Tarihimize ve Kültürümüze Sahip Çıkmak
Kültür kelimesi, “çultara”dan türemiştir. Latince’de “colere”, sürmek, ekip-biçmek, “çultara” ise, Türkçedeki “ekin” karşılığında kullanılmaktadır. Bu bağlamda, ‘culture/ kültür’ kökü insanlık tarihinin medeniyet beşiklerinden birisi olan Antik Yunan’a uzanır. Tarımı ifade eden bir mânâsı vardır. ‘Cultivation’ toprak bakımı, ekimi ve dikimi demektir. Kavram, zamanla “toprağın işlenmesi” mânâsından ilham alınarak, mecâzî bir biçimde sosyal, zihinsel ve sanatsal bir içerik kazanır.[1]
Birçok farklı yaşam şekline bağlı olarak kültür farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bu yaklaşımlara göre kültür; “bir topluluğun yaşama tarzı”, “atalardan gelen maddî ve mânevî değerler bütünü”, “insanın tabiatı ve kendini idare etme yolu ile meydana getirdiği eser”, “umûmî olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve âdetler, zevkler, kısaca insan tarafından yapılmış ve üretilmiş her şey”dir.[2]
E.Tylor’a göre kültür, edinilen bilginin, imanın, sanatın, ahlâkın, örf ve âdetler ile alışkanlıkların bütünüdür. C. Wissler’e göre kültür, bir toplumun yaşam tarzıdır. Diğer bir kısım tanımlara göre ise; kültür, kolektif insan rûhunun yansıması olarak sosyal yaşamda elde edilen maddî ve mânevî unsurlardır.[3]
Dolayısıyla kültür, insan zihninin görüş, bakış, tasarım, düşünme, duygulanma, anlayış ve değerlendirme biçimiyle alakalıdır.[4]
Kültür; öğrenilmiş davranış şekillerinin nesilden nesle intikali veya toplumun bir üyesi olarak ferdin kazandığı duyma, düşünme ve faaliyet tarzlarının sosyal açıdan standartlaştırılmasıdır.[5]
Kültür; uzun bir süreçte bir toplumun değerler süzgecinden geçerek oluşan kendilerine has maddî ve mânevî kazanımların tamamıdır.[6]
Medeniyetle doğrudan alakalı olan kültür, insanı diğer canlılardan ayıran yaşam tarzı, insana özgü bilgi, inanç ve davranışlar bütünü ile bu bütünün parçası olan maddî nesnelerdir.[7]
Kültür bir bütün olarak toplumun ürünü olup toplumu toplum yapan şeydir. Dünya kurma sürecinde insan, kendi çabasıyla kendi enerjisini toplar ve kendisine bir istikrar temin eder. O biyolojik mânâda bir insan dünyasından sıyrılırken, beşerî bir dünya inşâ eder. Bu dünya elbette ki kültürdür.[8]
Ziya Gökalp kültürü; “cemiyetin bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani aralarında bir dayanışma vücûda getiren dinî, ahlâkî, hukûkî, bedîî, içtimâî, iktisâdî ve fennî müesseselerin heyet-i mecmûası” şeklinde tanımlamaktadır.[9]
Mümtaz Turhan’a göre kültür, bir milletin sahip olduğu maddî ve mânevî kıymetlerden teşekkül eden, öyle bir bütündür ki, toplum içinde mevcut olan her nevi bilgiyi, alâkaları, ihtiyatları, değer yargıları, görüş ve zihniyetleriyle her nevi davranış şekilleridir. Bununla birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserîsinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden husûsî bir hayat tarzı temin eder.[10]
Kültür, insan hayatının her alanına nüfuz eden; sosyolojiden linguistiğe, sanattan tıbba, antropolojiden edebiyata kadar her sahada kendisine atıfta bulunulan bir kavramdır. Kimilerinin “mânevî bilimler” dediği alana bazıları “kültür bilim” demeyi tercih etmektedir. Geçen zaman içerisinde pozitif bilimin karşısında beşerî ilimleri ifade etmek üzere kullanılır ve kurumsallaştırılır.[11]
