Yûnus Emre’nin Şiirlerinde Allah İsm-i Şerîfi
Esmâ-i hüsnâ, “en güzel isimler” anlamına gelen esmâ-i hüsnâ, Allah’ın Kur’ân ve hadiste geçen isimleridir: İsmin çoğulu olan esmâ ile “en güzel” anlamındaki hüsnâ kelimelerinden oluşan esmâ-i hüsnâ (el-esmâü’l-hüsnâ) terkibi Kur’ân-ı Kerim ve hadîs-i şeriflerde Allah’a nisbet edilen isimleri ifade eder.
Sadece Kur’ân’da geçen ilâhî isimler yüzden fazladır; muhtelif hadislerde Allah’a nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâ-i hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir. “Sûfiler, Allah’ın güzel adlarını zikir olarak okurlar.” “Tasavvufta Allah’ın güzel isimlerine el-esmaü’l-hüsna denir.”
Allah’ın isimlerinin güzellik kelimesiyle nitelenmesinin sebebini Ebû Bekir İbnü’l-Arabî şöyle sıralamaktadır:
“1. Esmâ-i hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır.
2. Zikir ve duâda kullanılmaları hâlinde kabûle vesile olur ve sevap kazandırır.
3. Kalplere huzûr ve sükûn verir, lutuf ve rahmet ümidi telkin eder.
4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ-i hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.
5. Esmâ-i hüsnâ, Allah için vâcip, câiz ve mümteni’ olan sıfatları içermesi sebebiyle O’nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.”
Allah’ın özellikle esas kaynaklarda geçen 99 güzel ismi konusunda birçok eser kaleme alınmış, bu isimlerin şerhleri ve yorumları yapılmıştır. Türk edebiyatında bazı şairler müstakil esma-i hüsnâ mesnevîleri kaleme almışlardır.
Tasavvuf edebiyatımızın tesiri en geniş bir şekilde asırlarca devam eden şairi Yûnus Emre şiirlerinde sık sık Allah’ın “el-esmâü’l-hüsnâ” ya da Farsça bir terkip ile “esmâ-i hüsnâ” olarak nitelenen güzel isimlerine atıfta bulunur, duygu ve düşüncelerini, nasîhat ve tavsiyelerini bu isimlere dayanarak verir. Yûnus Emre Dîvânı’nda en çok Allah ismi geçmektedir. Esmâ-i hüsnâ’daki bu en kapsamlı isim Yûnus’un türlü duygu ve düşüncelerinde istimdat ettiği bir sığınaktır.
Allah (c.c.):
Yûnus Emre Dîvânı’nda en çok geçen esmanın başında gelir. “… el-Esmâü’l-hüsnâ içinde Allah ism-i şerîfi İsm-i Â’zam’dır. Onun için şanı büyük, bereketi daha bol, feyzi ve inâyeti daha süreklidir. Bu sebepten bu ism-i şerîf dâimâ âşıkların gıdâsı, sâdıkların nevâsı olagelmiştir.” “Ulûhiyyete mahsûs sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan Zât-ı vâcibül-vücûda delâlet eden âlemdir ve sayılan isimlerin içinde ism-i Â’zamdır.” “Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan zâtın özel ve en kapsamlı adı.”
Edebî metinlerde Allah isminin çok müstesnâ bir yeri vardır. Şairler münâcâtlarında sık sık bu ismi zikreder, istimdâd ederler: “Allah lafzı, esmâ-i hüsnâyı meydana getiren diğer isimler ve genel olarak ulûhiyyet bahisleri Müslüman milletlerin dinî hayatında önemli bir yer tuttuğu gibi onların edebiyat, kültür ve sanat hayatına da büyük çapta tesirler icrâ etmiştir.
Bu konuda günlük konuşma dilinden başlayarak müstakil edebî nevilere ve edebî mazmunlara kadar çok geniş bir alanda pek çok eser meydana getirilmiştir. Allah lafzının Arapça dışında en çok Türk dilinde kullanıldığı şüphesizdir.” “Allah’a nisbet edilen ‘bir’lik, herhangi bir sayı dizisinin ilk basamağı anlamına gelmez. Buradaki bir, ‘cüzlerden oluşmuş (mürekkeb) bir varlık olmayan, benzeri ve dengi bulunmayan, yegâne tapınılacak varlık’ demektir.”[1]
“Türk edebiyatındaki manzûm esmâ-i hüsnâlar üzerinde bir çalışma yapan Halil İbrahim Şener, doksan dokuz ismin dışında Türkçede kullanılan altmış altı ismin listesini vermiştir.[2] Arapça, Farsça ve Türkçe kelime veya terkiplerden oluşan bu isimlerin bir kısmının ilâhî fiillerden türetildiği, bir kısmının da övgü ifade ettiği görülmektedir.”
