Tarihî ve Kültürel Yapısıyla Eyyûp Sultan ve Eyyûp Sultan Hazretleri
Eyyûp Sultan ve Civarı İstanbul'un Kalbi Mesâbesindedir
Eyyûp Sultan deyip de geçmemek lâzım. İstanbul'un rûhu ve kalbidir Eyyûp Sultan. Bu şehrin tarihinin ve talihinin ön sözüdür (mukaddimesi) tarihe not düşülen bu kutlu topraklar.
Nebî-yi Zîşân Efendimiz’in, Medine’yi teşrîflerini müteâkip onu evinde misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin medfûn olduğu kutlu bir yerdir Eyyûp Sultan ilçesi.
Bu şehir Suriçi İstanbul’un dışında kalsa da Hz. Halid b. Zeyd’in (Ebû Eyyûb el-Ensârî) burada medfûn olmasından dolayı Eyyûp Sultan ilçesi, başta dindar kesimler olmak üzere, geniş halk toplulukları tarafından her zaman bir başka kıymetli tutulmuştur.
O Eyyûp Sultan ki Konstantinopolis'ten İstanbul'a evrilen bu kadim şehrin aziz ve muhterem misafirini koynunda saklar. Söz konusu mekânın kıymetinden dolayı nice yüzyıllardan beri Fâtih Sultan Mehmed'den Sultan Bâyezîd'e, Yavuz Sultan Selim'den Kanûnî Sultan Süleyman'a, II. Mahmûd'dan II. Abdülhamid'e kadar Osmanlı padişahları burada büyük törenler eşliğinde kılıç kuşanır, tahta cülûs ve biat merasimleri gerçekleştirirlerdi.
Dünkü/kadim Eyyûp'ten bugünkü Eyyûp Sultan'a uzanan süreç ilgi ve dikkat çekicidir. Şehrin tarihî dokusunun oluşmasında bilge insan Mimar Sinan'ın büyük tesiri vardır. Onun 30’a yakın eseri Eyyûp Sultan ilçesi sınırları içerisindedir. Onun inşâ ettiği eserler Eyyûp Sultan'ın kadim kimliğinin oluşmasında etkili olmuştur.
Çoğu külliye olan ve bânîlerinin adıyla anılan bu eserler klâsik Osmanlı mimarîsinin tipik örneklerini teşkil etmektedir. Emir Buhârî Zâviyesi Mescidi, Defterdar (Nazlı Mahmud Çelebi) Camii, Nişancılar (Nişancı Mustafa Paşa) Camii, Müzevvir (Süleyman Subaşı, Münzevi, Karcı Süleyman) Mescidi, Kapuağası (Davud Ağa) Mescidi, Şah Sultan Camii, Ali Paşa (Cedid Ali Paşa, Semiz Ali Paşa, Kurukavak) Camii, Dökmeciler Mescidi ve Zâl Mahmûd Paşa Camii bu döneme ait cami ve mescitlerden bazılarıdır. Bunlara türbe, hamam ve saraylar da eklenebilir.
Malûm olduğu üzere, Akşemseddin’in Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin mezarı olarak gösterdiği bu bölgeye İstanbul'u bir İslâm şehri yapan Fâtih Sultan Mehmed, 858 (1454) yılında bir türbe ve 864 (1459) yılında İstanbul’un ilk selâtin camiini inşâ ettirmişti. Böylece Eyyûp bir mânevîyat merkezi olma yolunda büyük atılımlar gerçekleştirmiştir.
Konstantinopolis'ten İstanbul'a dönüşen bir coğrafyanın kalbi olan Eyyûp, İstanbul’un fethinden sonra Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’un imar ve iskânı için başlattığı çalışmaların ilk ayağı olmuştur. Bu çerçevede ilk vakıfların kurulduğu mekân da burası olmuştur.