Kültürün odağında insan vardır. İnsan mikroevrendir. Kâinatın göz bebeğidir ve kâinattaki her hâdise insanın etrafında şekillenir. İnsanın yaşantısını şekillendiren her husus ise kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Kültür, insanın zihin, davranış ve üretim yönlerini kuşatan bir mefhumdur. Kültür, insanın “yapma” doğasıdır.[12]
Kültür, kalıtsal değil, aktarımsaldır. Bu meyanda dil ile kültür arasında zorunlu bir ilişki vardır. Her dilin kendine göre bir dünya görüşü vardır, her dilde bu evren düzeninin başka bir biçimde yorumlandığı görülür.[13]
Kültür, bir mânâlar sistemidir, bir mânâlar dokusudur. Hayat gibi kültür de bireyleri birbirine bağlar, onların kendi içlerine kapalı olan bilinçleri arasında köprü kurar. Bu bağlamda kültür, hem siyasal ve sosyal olgularda hem de bireyin kimliğinin inşâsında önemli bir rol üstlenir. Bu meyanda kültürü insan şekillendirir; insanı da kültür inşâ eder.[14]
Kültürel dünya sadece kolektif olarak üretilmez, aynı zamanda kolektif kabul sayesinde gerçek olarak kalır. Kültür içerisine olmak, özel bir nesnellik dünyasını başkalarıyla paylaşmak mânâsındadır.[15]
Kültürün insanın biyolojik varlığı ile olmasa dahi, mânevî varlığının temelleri olan zihniyet, sanat, edebiyat, ahlâk ve değer sistemi ile doğrudan irtibatlı olduğudur. Dolayısıyla kültürden söz edilen yerde, inanç, örf, âdet, davranış biçiminden; eşyayı ve varlığı algılayış şeklinden, dünya görüşünden, eşya ile ve insanın hem cinsleri ile ilişki biçiminden, yani insanın ve hayatın kendisinden konuşuluyor demektir.[16]
Bir toplumun kültürü, onun kendisine özgü davranış biçimlerinden ve bunların özünü teşkil eden tanzim edici inançlar, değerler ve normlardan oluşur. Bu çerçevede kültür, bir toplumun tarihinde oluşan somut ve soyut bütün değerleridir. Kültür kavramının içine dil, gelenek ve görenekler, mûsiki, resim, mîmârî, aile, hukuk sistemleri, çalışma tarzı, üretim, tüketim, ulaşım ve inançlar girmektedir.[17]
Kültür; dili, mûsikîyi, mîmârîyi, dağı, taşı her şeyden önce insanı işlemek, bunları ulaşabilecekleri en yüksek, en güzel, en ince noktaya kadar ulaştırmaktır.[18]
Öte yandan kültür, bir toplumu diğerinden ayırmaya yarayan, onun vasfını temsil eden bir değerler bütünüdür. Onun için kültür birliği, ırk birliğinden, hudut birliğinden daha büyük önem arz eder. Bir milletin kültürü varsa o millet vardır, eğer o kültür yoksa veya özünü yitirmişse o toplum kimlik değiştirir. Kültür, bir milletin rûhudur, hayat iksiridir. Kurtuluş ve yükselişin en büyük âmilidir. Rûhsuz bir millet yaşayamazsa, kültürü akim kalan bir millet de pâyidâr olamaz.[19]
Tarihine âşinâ, tarihiyle barışık ve tarihine uzak duruş sergileyen milletler her dönemde pâyidâr olmuşlardır. İstikbâlinin köklerinde olduğu idrak eden toplumlar kendi kültürlerini derinlikli bir şekilde öğrenmek zorundadırlar. Milletinin hâfızasına sahip çıkan, ecdâdının mirasını hakkıyla koruyan ve milletinin tarih yürüyüşünü yakından tanıyan nesiller milletini ve tarihini çok seveceklerdir.