Yukarıdaki genel çerçeveden hareketle Yûnus Emre’de Allah isminin nasıl geçtiğini, ne amaçla kullanıldığını tesbit etmeye çalışalım. İyilik ve güzellik, hayır ve şer Allah’tandır. Kul diler, Allah yaratır. Yûnus bu düşünceyi aşağıdaki beytinde çok vecîz bir biçimde ifade etmektedir. Yol Allah’tan yine Allah’a varır. Allah lutfederse dil Allah’ı anar. Allah’ın insana son derece yakın, insanınsa ona el ulaştıramayacak kadar uzak olması Yûnus’u hayrete düşürür:
Senden sana varur yolum senden seni söyler dilüm
Allah sana irmez elüm bu hikmete kaldum tana
Aşağıdaki dörtlükte konuyu daha açık bir biçimde dile getirmektedir. Aşkı veren Allah’tır. Allah kulunu sevmese kul Allah’ı sevemez. Allah sever, sevgisini kulun kalbine salar. Kul, bunun kendisinden olmadığını, bütün varlıkların maddî mânevî canlarının Allah’tan olduğunu unutmamalı, meselenin doğrusunu idrak edip şükür secdesine kapanmalıdır.
Yûnus sen anı sanma
Bu ‘ışk sana sendendür
Cân kamuya andandur
Allah görelüm n’eyler
Allah’ın insana verdiği nimetler karşısında ona ömür boyu ibâdet edilse mukâbil gelmez. Allah, kulları kendisini tanısınlar diye “benlik” denilen bir mikyas vermiştir. Ben’in gerçek bir varlığı yok, sadece bir ölçüttür. Yûnus, bunu idrak etiğinden benini (ene), benliğini “dost” dediği Allah’a teslim edip başını gece gündüz secdeden kaldırmama yolunu seçmiştir. İnsan için en selâmetli yol budur. Kendisine secde etme nimetini bağışladığı için Allah’a sonsuz şükür gerekir.
Her dem yüzüm yire uram Allah’uma şükür kılam
Ben benligüm dosta virem ne da’vî yâ destân ola
İnsan, Allah’ı tanımak, bilmek için kendisine ben (ene), verildiğini idrak ederse hiçbir şeye gerçekte mâlik olmadığını anlayacak mevhûm varlığını Hakk’a teslim edecektir. Ben denen vehmi, varlık ortadan çekilince Allah kuluna muhabbetiyle yaklaşır, ona kendi sevgisinin şarabını tattırır, gönülden şüpheler gider, inkâr yerini imana bırakır:
Yûnus imdi söyle Hakk’ı Allah oldı sana sâkî
Gider gönüldeki şeki elündeki menkûr nedür
İnsan, dünyada türlü sınavlardan geçirilir, korkularla denenir. Böyle durumlarda mahzûn bir gönülle Allah’a yalvarmak, yakarmak en sağlıklı kul davranışı olur. İnsana gerçek anlamda tek fayda verecek olan Allah’tır. Her derdin devâsı O’nda, tükenmez hazineler O’nda. Sadece ve sadece, herkesin yaratıcısı ve rızık vericisi olan Allah’tan çare ummak gerekir.
