Tevâzû: İnsan Toprağını İşlemek
Bugünlerde kızlarımı düşünerek, bize ait olan kavramları onlara yeniden tanıtmak ve öğretmek, onlarla dertleşmek, hâlleşmek ve tecrübelerimi paylaşmak sadedinde mektuplar yazıyorum. Tıpkı oğlumu düşünerek yazdığım gibi... İşte o mektuplardan birini, Ramazan’ın bize kazandırdığı temel değerlerden biri olan "tevâzû" etrafında kaleme aldığım mektubu okuyucularımla paylaşmak isterim. Umarım berekete vesile olur. Buyurun...
Sevgili kızım;
Unutulmaya terkedilen ve yanlış anlaşılan kavramlardan birisi tevâzûdur. Bu kavram, bizi "insan" yapan temel değerlerdendir; ancak mânâsını müdrik olamayanlar, sözlükte ifade edildiği gibi "alçak gönüllülük" tâbiriyle bu kavramı anlamaya çalıştılar. Tâbirin içindeki "alçak" kelimesi, ihsas ettirdiği farklı anlamlarıyla muhâtabın zihninde tevâzû kavramının anlamını daralttı; genç kuşakların zihninde "özgüven eksikliği" ve "ezik davranış" olarak kaldı. Oysa kızım tevâzû, içinde özgüveni ve vakarı barındıran bir kavramdır.
Ne demek istiyorum? Şunu ifade etmek istiyorum güzel kızım; unutulan bir ahlâkî değer ve anlamı daraltılan bir kavram olarak tevâzû, etimolojik olarak "bir şeyi yerli yerine koymak" anlamında Arapça veda’a fiilinden türemiş; tefâ’ül bâbında karşılıklı davranış ifade eden bir mâhiyet kazanarak, insanın muhâtabının seviyesine göre davranmak şeklinde bir mânâ kazanmıştır.
Açıklamam biraz ağır mı geldi? Şöyle söyleyeyim kızım, tevâzû muhâtabının anlayacağı dilde konuşmak, onun idrakine göre davranmaktır. Herkesin anlayışı, ekonomik ve sosyal statüsü farklıdır... Yaratılıştan gelen, sonradan kazanılan farklılıklar var. Bu farklılıklarla her insan "biricik" ve "özeldir". İşte sevgili kızım, gerçek anlamda tevâzû insanların biricikliğinin ve özelliğinin ayrımına varmaktır. Sen biriciksin, çok özelsin; ama o da biricik ve o da çok özel...
Ben bu kavramın "alçak gönüllülük" olarak tercüme edilmesinden kaynaklanan bir anlam daralmasına sahip olduğu kanaatindeyim; alçak kelimesi, evvelce de dediğim gibi özgüven eksikliği ve ezik davranış, dolayısıyla da bazılarının "enayilik" olarak tarif ettikleri bir duruma indirgenmiştir...
Hayır, tevâzû insanı enayilik derecesine indirmez. Elbette kelimenin ihtivâ ettiği mânâyı idrak edemeyen bazı âcizlerin davranışları, eziklik ve enayilik gibi insanı zelil duruma bırakan kavramları ihsas ettirebilir. Kimileri de tevâzû sahiplerinin hâlini idrakten yoksun oldukları için öyle lanse edebilirler...
Ne olursa olsun, tevâzû, muhâtabının seviyesine göre davranma, mütekebbir, bencil ve hodbin olmama, diyalog içinde olduğu kişi veya gruba değer verme, onları anlama ve önemseme gibi anlamlara gelir. Yerli yerince yapılırsa, nice kapılar açan bir iksirdir tevâzû... Yerli yerince.
Sevgili kızım, bazıları da öyle aşırıya kaçar ki... Sûretâ tevâzû hâlinde, ama hakîkatte her sözünde ve her davranışında kibir, bencillik ve hodbinlik akan insanlar görürsün. Bu durumda olanlar için tevâzû, sözlüklerdeki gibi, "alçak"lıktır; alçaldıkça alçalır. Burada asıl mesele nedir bilir misin? Samîmî olmaktır; samîmî davranmak, samîmî konuşmak...
Tevâzû samîmîyetle buluştuğunda çok kıymetli bir cevhere dönüşür, gönüller fethedersin. Fakat gösterişe dayalı mütevâzılıklar ise, kelimenin tam anlamıyla kibirdir ve seni alçaltır. Demem o ki kızım, tıpkı yemeğin içine koyduğumuz tuz gibi, sınırı (miktarı) çok iyi ayarlanması gereken bir mânevî hâldir tevâzû ne çok ne az... Kıvamında kullanmalı tuzu.
Tevâzû sahibine bizim kültürümüzde mütevâzı denilmiştir... Mütevâzı insan, tevâzû sahibi, yerli yerince davranan, kibirlenmeyen, alçalmayan, vakarını koruyan insandır. Şu hadiseyi anlamak için çok uğraştım... Anladım mı? Doğrusu bilemiyorum, ama vakarla tevâzûnun nasıl iç içe olduğuna işaret eden hadise, ufkumuz olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’den intikal eden bir hadis-i şeriftir.