Nesillerin kendi tarihinden kopmaları, kendi ecdâdına muhabbetten yoksun kalmaları ve kültürel değerlerini yaşatmaktan uzak durmaları öksüz kalmalarına yol açacaktır. Milletlerin tarih; mekân, insan ve hâdise üçlüsü üzerine dayanmaktadır. Toplumlar mekân ve insan unsurunu atlayarak gelişen toplumsal hâdiselere çözüm üretmeleri beyhûdedir.
Mekânı tanımayan ve insanı bilmeyenler yaşanan sosyal hâdiselere yerinde ve zamanında hâkim olup onları sağlıklı bir şekilde değerlendiremezler. Bu gerçekten hareketle vatanımızı çok seviyor, gönül coğrafyamızla dost olduğumuzu haykırıyor, tarihimize gıptayla bakıyor ve târihî başarılarımızı anlamaya çalışıyoruz.[20]
Tarihimize bağlı kalmanın ve kültürümüze hakkıyla sahip çıkmanın yegâne yolu öncelikle kendi öz dilimize sahip çıkmaktır. Konfüçyüs’e, “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?” şeklinde bir soru yöneltilince, o şu cevabı vermiştir: “Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.
Dil düzensiz olursa düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa, adâlet yanlış yapar. Adâlet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, nereye varacağını bilmez. İşte bunun için hiç bir şey dil kadar önemli değildir.”[21]
Anadolu insanı Türkçe gibi güçlü bir dile, Osmanlı ve Selçuklu gibi güçlü medeniyetlere, İslâm gibi nezih bir inanca, tarihin eskitemediği çok özel örf ve âdetlere sahiptir.
Bir süre Türkiye’de kalan, Türkiye’deki üniversitelerde ders veren bir Amerikalı sosyal psikoloji profesörüne memleketimizden ayrılırken, Mümtaz Turhan Hoca, Türkiye ile ilgili intibalarını sorar ve o da şu şekilde cevap verir: “Dünyanın her tarafında haysiyetine düşkün vakarlı insanlara rastlamak mümkündür. Fakat hiçbir yerde bu vasfın Türkiye’deki kadar yaygın ve bâriz olduğunu görmedim.
İşin bence garip tarafı aşağı tabakalarda daha kuvvetli bir şekilde belirmesidir. İşte bunun sebebini bir türlü izah edemedim. Gerçekten bütün yozlaşmalara ve geri kalmışlığına rağmen Anadolu insanında, başka ülkelerde benzerine zor rastlanan bir ağırbaşlılık, misâfirperverlik ve ikram duygusu vardır. Anadolu köylüsüne, yedirdiği yemek, ikram ettiği bir miktar meyve veya yaptığı bir yardım için ücret kabul ettiremezsiniz. Bunlar güzel hasletlerdir.”[22]
Başka milletleri imrendiren bu ve benzeri değerli vasıflar, böylesi kıymetler ve gelenekler, asırlar boyunca Anadolu insanın semeresi olmuştur. Böylesi yüksek vasıfları ve bu ecdat yadigârlarını bir mirasyedi zihniyetiyle gelişigüzel harcayamayız. Aksine, onları iyi tanımak, korumak ve geliştirmek zorundayız.[23]
Mümtaz Turhan Hoca, bir başka müşâhedesini ise şu şekilde aktarmaktadır: On yedi sene Türkiye’de kalan bir Alman profesörünün oğlu burada tıp tahsil etmiş, harbi müteâkip memleketine dönmüştü. Burada kaldığı müddet zarfında memleketini çok özlemiş ve bir an evvel dönmeyi istemişti. Alman hükümeti kendisine gayet iyi bir yer temin etmişti, vazifesinden memnun görünüyordu. Fakat aradan uzun bir zaman geçmeden bir gün babasını çok düşünceli görmüş, sebebini sormuştum.
- Oğlum bütün ısrarlarıma rağmen Türkiye’ye dönmek istiyor. Almanya’da yaşayamayacağını yazıyor.
- Peki dedim, oğlunuzu buraya çeken ve Almanya’da bulamadığı şey nedir?