Darda kaldığı, her bakımdan ufkunun karardığı, sığınılacak kimse kalmadığı anlarda tek yardımcının Allah olduğunun bilinciyle hareket eden kişi umulmadık anda beklentilerinden fazlasını bulur. Sıkıntı karanlıkları dağılır, perde açılır. Yeter ki yakarışa eli kalktığında gönlü bütün içtenliğiyle ona eşlik etsin. Allah’a iman ve sevgi gönle yerleşip taht kurunca korkulu yollar güvenli hâle gelir, güzellikler insana yönelir gelir:
Adı sanı dillerde
Sevgüsi gönüllerde
Şol korkulu yollarda
Allah görelüm n’eyler
Dünya geçici, insan ölümlüdür. Kısacık dünya hayatında kuru iddialarda bulunmak, sınır aşan işlere kalkışmak ebedî yoksunluklara, sıkıntılara yol açabilir. Yûnus, insana, eksikliğini bilip Allah’a acz ve fakrıyla yönelmesini söyler. Zira Allah, şefkatinden lutfedip kişiyi gafletten uyandırmasa ateşe yandığı gündür: Kul eksiktir, güçsüzdür, ona kuvvet verip doğru yola uyandırıp sevk eden Allah’tır:
Yûnus kogıl sen bu kurı da’vâyı
Vay ona ki Allah uyandurmaya
Allah’ın yardım etmediğine kimse yardım edemez. Bu konuda peygamberler de âcizdir. Peygamberler de Allah’ın inâyetine bel bağlamışlardır. Allah’tan izin olmasa kimseye bir fayda veremezler. Şefâat de Allah’ın lütfuna bağlıdır:
Yüz bin peygamber gele hîç şefâ’at olmaya
Vay eger olmazısa Allah’un ‘inâyeti
İnsanı bekleyen büyük bir mahkeme var. Bu mahkemede kadı doğrudan kâinatı yaratan, kullarını sınanmak üzere dünyaya gönderen Allah’tır. Bu mahkemede haksızlık olmaz, suçu inkâr, başkasına atma olmaz. İşlenen hayır ve şer zerre zerre ortaya çıkar; “Bilmiyorum”, "Etmedim”, “Şeytan beni saptırdı” demek fayda vermez. O mahkemede kim kime ne demiş ne yapmışsa ortaya çıkar, iyilik ve şer ne işlemişse etrafa saçılır. Allah şaşmaz adâletiyle her amelin karşılığını verir:
Kim kime ne dirise eger hayr u eger şer
Allah virür cezâsın gele yol inceyimiş
O büyük mahkemede bizi kurtaracak yegâne gerçek Allah’ın rızâsını kazanmış olmaktır. Eğer Allah râzı değilse elekle su taşınmış, elde içecek bir yudum bile kalmamış demektir. Allah râzı olmuşsa habibi, iki cihanın fahri Hz. Muhammed (s.a.v.) de onun izniyle şefâat eder. Yûnus bu şefâati umduğunu, havf u reca/korkuyla umut arasında, âdetâ mahcûbiyetle dile getirmektedir:
Allah olıcak kâzî bizden ola mı râzî
Görüp Habîb’i bizi şefî’ ola mı yâ Rab
Amellerini, hata ve sevaplarını gözden geçiren Yûnus, eksikliğini bilip durumunu Allah’a arz etmek gerektiğini hatırlatır. Allah’ın sonsuz keremi vardır. Kulunun aczini, acz içindeki boynu bükük çaresizliğini ve merhamet beklediğini görür, kulun yaptığını yapmaz onu affeder:
Yûnus eksükligüni Allah’una ‘arz eyle
Anun keremi çokdur sen itdügün ol itmez
Ey Yûnus! Sen eksikliğini, aczini, fakrını, kusurunu Allah’a arz et; onunun keremi, cömertliği çoktur senin ettiğini yapmaz, senin kusurlarını bağışlar. Sen kulsun, aciz ve zaifsin; kusur eder, günah işlersin ama Allah kerimdir, sonsuz keremiyle senâ ikram eder, kusurlarını defterinden siler.
Hâlik
“Her şeyin varlığını ve varlığı boyunca görüp geçireceği hâlleri, hadiseleri tayin ve tesbit eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden demektir.” “…Bir şeyin nasıl olacağını tayin ve takdir etmek,… o takdire uygun olarak o şeyi îcâd etmektir” “Yaratmak’ anlamındaki halk masdarından sıfat olup ‘yaratan’ demektir.” “Gerçek anlamıyla yalnız Allah için kullanılabilen hâlik’ın bir başka tanımı da ‘ana maddesi ve modeli olmadan nesneleri îcâd edendir.”
