Umut Rüzgârları
Gazze’de sabahlar, kuş cıvıltısından ziyade, yüreklere oturan uzaktan gelen uğultularla başlardı. Küçük Esra, daha yedi yaşındaydı ve güne gözlerini açtığında ilk yaptığı şey, yanı başında uyuyan kardeşi Ammar’ın cılız başını okşamak olurdu. Beş yaşındaki Ammar, geceleri açlıkla karışık kâbuslarla uyanırdı ve Esra’nın dokunuşu, onun için dünyadaki en güvenli limandı.
İsraillilerin kuşattığı Gazze’de, evlerinin camları çoktan çatlamış, tuzla buz olmuştu. Her bir çatlak, geçen günlerin, yaşanan acıların sessiz bir tanığı gibiydi. Mutfaktaki boş tencereler ise, haftalardır süren sessizliğe alışmıştı; içlerinde pişen son sıcak yemekleri Esra bile hatırlamıyordu.
Damacanalardan son damlalar da tükeneli çok olmuştu ve boğazları, her geçen gün daha da kuruyordu. Annesinin yokluğunda, Esra hem bir abla hem de küçük Ammar için bir anne olmaya çalışıyordu. Kendi küçük yüreğindeki korkulara rağmen, kardeşine bir umut ışığı olmak zorundaydı.
Bir sabah, şafak henüz sökerken, dışarıdan gelen sesler Esra’yı uykusundan sıçrattı. Bu sesler, alışkın oldukları bombalama seslerinden farklıydı. Kalbi hızla çarparken, titreyen elleriyle pencereye koştu. Gördüğü manzara karşısında nefesi kesildi. Sokakta, rengârenk yelekler giymiş insanlar vardı.
Kimisi sırtında battaniyeler taşıyor, kimisi yorgun ama umut dolu gözlerle çocuklara su dağıtıyordu. “Ammar, uyan. Çabuk. Aşağı inmeliyiz” diye fısıldadı heyecanla. Sesindeki titreme, korkudan çok, uzun zamandır tatmadığı bir duygudan, umuttan geliyordu.
Sokağa indiklerinde dünyanın dört bir yanından, farklı dillerden, farklı yüzlerden gelmiş aktivistler oradaydı. Her birinin gözlerinde şefkat okunuyordu. Getirdiklerini dağıtırken, her pakete yüreklerinin bir parçasını da ekliyorlardı. Esra’ya gülümseyerek yaklaşan sarışın bir kadın, elindeki paketi uzattı.
İçinde sıcacık ekmek, bir parça peynir ve iki minik çikolata vardı. “Adın ne güzel, Esra.” diyen kadının sesi anne şefkatiyle doluydu. “Ben Anna. Çok uzaklardan, sadece sizin yüzünüzdeki gülümsemeyi görmek için geldik.” Ammar, parlayan gözleriyle çikolatayı küçük ellerine aldı ve titreyen bir nefesle ablasına sarıldı. O an, açlık bile arka planda kalmıştı. O an, sadece iki küçük çikolatadan çok daha fazlası vardı, sımsıcak bir insanlık köprüsü kuruluyordu. Esra, uzun zamandır ilk kez, tebessüm etti.
Gönüllüler, gün boyu çocuklarla oyunlar oynadı, onlara şarkılar söyledi. Unutulmuş çocuk sesleri, Gazze’nin sokaklarında yankılandı. Ammar, daha önce hiç görmediği oyuncaklarla oynarken kahkahalar atıyor, Esra ise Anna’nın anlattığı uzak diyarların masallarını dinlerken gözleri doluyordu.
O gece, Esra ile Ammar, karınları doygun, yürekleri sıcak bir hisle evlerine dönerken gökyüzüne baktılar. Yıldızlar, her zamankinden daha parlak, daha umutlu ışıyordu. “Bir gün, biz de büyüyüp başkalarına yardım edeceğiz, değil mi abla?” dedi Ammar. Esra, kardeşinin küçük, sıcacık elini tuttu ve gülümsedi; “Evet Ammar. Bir gün herkes birbirine yardım ederse, dünya gerçekten güzel bir yer olur. O zaman kimse aç kalmaz, kimse korkmaz.” O gece Gazze’nin göğünde ilk defa savaşın değil, insanlığın ve umudun sesi yankılandı.
Erbay KÜCET
Yazar
Kudüs’ün toprağı, tarihin derin izlerini taşıyarak şahitlik ediyordu. İçinde birçok kültürün ve inancın izlerini barındıran bu topraklarda büyüyen Zeynep ve Gülsüm, sanki bu toprakların canlı birer ya...
Yazar: Erbay KÜCET
Sevgili arkadaşlar, biz insanlar doğumumuzdan vefatımıza kadar birçok sıkıntı ve imtihanla karşı karşıya kalırız. Bazen mutluluktan adeta uçarız, bazen de içimizi bir hüzün kaplar ve elimizden tutacak...
Yazar: Esra Elif ŞAHİN
Otobüs, durakta durmuş yolcularını indiriyor, binmek için sırada bekleyenleri yavaş yavaş içerisine alıyordu. Ömer ve annesi de bu otobüsün içindeydiler. Ömer kafasını otobüsün penceresine dayamış dış...
Yazar: Emine Yılmaz DERECİ
“Tayyar” Hanım, Osmaniye’nin Raziyeler Köyü’ndendi. Asıl adı Rahmiye idi.Katıldığı savaşlardaki çeviklik ve atikliğinden dolayı ona, “uçan kadın” anlamında “Tayyar Kadın” lakabı verilmişti.Güney Cephe...
Yazar: İsmail ÇOLAK