Rivâyete göre, huzura bir adam gelir... Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna çıkan bu adamcağız, korkudan titremekte, çekinmektedir. Bu hali görünce Peygamber Efendimiz, "Sakin ol!" buyurur; "Sakin ol, ben bir kral değil, Kureyş’ten kuru et yiyen bir kadının oğluyum!" "Kuru et yiyen bir kadının oğlu..."
Huzura çıkan kişinin sosyo-kültürel durumuna vâkıf değiliz; ama belli ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna çıkmayı kralların huzuruna çıkmak gibi anlamış, teşrîfât beklemiş ve o makamın mehabetiyle titremiş, çekinmiş. Hz. Peygamber (s.a.v.), onu varlığın saf hâliyle, bir ananın oğlu olma durumuyla kavrıyor, ta başa gidiyor, içinden geldiği aileye ve anneye vurgu yaparak onu rahatlatıyor.
Bu demektir ki kızım, tevâzû, kim ne olursa olsun, hangi makamda ve mevkide bulunursa bulunsun, hangi ekonomik güce sahip olursa olsun, hangi hünerin ve sanatın mucidi olursa olsun, o ilk hâle, "varlığın saf hâli" dediğim bir ananın evlâdı olma durumuna muvafık bir şekilde ona yaklaşmaktır.
Korkmayacaksın, ama muhâtabının mevki ve makamını da dikkate alarak, makamın mehabetine uygun olarak, onun vakarını da koruyarak bir "ana evlâdı" olarak onunla iletişime geçeceksin... İşte tevâzû budur. Birilerinin anladığı gibi eziklik ve enayilik değil, insan vakarını ve onurunu koruyarak sohbet edebilmektir.
Evet, tevâzû ile kullandığım vakar ve vakûr kavramlarını sorabilirsin... Bu kavramlar etrafında sana ayrı bir mektup yazmayı isterdim; ama işaret edilecek öylesine çok konu var ki... Kısaca izah edeyim. Vakar, ağırbaşlı olmak demektir. Vakûr ise kişinin sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan sahip olduğu itibarı korumasını bilendir.
Kişinin mevki ve makamına göre davranması... Tevâzû, mütevâzı, vakar ve vakur kavramlarını birlikte düşünmek lazım. Çünkü tevâzû, eğer sınırı bilinmez ise, insanı zillet ve meskenete düşürür; herkesin maskarası, önemsiz gördüğü, ezik kişiliğe sebebiyet verir. Tevâzûda sınırı koruyan vakardır; yerini, yurdunu bilecek, muhâtabını tanıyacak ve ona anladığı dilden konuşacaksın.
Bu bakımdan mütekebbire, kendini olduğundan çok yukarıda gören veya göstermeye çalışana karşı tevâzû, onun benlik duvarlarını yıkacak şekilde vakarlı davranmaktır. Bilmem anlatabildim mi? Sevgili kızım, tevâzû vakarla birleşince, kişiye lâyıkıyla muamele edersin. Güzel kızım, bu bahiste söz uzar gider...
Sana en azından bu vesileyle bizim ahlâkî değerlerimize ait ve erdemli kişiliğimizi inşa eden bazı kavramları hatırlatma imkânım oldu. Ama son olarak bu bahiste benim çokça sevdiğim bir beyti de hediye etmek isterim... Ne demişti şair? Adını bilemediğimiz şair şu beyti söylemişti:
Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât
Mütevâzı olanı rahmet-i rahmân büyütür.
Evet, tohum, toprağa düşmeseydi, berekete vesile olamazdı... Gıdamızın, gözümüzün ve gönlümüzün zenginliği olan âlem yeşilliğe, meyveye, sebzeye, buğdaya kavuşamazdık. Tohum tevâzûnun sembolü olan toprakla buluştu, hayat kaynağımız olan yeryüzü bereketini saçtı. Sen de kızım, tohum olmayı bil; sözünle, sohbetinle, işinle ve gücünle insan toprağını mayala. Velhâsıl tevâzû, insan toprağını samîmî bir şekilde işlemek, onu verimli hâle getirmek için çaba sarf etmektir. Baki selâm ve muhabbetlerimle sevgili kızım.
Bilal KEMİKLİ
YazarZamansız bir zamanda,Aşkın nârını gördüm.Mekânsız bir mekânda,Varlar varını gördüm.Alevim kor olanda,Sürdüm aşkın izini.İkilik bir olanda,Okşadım gül yüzünü.Ne aşk bitsin ne ümit,Ne de vuslat arzusu.U...
Şair: Yusuf DURSUN
Sanki ukbâ meclisinden çağrı gelmiş herkeseHep giderler hiç tereddüt etmeden hem bû seseDâvet Allah’tan gelen bir emr-i mutlak âkıbetDalmış olmak fayda etmez cümle zevk û enfeseCân verirken çok azâbla...
Şair: Ekrem KAFTAN
İhramcızâde İsmail Hakkı Toprak, ömrü boyunca kardeşlik atmosferini tesis etmenin çabasını gütmüştür. Bir mürşid-i kâmil olarak dervişlerini fenâ fi’l-ihvân bilincine ermeye davet etmiştir. Müslümanla...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
İslâm medeniyetinin zengin birikimi, sadece zahirî kurallardan ibaret olmayan, insanın kalbine ve ruhuna dokunan çok boyutlu bir yapıya sahiptir. Bu yapının iki temel ayağı olan fıkıh ve tasavvuf, kim...
Yazar: Yusuf HALICI