Allah, hâlik, kul mahlûktur. Kula düşen, kendisini cansız, bitki veya hayvan değil de insan ve özellikle Müslüman bir toplumda yarattığı için Hâlık’a şükretmektir. Yaratılmak bizâtihî şükrü gerektirir. İnsan bu dünyada geçici olduğunu anlayıp ezelî ve ebedî Hayy ve Bâkî olan Hâlık’a şükretmeli, hoşnutluğunu kazanmalıdır. İnsan, öldükten sonra tekrar diriltilecek ve kendisini yaratanın huzûruna varacaktır. Huzûra eli boş gitmek olmaz. İnsan şükürle bakâ sahibi Hayy olan Hâlık’ına minnettarlığını sunmalıdır:
Şükr eylegil Hâlik’a ol durur Hayyü’l-Bakâ
Ana varursın mutlaka bâri şükrle varı dur
Kâinatın şaşmaz bir düzeni vardır. İnsanı yoktan yaratan, ona râzı olduğu, hoşnut kaldığı davranışları da bildirmiş, peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla insanları ebedî hayata hazırlanmaları yolunda ikaz etmiştir. Bir ârif-i billah olan Yûnus Emre de Allah’ın ilâhî mesajını Kur’ân ve Sünnet’ten alarak insanlara sunmayı vazife bilmiştir. Bu ikazlar karadan aktan, okumaktan yazmaktan değil, yaratılmış olan âciz varlıklardan değil, doğrudan Allah’tan gelmektedir. Bu ilâhî sese kulak vermek bir mahlûk olarak, yaratılmışların en şereflisi olarak insanın boynunun borcudur:
Söz karadan akdan degül yazup okımakdan degül
Bu yüriyen halkdan degül Hâlik âvâzından gelür
Yûnus Emre, kulun bütün günahlarına, isyanlarına, yasak tanımaz davranışlarına rağmen Allah’ın kullarına karşı olan şefkat ve merhametini, sonsuz genişlikteki rahmet denizini ve ilâhî yardımını dikkatlere sunar. İnsanoğlunun ameliyle hak etmesi mümkün olmayan “ilâhî güzelliği temâşâ” anlamına gelen “dîdâr”ile şeref bulacağını hatırlatır;
Gör Hâlik’ün ‘inâyetin deryâ-yı bî-nihâyetin
Bize dîdâr gösteriser bunca günâh itmiş iken
KAYNAKÇA:
- Bekir TOPALOĞLU (1999). “Esmâ-i hüsnâ”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C 11, İstanbul.
- Bekir TOPALOĞLU (1997), “Hâlik”, DİA, C 15, İstanbul.
- Bekir TOPALOĞLU (1989). “Allah”, DİA . C.2, İstanbul.
- (B6502 Buhârî, Rikâk, 38) https://hadislerleislam.diyanet.gov.tr/sayfa.php?CILT=2&SAYFA=243, erişim: (26.11.2021.)
- Ferit DEVELLİOĞLU (2010). Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara.
- Hayrettin KARAMAN vd. (2014). Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, Ankara.
- İsmâil b. Muhammed el-ACLÛNÎ (1985), Keşfü’l-ḫafâʾ, (nşr. Ahmed el-Kalâş), Beyrut.
- Mustafa ÇAĞRICI (1997). “Hakk”, DİA, C.15, İstanbul.
- Mustafa TATÇI (1990) . Yûnus Emre Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
- Ali Osman TATLISU (1949), Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi, Başak yayınları İstanbul 1949.
- Süleyman ULUDAĞ (2005). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yayınları, İstanbul.
- Ş. Haluk AKALIN vd. (2011). Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yay. Ankara.
- Ethem CEBECİOĞLU (2009). Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç yayınları, İstanbul.
[1] Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevḥîd, s. 23; Cüveynî, eş-Şâmil, s. 345.
[2] Türk Edebiyatında Manzum Esmâü’l-hüsnâlar, s. 45-47.
Mahmut KAPLAN
YazarFâtih Sultan Mehmed, aradan geçen yüzyıllara rağmen Türk milletinin hâfızasında en canlı ideal olarak yerini korumaktadır. Bugün eğitimde öncü sayılan birçok kurumun temelleri onun dönemine dayanır. İ...
Yazar: Kemal DEMİR
Fetih; topraklar kazanmak, coğrafî hinterlandı genişletmek, güç ve emperyalist emellerle yayılmak değil, kafaları, kalpleri ve müesseseleri açarak toprakların dirilişini sağlamaktır. Fetih; gönülleri ...
Yazar: Kadir ÖZKÖSE
Bilim tarihinin erken dönemlerinden itibâren pek çok İslâm âlimi, yaptıkları çalışmalarla adlarından söz ettirmişlerdir. Birçok bilim dalının temellerinin atılmasında, ilmî ve kültürel alanlarda mühim...
Yazar: İsmail ÇOLAK
Çocukluk günlerim dün gibi hafızamda. Hiç büyümemişim, yaşlanmamışım, yetmişi devirmemişim sanki. Oysa ömür, yokuştan iner gibi, bir bulut geçer gibi elden uçup gidiyor. Dönüp bakıyorum dün; sisli bul...
Yazar: Mahmut KAPLAN