleriyle, vefalarıyla, vatana millete bağlılıklarıyla, bayrağa, ezana, İstiklâl Marşımıza saygılarıyla ve daha birçok fazîletleri ile temâyüz etmiş çok güzel insanlarımızı görürsünüz. Tarih boyunca Anadolu insanın fazîletlerine dair âlimler, ârifler, mütefekkirler ve yazarlar nice müstesnâ tablolar ortaya koymuşlardır.
Anadolu insanın saflığı, temizliği üzerine çok şeyler söylenmiştir ve onların bu saflığı şairlere ilham kaynağı olmuştur. Onların fazîletlerini, erdemli tavırlarını, kadirşinas hâllerini, millî ve dinî hassasiyetlerini saymakla bitiremeyiz. Meselâ, sattığı ürünü tartarken terazinin diğer kefesine kese kâğıdı koyan ya da ezan okunduğunda dükkânını kilitlemeden namaza koşan veya müşterisini siftah yapmamış olan komşusuna yönlendiren esnafların misallerini mutlaka duymuşsunuzdur.
Dostlarının hatırını kırmayan, onların hâlini soran, komşusunun yardımına koşan, açı doyuran, misafiri ağırlayan, onu memnun etmek için etrafında âdeta pervane olan bu güzel insanların en güzel vasıflarından birisi de kabına sığmayan bir vatan sevgisine sahip olmalarıdır.
[1] İbn-i Abidin, Resail-i İbn-i Abidin Mecmuası, Tercüme: Prof. Dr. Mehmet Yalar. s. 19
[2] 18/Kehf, 82
[3] Prof. Dr. Ebubekir Sifil, Müslümanca Bir Hayat İçin, s. 182
[4] Kutadgu Bilig, Hazırlayan Yaşar Çağbayır, TDV Yayınları, s. 228
Aydın BAŞAR
Yazar
Adı Ahmed olan şair, Maraşlı bir ailenin çocuğu olup Niğde’nin Bor ilçesinde dünyaya gelmiştir. Babası İbrahim Efendi, Nakşbendiyye meşâyıhından âlim bir zâttır. İlim ve irfan yolculuğuna babasının ri...
Yazar: Hamit DEMİR
-Bir Uygur kızının ağzından-Ey dünya, duyun bizi;Bu feryada ses verin.İnsandan sayın bizi,Bu feryada ses verin.Kim ki vatandan uzak,Başında bin bir tuzak…Durmayın öyle ırak,Bu feryada ses verin.Yandır...
Şair: Yusuf DURSUN
Kars, Ebul Hasan El Harkani Hazretlerinin manevî kokusu ile tütsülenmiş adeta bir maneviyat beşiğidir. Velilerin ana yurdu, bağrı yanık insanların şehridir… Tarihî eserlerin, ozanların, âşıkların, ari...
Yazar: Aydın BAŞAR
Milâdî 610 yılında Mekke’de doğan İslâm’ın güneşi, insanlığa tevhîd esasına dayalı bir barış ve kardeşlik mesajı sunmuştur. Bu mesaj, arınmış ahlâk, saf bir dil, temiz bir rûh ve ıslâh edilmiş inançla...
Yazar: Ramazan ALTINTAŞ