Fâtih Sultan Mehmet döneminden itibaren Eyyûp Sultan semtinde kurulan muhtelif vakıf eserler için 181 vakfın kurulduğu tespit edilmiştir. Bu vakıflar aracılığıyla ve teşvikiyle buraya değişik yerlerden yoğun göçler gerçekleşmiştir. Gelenler o günkü Eyyûp'ün temellerini atmışlardır.
İstanbul'un Mânevî Hâfızası: Eyyûp Sultan Külliyesi ve Türbesi
Eyyûp Sultan Külliyesi ve Türbesi İstanbul'un mânevî çehresini oluşturur. Eyyûp Sultan Camii ve çevresinde bulunan medrese, aşhâne-imâret, hamam ve türbeden oluşan külliye Fâtih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethinin hemen sonrasında inşâ edilmiştir.
Fâtih Sultan Mehmet 1453 yılında Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin türbesini yaptırdıktan beş yıl sonra 1458 tarihinde Eyyûp Sultan Camii’ni yaptırıp ibâdete açmıştır. Camiye ilâve olarak bir medrese, bir hamam, bir imâret ve bir çeşme de inşâ edilmişti.
Eyyûp Sultan Camii, İstanbul'da değişik zamanlarda meydana gelen depremler ve âfetler sonucunda zarar görmüştü. Bu güzel mâbet en büyük hasarı 1766'da meydana gelen depremde gördü. Bu depremin sonrasında yapılan onarım yetersiz kalınca, otuz yıl sonra Sultan III. Selim (1789-1807) tarafından yeniden inşâ edildi.
III. Selim, çıkardığı fermanda önce caminin Fâtih tarafından yapıldığı şekliyle aslı korunarak onarılmasını istemiş, ancak bunun mümkün olmadığı mimarlar tarafından belirtilince tamamen yıkılmasını emretmiştir. Temeli 1798 yılında yeniden atılan cami, Mimar Uzun Hüseyin Ağa nezâretinde 28 ay gibi kısa bir zamanda tamamlanarak 1800 tarihinde bizzat sultan tarafından ibâdete açılmıştır.
Bizlere on ciltlik Seyahatname'yi bırakan meşhûr seyyahımız Evliya Çelebi İstanbul'un mânevî rûhunu üzerinde taşıyan bu cami hakkında şöyle der: "Leb-i deryâya karib âsitâne-i Ensârî'de düz bir zeminde binâ edilmiştir, bir kubbelidir. Mihrap tarafında yarım kubbesi daha vardır, lâkin o kadar yüksek değildir.
Caminin içinde amud yoktur. Orta kubbe etrafında metin kemerler vardır. Mihrabı ve minberi musanna değildir. Hünkâr mahfili sağ taraftadır. İki kapılı, biri sağ canibde yan kapısı, diğeri kıble kapısıdır. Sağ ve solda iki minaresi vardır. Haremin iç tarafı hücrelerle müzeyyendir.
Ortasında cemaat maksûresi vardır. Bu maksûre ile kabr-i Ebû Eyyûb arasında asumana ser çekmiş iki çınar vardır ki cemaat sayesinde ibâdet ederler. Bu haremin de iki kapısı var, garp kapısında taşrada büyük bir harem daha vardır, içinde dut vesâir ağaçlarla yedi adet büyük çınar vardır."
Ebû Eyyûb El-Ensârî'nin Varlığı, İstanbul'un Bu Kadim Semtini Değerli Kılmıştır
Peygamberimiz (s.a.v.)’e yedi ay boyunca evini açan Ebû Eyyûb el-Ensârî, Allah’ın adını yüceltmek/İ’lâ-yı kelimetullah maksadıyla doksan yaşlarında İstanbul'un fethi için yollara düşmüş büyük bir hak ve hakîkat dostudur. Fethi görmek kendisine nasip olmasa da, bu uğurda varlığını ve niyetini ortaya koymuş, İstanbul’un kalbinde vefât etme şerefine nâil olmuştur.