- Müsâmaha dedi, müsâmaha. [24]
Küreselleşmenin arttığı, dünya genelinde tek tipleştirmenin yaşandığı günümüzde kültürel dokumuza sahip çıkma zarûreti daha fazla önem kazanmaktadır. Kültürel dinamiklerimiz millet olarak bizleri ortak paydada buluşturmakta ve ortak hislerle hareket etmemizi sağlamaktadır. Kültürümüz bizleri birleştirdiği kadar farklı kültürler karşısında özgünlüğümüzü ortaya koymaktadır.
Kültürümüz toplumsal karakterimizi meydana getiren fikirleri, bilgileri, bütün kültür alanlarını kapsamakta, tutum ve davranış türlerimizi içermekte, toplum olarak bizlerin ne olduğumuzun cevabını teşkil etmektedir. Millet olarak tarih boyunca benimsediğimiz değer, inanç ve sosyal ilişkilerimizle dünyanın en seçkin bir toplumu olmaktayız.
Değişme ve gelişme, birey ve toplum için olduğu kadar kültür için de gereklidir. Kültürel değişim ve gelişmeler toplumsal yapımızın işleyişine devamlılık ve dinamizm kazandırmaktadır. Hayat dâimâ ileriye doğru aktığı için bireyin, toplumun ve kültürün değişmesi kaçınılmaz olmaktadır. Burada önemli olan değişimin niteliği ve boyutlarıdır.[25]
Kültür; bir milletin süzülmüş bulgu bilgi birikimi, arındırılmış yargılama uygulama yetenekleridir. Bu sebeple kültür; bir yandan ülkelere, uluslara ve çağdan çağa göre değişiklikler ve gelişmeler gösterirken, diğer taraftan da ortak yanları artırmakta, ortak birikimleri çoğalmaktadır. Dolayısıyla her bir kültürün hem özel oluş karakteri hem de genel oluş karakteri bulunmaktadır.
Kültür emperyalizmi millerin bu özel oluş keyfiyetini ortadan kaldırır olmuştur. Genel oluş karakterleriyle her bir kültür, günümüz insanlığının tamamına miras olarak kalmaktadır. Kültürün bilim ve teknoloji yönleriyle çeşitli çağlardaki çeşitli gelişmelerinden çeşitli uygarlıklar doğmuş, birtakım ilerlemeler değişmeler ve gelişmeler sağlanmıştır. Bu açıdan kültürümüz milletimizin uzun soluklu tarihi hareketi, yaşam kalitesi, varoluşumuzun temel kaynağıdır.[26]
Kültür ve geleneğimize yönelik şaşı bakıştan kurtulmamız millî bir mücâdele olmalıdır. Kültürel kodlarımızda millet olarak kendimize özgü bir sanat, bilim ve ahlâk anlayışımız vardı. Biz tarih boyunca bu bakışla biz olmuştuk. Tarihimizi bu kültürel bakışla inşâ etmiştik. Şehirlerimizi, ticârî hayatımızı, sosyal ilişkilerimizi, beynelmilel ilişkilerimizi hep bu bakışla oluşturmuştuk.
Kültürel geleneğimizden kopuşla pusulasını kaybeder olduk. Kültürümüzü tahrif etmeye kalkışanlar meseleye kendi zâviyelerinden bakmamızı dikte ettiler. Onlarca yıldır bizler de düşmanlarımızın gösterdiği çerçeveden olaylara yaklaşır olduk. Sonunda kendi zâviyemizi yitirdik. Bunun sonucu olarak şaşı bakış ortaya çıktık.
Kendi dilini, kendi türküsünü, kendi sanatını ve kendi estetik değerlerini dışlayan bir bakış açısı ortaya çıktı. Kendi şiirini, kendi destanını, kendi efsanesini küçümseyen bir bakış açısı zuhûr etti. Elbette yeni bakışlarımız olacak, hücrelerimiz yenilenirken bakışımız da, zâviyemiz de yenilenecek. Ama bu, tabiî seyrinde, görerek, araştırarak, okuyarak, anlayarak, düşünerek olacak. Sevgiyle olacak… O vakit, bir değer kaybı da olmayacaktı.[27]
[1] Emine Demil, Endülüs’te Hadis ve Kültür Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2023, s. 7.
