TARİHE VEFA
Bir söğüt gölgesinde başlar Osmanlı'nın öyküsü. Güneşin batmadığı ülkenin temelleri Domaniç yaylasında bir sevda otağında atılır. Şeyh Edebali'nin duası¸ Osman Gazi'nin inancı ile yoğrulur adalet ülkesinin hamuru.
Bir söğüt gölgesinde başlar Osmanlı'nın öyküsü. Güneşin batmadığı ülkenin temelleri Domaniç yaylasında bir sevda otağında atılır. Şeyh Edebali'nin duası¸ Osman Gazi'nin inancı ile yoğrulur adalet ülkesinin hamuru.
Beyaz atlar sürülür uzak ülkelere¸ geçilen bağlara bahçelere çınar fidanları serpiştirilir. Sevgi tohumları atılır toprağın bağrına. Suya perçin vurulur Sakarya yokuşunda¸ surlarına ebed bayrağı dikilir İstanbul'un.
Üç kıtada huzur¸ güven¸ sevgi her yanını sarar. Renkler¸ tenler¸ terler¸ diller¸ dinler emekler¸ yürekler farklılıklarını zenginlik olarak algılayıp beraber söylerler kardeşlik şarkılarını.
Yorgun düşünce atlar Viyana önlerinde¸ gemiler limanlarda çürümeye başlayınca¸ Yeniçeriler yataklarında kışlayınca¸ talan edilir gül bahçesi¸ yağmalanır tarih¸ kültür¸ sevgi¸ kardeşlik ve bir koca medeniyet.
Dünyada bir benzeri olmayan bir rüya ülke masallara karışır. Anlatılan her masalda karalanır¸ hırpalanır¸ masallarda kötü bir canavar olarak çıkarılır yeni nesillerin önüne.
Sistemlerini değiştirip demokrasiye geçen ülkelerde krallar tarihe¸ geçmişe saygı olması ve geçmişten bağlarını koparmamak için sembolik olarak korunular.
Mazileri birkaç gün olan ülkeler çocuklarına tarih dersi anlatırlar. Geçmişten kalan eserlerini kuyumcu dükkanındaki en değerli mücevheri saklar gibi saklarlar. Vefa vardır tarihe¸ vefa vardır geçmişe. Vefa vardır varlık sebebine. Vefa vardır kendinden olana.
Ve benim ülkemde tarih yoktur¸ talih yoktur. Kendilerini iyi göstermek için geçmişine küfreden bir nesil başlar. Kazan karaları çalınır geçmişin yüzüne.
Geçmişi hatırlatacak ne varsa bir bir yok edilir. Bir destanın hafızası arşiv belgeleri trenlere doldurulup kağıt parasına Bulgaristan'a satılır.
Yaşadığımız¸ ekmeğini yediğimiz¸ suyunu içtiğimiz¸ denizinde mavi¸ yaylasında yeşili tattığımız cennet ülkenin fethini yapanları işgalci¸ padişahlarını¸ kızıl sultan¸ deli ve en sonuncusunu vatan haini ilan eden bir ülkeyiz.
Tarihini dahi yabancının yazdığı bir ülkede¸ geçmişine dargın¸ kırgın ve bir o kadar uzak bir nesli yetiştirenler¸ zafer naraları atsalar da zafer kendilerinin değil. Zafer İstanbul'u¸ Anadolu'yu¸ kaybedenlerin zaferidir.
Zafer son haçlılarındır…
Tarihinden kopukluğu bir kaybediş¸ kendini inkar olarak görenler şimdi yeniden bindiler atlarına ve yeniden bir yol alış var geçmişe. Anadolu'nun bağrında yeniden bir silkiniş¸ yeniden bir diriliş var.
Artık masallara¸ artık yalanlara¸ artık iftiralara kanmayan¸ tarihinin derinliğine inip orada kendini arayan bir nesil var.
Kendimizi anlamak ve anlatmanın yolu en başından başlamaktan geçer. Orta Asya'dan atlara binip kendini arayışa çıkmak¸ Dandanakan'da kelimeyi şahadet getirip¸ küçük bir sel olup ila-i kelimetullahı ele alıp yıldız ülkesine sefere çıkmaktır.
Anadolu'nun dört bir yanına dağılıp kültürümüzü desen desen¸ motif motif yeniden keşfetmek için yola düşmeliyiz.
Her yanda geçmişin izlerini taşıyan eserleri camileri¸ medreseleri¸ kervansarayları¸ su sarnıçlarını itina ile korumalı ve onların bize ait geçmiş kimliğimiz olduğunu yeni nesle anlatmalıyız.
Tarih derslerini bir masal olmaktan çıkarıp hayatın bir parçası haline dönüştürmeliyiz. Tarihi anlatmaktan çok yaşanılır bir olgu haline getirmeliyiz.
Tarihi şahsiyetleri kitaplara¸ tiyatrolara¸ sinema sahnelerine taşımalı¸ sevmeli¸ sevdirmeliyiz.
Geçmiş bizim¸ geleceğin de bizim olmasını düşlersek¸ geçmişten geleceğe sağlıklı köprüler kurmalıyız.
Bir çınar gölgesinde¸ bir sevda yaylasında otağları kurup ve yarına emin adımlarla yürümek istersek¸ muasır medeniyetler seviyesine çıkmak idealimiz hâlâ varsa tarihe sahip çıkmalıyız.
Bir beyaz atın terkisinde beyaz düş ülkesine Selçuklu kapısından girip Osmanlı yapısına varmalı ve ermeli sırrına tarihin.
Hasan MAHİR
YazarDaha çok küçükken rahmetli dedem beni sık sık sevindirirdi. Yattığım odadan salona kadar geçeceğim yola aralıklarla bir bir bozuk ve kâğıt para koyardı. Sonra da seslenerek beni çağırırdı. "Tarık, ge...
Yazar: Erdal KARASU
Osmanlı padişahlarının onuncusu, 89. İslâm halifesi olan ve “Muhteşem Süleyman” olarak anılan Kanûnî Sultan Süleyman 1494 (bir rivayete göre ise 1495)’te, babası Yavuz Sultan Selim’in sancakbeyi (vali...
Yazar: M.Nihat MALKOÇ
“Sâde” yazmak, “basit” yazmak değildir. Çoğu kimse sâde kelimesini basit kelimesiyle aynı anlamda kullanır. Oysa sâde, içinde derinlik barındıran bir kavram… Fakat basit, sathîdir; yüzeysel, üstünkörü...
Yazar: Bilal KEMİKLİ
15 Temmuz’da köprüye yürüyenler arasındaydık. Bir hafta sonra kızımın düğünü vardı ve biz düğün hazırlıklarıyla uğraşırken, hiç aklımıza gelmezdi böyle bir gecenin yaşanacağı. O akşam çocuklarla Çeng...
Yazar: Raziye SAĞLAM