Asırlar sonra, fethin Nebi tarafından övülmüş komutanı Fâtih Sultan Mehmed Han’ın hocası Akşemseddîn’in gördüğü bir rüya üzerine vefât ettiği yer tespit edilmiş, hâlen ziyâretgâh olan o yere, onun adına bir makam ve bir türbe inşâ edilmiştir. Türbenin yanına da bugünkü Eyyûp Sultan Camii inşâ edilmiştir.
Eyyûp Sultan şehri de bundan sonra o kutlu türbenin ve caminin etrafında şekillenmiştir. Fâtih döneminde başlayan imar hareketleri oğlu Sultan II. Bâyezîd ve torunu Kanûnî Sultan Süleyman zamanında artarak devam etmiştir. Zamanla cami ve türbenin etrafına birçok hânedan mensubu, âlim ve paşa tarafından çeşme, mektep ve dergâhlar yapılarak söz konusu mekân daha da zenginleştirilmiştir.
"Dersaadet" ve "Darüsselâm" olarak da nitelendirilen İstanbul'u şereflendiren Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin türbesi bugüne kadar sadece Türkler tarafından değil, dünyanın dört bir tarafından gelen Müslümanlar tarafından da ziyâret edilmektedir. İstanbul'un Fâtihi "Sultan II. Mehmed"in türbesi bile bugüne değin onun kadar ziyâret edilmiş değildir.
Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin varlığı, İstanbul'un bu kadim semtine bambaşka bir mânevî hava ve itibar katmıştır. Burası âdeta cennete açılan bir kapı olarak görülmüştür. Öyle ki birçok insan, ölünce bu semtteki mezarlığa gömülmeyi arzulamış, vasiyet olarak yakınlarına iletmiştir.
Bugünkü Eyyûp Sultan Mezarlığı böylece devasa bir kabristana dönüşmüştür. Bunun yanında vefât eden itibarlı insanlar Eyyûp Sultan Camii ve türbesi etrafında onlarca hazirede defnedilmiştir. Bu insanların tercihinde Eyyûp Sultan Hazretleri’nin büyük bir etkisi olmuştur.
Eyyûp Sultan ilçesi, Müslüman halkımızın büyük bir saygı ve hürmetle sıkça ziyâret ettiği bir mekândır. Çünkü halkımız bu türbeyi ve camiyi, ilk İstanbul kuşatması sırasında vefât eden Ebû Eyyûb el-Ensârî'den dolayı kutsal addetmekte, duâ ve niyazlarının bu kutlu mekânda kabul edileceğine (geri çevrilmeyeceğine) inanmaktadır.
Başta kadınlar olmak üzere, kendini dindar kabul eden hemen herkes bu camide ve türbede huzur ve sükûn bulmaktadır. Bu mübarek şahsın halk katındaki asıl kıymeti Hz. Muhammed (s.a.v.) ile olan dostluğundan dolayıdır. Peygamberine hürmet eden halkımız onunla iltisaklı kim ve ne varsa ona da o derece hürmet etmektedir. Eyyûp Sultan Hazretleri sevgisinin asıl kaynağı budur. Bu hürmet ve muhabbet, haddizatında halk dindarlığının açık bir tezahürüdür.
Şair ve Yazarların Gözünde ve Gönlünde Yücelen Eyyûp Sultan ve Çevresi
Tarihî ve dinî açıdan önemli bir yer olan Eyyûp, Fetih’ten itibaren devrin önde gelen şair ve yazarlarının övgüyle anlattıkları bir yerleşim yeriydi. Tâcizâde Câfer Çelebi, Âdile Sultan, Fasih Dede, Beliğ, Nedim, Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla, Âşık Ömer, Eşref, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Attila İlhan, Hüsrev Hâtemi, Hâlid Ziyâ Uşaklıgil, Hâlide Edip Adıvar, Ahmet Râsim, Nâhit Sırrı Örik, Rûşen Eşref Ünaydın, Refik Hâlid Karay, Sermet Muhtar Alus, Mehmed Âkif Ersoy, Hâlid Fahri Ozansoy, Necip Fâzıl Kısakürek, Sâmiha Ayverdi, Orhan Okay ve İlber Ortaylı bunlardan bazılarıdır.
Arınmış gönüllerde apayrı bir yere ve öneme sahip olan Eyyûp Sultan, her devirde kalplerde yer etmeye devam etmiştir. Neredeyse hiç kimse bu semte ve onun kutlu misafir(ler)ine bigâne kal(a)mamıştır. Kimi dünya kimi de gönül gözüyle temâşâ etmiş burada olup bitenleri.
Onun içindir ki hemen herkesin gözünde ve gönlünde kendince bir Eyyûp Sultan semti tasavvuru vardır. Bunlardan biri de; bildiğini yaşayan, yaşadığını yazan gönül ehli bir âlim olan Abdülbaki Gölpınarlı'dır. Merhum Gölpınarlı’nın ifadesiyle “Eyyûp, yatırıyla bir kutsîliktir, camisiyle bir tarihtir, selvisiyle bir çağdır, güvercinleriyle, hasta, garip leyleğiyle insanlıktır. Daha önceleriyse oyuncağıyla çocuktu, kebabıyla iştahtı, kaymağıyla lezzetti, haccın tamamlanması için ziyâreti gerekli sayılmasıyla inançtı Eyyûp.”
Şair Yahya Kemal Beyatlı'nın Gönül Gözüyle “Bir Rüyâda Gördüğümüz Eyyûp”
Türk şiirinin abidevî şahsiyetlerinden olan Yahya Kemal Beyatlı'nın da belirttiği gibi “İstanbul ölüleriyle yaşayan bir şehirdir.” Fakat Eyyûp Sultan, bunun en bâriz yaşandığı bir semttir. Eyyûp Sultan Mezarlığı şehrin yanı başında dirilerle bir ve beraberdir. Şair Yahya Kemal Beyatlı “Bir Rüyâda Gördüğümüz Eyyûp” adlı yazısına “Türklerin ölüm şehri Eyyûp, Avrupa toprağının bittiği sahilde İslâm cennetinin bir bahçesi gibi yeşil duruyor. Bu ölüm şehrine bir defa girenler, kendilerini bir servi ve çini rüyası içinde kaybolmuş gibi hissettikleri zaman biliyorlar mı ki hakîkaten bir rüyada bulunuyorlar.” cümleleriyle başlar.
Romancı ve hikâyeci Refik Hâlid Karay da “Eski Ramazanları Yâd” adını taşıyan yazısında Eyyûp’le ilgili olarak şunları dile getirir: “Arife günü erkekler bir taraftan, kadınlar öbür taraftan, muhakkak, Hazret-i Hâlid’i ziyârete gitmek mûtattı. Türbeden evvel mezaristana uğrardık; Edirnekapısı hâricinde âile mezarlığı… Öyle hatırlıyorum ki yalnız başıma oracığı, elan, bulmaya imkân yoktur.
Mezar taşı ormanının kuytu, uğultulu, ücra bir kenarında îmar ve tezyin görmemiş yosunlu kırlar… Orada okur, üfler, yüreğimizde aynı zamanda bir genişlik ve kasvet duyarak, galiba vazifemizi yapmaktan mütevellit bir ferah ve ölüme yakın bulunmaktan gelen bir melâl, âheste âheste arabalarımıza binerdik.
Bu ne büyük, ne ucu bucağı bulunmaz bir servistandı… Ta Eyyûb’e kadar loşluk, uğultu ve yalnızlık içinde, konuşmak cesaretini bulamazdık. Orada bizi hayat yeniden karşılar, kucaklardı: Oyuncakçı dükkânları, şekerciler, kahveler ve dilenci kafileleri… Türbenin avlusuna ne güçlükle, itişe kakışa girilirdi…
İğne atsan yere düşmezdi, fakat kumrularla güvercinler gene dolaşacak yer bulur, o gün darı yemekten kursakları heybe gibi şişerdi. Hanımlar türbeye girmezlerdi, dışarıda hâcet penceresinde okuyup geri dönerlerdi. Erkeklerle gittiğim zaman tâ gümüş işlemeli sandukaya kadar, pür-hürmet yürür, inleye inleye, hatta gözümüzden yaşlar gelerek Allah’a yalvarır, şükreder ve geri geri giderek dışarı öyle çıkardık."
Samiha Ayverdi "İstanbul Geceleri" Adını Taşıyan Hatıralarında Eyyûp’ü Anlatır
Eserlerinde millî ve mânevî duyguları ustaca ve samîmîyetle terennüm eden Cumhuriyet Dönemi kadın yazarlarımız içerisinde önemli bir yere sahip olan romancı ve hikâyeci Samiha Ayverdi de "İstanbul Geceleri" adını taşıyan hatıralarında Eyyûp’ü şu satırlarda dile getirir:
“Eyyûp, merkezden muhîte doğru yelpaze gibi açılan şehrin içinde, yarı müstakil ve karakteristik hayatı ortasında, her şeyi kendi çatısı altında arayıp bulan kimselerin merdümgirizliği içinde, kendi kendine yeten bir semt sayılırdı. Avlusunda, kışın bile bir topal leyleği, durup dinlenmeden yağan bir güvercin sağanağı bulunan camiinden ve memleketin dört köşesinden ziyâretçi toplayan türbesinden, sükût işareti veren zenci parmakları gibi, havaya kalkmış hesapsız servilerinden başka, oyuncakçıları, kebapçıları, kaymakçıları, aşçıları, bahçeli bahçesiz sıra sıra kahvehâneleriyle nam almış bir çarşısı da vardı."
Peygamber kokusunu Medine'den İstanbul'a kadar taşıyan Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin mübârek türbesiyle, o türbenin yanı başında günde beş vakit ezanları gönüllerimize ziyâfet olarak sunan Eyyûp Sultan Camii'siyle, külliyeleriyle, dergâhlarıyla, ölülerle dirilerin hemhâl olduğu, âdeta bir nekropolü andıran Eyyûp Sultan Kabristanı'yla, onlarca türbeleriyle, yüzlerce insanın medfûn olduğu hazireleriyle, saraylarıyla, İstanbul'u temâşâ etmek için gidilip görülmesi gereken Piyer Loti Tepesi'yle ve Feshâne'siyle Eyyûp Sultan eşsiz bir dünyadır.
M.Nihat MALKOÇ
YazarGece pusluydu. Kapkaranlıktı her yer. Sanki ay'ı ve yıldızları göklerden çalmışlardı. Herkes günün yorgunluğunu atmak için uzanmıştı yatak veya koltuklarına. Kimisi de çoktan uykuya dalmıştı. Sıradan ...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Türkiye ile Azerbaycan'ı Özetleyen Güzel Bir Söz: "Bir Millet İki Devlet.”Zamanın Rusya Devlet Başkanı Mihail Sergeyeviç Gorbaçov'un SSCB'de gerçekleştirdiği glasnost ve perestroyka politikalarıyla ek...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Dağlık Bir Ülke Olan Kırgızistan, Tabiat Güzellikleriyle Dikkat ÇekmektedirBağımsız yedi Türk Cumhuriyetinden biri olan Kırgızistan, Türk Dünyası içerisinde kendine has özellikleriyle önemli bir yer t...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
Adımız Anadolu,Soyadımız Türkiye.Yolumuz Hakk’ın yolu,Soyadımız Türkiye.İlk önce vatan gelir,Duyanlara can gelir,Ruhum göğe yükselir,Soyadımız Türkiye.Mevla’mızdan dileğimYıkılmasın direğim,Haykırıyor...
Şair: Bestami YAZGAN