[2] Demil, A.g.e., s. 8.
[3] Demil, A.g.e., s. 8.
[4] Demil, A.g.e., s. 8.
[5] Demil, A.g.e., s. 8.
[6] Demil, A.g.e., s. 9.
[7] Demil, A.g.e., s. 9.
[8] Demil, A.g.e., s. 9.
[9] Demil, A.g.e., s. 10.
[10] Demil, A.g.e., s. 10.
[11] Demil, A.g.e., s. 10.
[12] Demil, A.g.e., s. 11.
[13] Demil, A.g.e., s. 11.
[14] Demil, A.g.e., s. 11.
[15] Demil, A.g.e., s. 12.
[16] Demil, A.g.e., s. 12.
[17] Demil, A.g.e., s. 13.
[18] Demil, A.g.e., s. 13.
[19] Demil, A.g.e., s. 13.
[20] Haluk Dursun, Nil’den Tuna’ya Osmanlı, Timaş Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2016, s. 157-158.
[21] Aydın Sayılı, “Atatürk Kültür Merkezi 1991 Yunus Emre Uluslararası Sempozyumu Açış Konuşması”, Uluslararası Yûnus Emre Sempozyumu Bildirileri (Ankara, 7-10 Ekim 1991), ed. İbrahim Baştuğ, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1995, s. 14.
[22] Mümtaz Turhan, “Yunus Emre’den Kalan En Büyük Miras”, Yunus Emre Makalelerden Seçmeler, haz. Hüseyin Özbay & Mustafa Tatçı, MEB Yayınları, Ankara 2001, s. 442.
[23] Mehmet Demirci, Yûnus’ta Hak ve Halk Sevgisi, H Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2020, s. 118-119.
[24] Turhan, “Yunus Emre’den Kalan En Büyük Miras”, s. 443.
[25] Rabia Aksoy Arıkan, “Kültürler Arasılık Çerçevesinde Yunus Emre Emre Şiirinin Çevirilerinde Tasavvuf Terminolojisi”, Türk Dili, Eylül 2021, Yıl: 70, Sayı: 837, s. 44.
[26] Refik H. Soykut, Emrem Yunus, Bas-Yay Mat., Ankara 1982, s. 27.
[27] Cevat Akkanat, “Onlar Bizim de Canımız Neden Elmalı’nın Canları Söyleşisi”, Elmalı Şehir ve Değer, ed. Bilal Kemikli, Sezer Design Printing, Antalya 2010, s. 142.
Kadir ÖZKÖSE
Yazarİslam’ın üç kutsal mabedinden biridir Mescid-i Aksa. Tüm Müslümanların onur ve izzeti mukaddes değerlerine sahip çıktığı oranda izzet ve şeref bulacaktır. Tarih boyunca İslâm’ın haremine yönelik nice ...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Her zaman ve mekânda, gücünü Hak’tan alanHem çağdaş hem de dindar, bir gençlik bekliyoruz.Siyâsi ferâsetle, resmi doğru okuyanHem çağdaş, hem de dindar, bir gençlik bekliyoruz.Hafif bir sarsıntıda, dâ...
Şair: Hanifi KARA
İdil (Volga) ile Tuna arası on sekizinci yüzyılın sonuna kadar bir Türk ülkesi olarak kalmış ve birbiri ardından gelmiş Türk kavimlerinin ili olmuştur. Söz konusu sahada Hazar, Bulgar, Altınordu...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Yûsuf Hemedânî’nin tam ismi Ebû Yâkûp Yûsuf b. Eyüp b. Yûsuf b. Hüseyin b. Vehre el-Hemedânî el-Bûzencirdî’dir. 440/1049 tarihinde Hemedân’ın Bûzencird kasabasında doğan Hemedânî, tahsil hayatına erke...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE